TABERİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA KEHF SURESİ 56. VE 60. AYET-İ KERİMELER

56- Biz, Peygamberleri ancak müjdeleyiciîer ve uyarıcılar olarak göndeririz. Fakat kâfirler, hakkı bâtılla ortadan kaldırmak için münakaşa ederler. Ayetlerimi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.
Biz, Peygamberleri, kâfirler ile lüzumsuz münakaşalar yapmak için değil, ancak iman edenleri âhirette bol sevaplarla müjdeleyiciîer, kâfirleri de can yakıcı bir azap ile uyarıcılar olarak gönderdik. Böylece müminler salih amellerine devam etsin kâfirler de inkârlarından vazgeçip iman etmiş olsunlar. Fakat bunu anlamayan kâfirler, birtakım tutarsız bâtıl şeyleri ileri sürerek,
Peygamberler vasıtasıyla gönderilen gerçeği ortadan kaldırmak için tartışmaya girerler. Âyetlerime iman etmeleri ve uyanlarımdan ibret almaları gerekirken, bilakis onlarla alay ederler”. Bu, Öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değil” derler. [1][67]
57- Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılmışken onlardan yüzçeviren ve daha önce yaptıklarını unutandan daha zalim kim olabilir? Biz onların kalblcrinc, anlamalarına engel perdeler gerdik ve kulaklarına ağırlık verdik. Ey Muhammcd, sen onları ne kadar hidayete çağirsan onlar asla hidayete ermezler.
Allah teaia bu âyet-i Kerimede, göndermiş olduğu emir ve yasaklar kendisine anlatıldığı halde ondan yüzçevirenden ve işlediği kötü amelleri, günahları ve inkârları unutandan daha zalim hiçbir kimsenin olamayacağını beyan ediyor ve bu tür insanların kalblerinin perdelendiğini, kulaklarının tıkandığını ve böylece, hakka çağınlsalar bile asla hidayete eremeyeceklerini açıklıyor. Böylece müminin üzerine düşen tebliğ görevini yapmasına rağmen, insanların iman etmemelerinden dolayı hayâl kırıklığına uğramamasını tavsiye ediyor. [2][68]
58- Bununla beraber rabbin affedicidir ve merhamet sahibidir. Eğer Allah onları, işledikleri yüzünden cezalandırmak isteseydi hemen azabını indiriverirdi. Fakat onlar için vaadedilcn bir zaman vardır ki, ondan kaçıp kurtulacak bir yer bulamayacaklardır.
Allah teala bu âyet-i Kerimede, Resulullaha: “Eğer senin dinin hak din ise vaadettiğin azap hemen gelsin de görelim” diyen kâfirlere cevap veriyor. Kendisinin affedici ve merhamet edici olduğunu, bu itibarla suçluların cezasını derhal vermeyip belli bir süre ertelediğini ve cezalandırma zamanı gelince de hiçbir kimsenin, kaçıp kurtulacak bir sığınak bulamayacağım bizlere bildiriyor. Binaenaleyh, inkarcı kâfirler ve isyankâr kullar belli bir süre ertelenmelerine aldanarak cezai andı nlmayacaklanni sanmasınlar.
Bu hususta diğer bir âyette de şöyle buyuruluyor: “Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden insanları hemen cezaiandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onların cezalarını belli bir zamana kadar erteler, ecelleri gelince gereğini yapar. Şüphesiz ki Allah, kullarını çok iyi görür, [3][69]
59- İşte, zulmettikleri için helak ettiğimiz şehirler. Biz, onların helaki için de belli bir zaman tayin etmiştik.
Allah’ı ve gönderdiği âyetleri inkâr etmek suretiyle kendi kendilerine zulmettikleri için, Âd, Semûd ve Medyen halkı gibi, helak ettiğimiz ümmetlerin işte geride kalan ülkeleri. Biz, onların helak edilmeleri için belli bir vâde tayin etmiştik. Sizler de Peygamberlerinize iman etmezseniz onların akıbetlerine uğrarsınız. [4][70]
60- (Ey Muhammed, Musa ile Salih bir kulumuzun kıssasını hatırla) Hani bir zaman Musa, genç bir adamına: “Durmayacağım, iki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim veya yıllarca yürüyeceğim” demişti.
Âyet-i Kerimede, Hz. Musa’nın genç adamından bahsedilmektedir. Hadis-i Şerifte de bu gencin, Yûşâ b. Nûn olduğu rivayet edilmektedir. Yine âyet-i Kerimede Hz. Musa’nın Hızır ile başlaması için iki denizin birleştiği yere kadar gitmesinin emredildiği ifade edilmektedir. Bu iki denizin birleştiği yerin de Marmara ile Karadeniz’in birleştiği İstanbul boğazı veya Akdeniz ile Atlas Okyanusu’nun birleştiği Cebel-i Târik boğazı olduğu rivayet edilmektedir.
Allah teala bu âyetten itibaren Hz. Musa ile Hızır aleyhisselamm birlikte yaptıkları yolculuğun kıssasını beyan etmektedir.
Übey b. Kâ’b, Resulullah (s.a.v.)m bu kıssayı şöyle anlattığını rivayet etmektedir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Musa Peygamber bir kere İs-railoğullan içinde hutbeye çıkmıştı. Kendisine “En çok âlim olan kimdir?” diye soruldu. “En âlim benim” diye cevap verdi. Bu husustaki ilmi “Allah daha iyi bilir” diyerek Allah’a havale etmediğinden dolayı Allah teala ona sitem etti. Allah teala: “İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var o senden daha âlimdir” diye ona vahyetti. Musa: “Ya rabbi ona nasıl yol bulayım?” dedi. “Ona: “Bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedersen o kulum oradadır” denildi. Musa (a.s.) gitti. Genç arkadaşı Yûşâ b. Nûn’u da birlikte götürdü. Bir zenbil içine de bir balık koyup aldılar. İki denizin bitiştiği yerdeki kayanın yanına varınca başlarım yere koyup uyudular. Derken, tuzlanmış ölü balık zen-bilden sıyrılıp kurtuldu. Ve denizin içinde kendine su borusu gibi bir boşluk bırakarak yol açtı. Deniz içinde böyle bir yol açılması Musa ile genç arkadaşına garip gelmişti. Uyandıktan sonra o gecenin geri kalan kısmında ve bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa genç arkadaşına: “Öğlen yemeğimizi ver. Bu yolculuğumuzdan yorgunluk duymaya başladık” dedi. Halbuki Musa emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duymamıştı. Genç arkadaşı: “Bak hele, taşın dibinde barındığımız zaman balığın gittiğini haber vermeyi unutmuştum” dedi. Musa: “Zaten istediğimiz de buydu” dedi. Bunun üzerine kendi izlerini takibederek geriye döndüler. Taşın yanına varınca bir de baktılar ki orada esvabına bürünmüş bir zat duruyor. Musa (a.s.) selam verdi. Hızır (a.s.) “Hayret, burada selam ne gezer?” dedi. Musa (a.s.) “Ben Musa’yım” dedi. O “Beni İsrail Musa simi?” diye sordu. “Evet” dedi. Musa (a.s.) sonra yine söze başlayıp “Sana öğretilen ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tâbi olabilir miyim?” dedi. Hızır (a.s.) “Sen benimle arkadaşlığa sabredemezsin ey Musa. Bende, Allah’ın kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim var ki sen onu bilemezsin. Sende de Allah’ın verdiği öyle bir ilim vardır ki onu da ben bilemem” cevabını verdi. Musa (a.s.) “Beni inşallah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde de karşı gelmeyeceğim” dedi.
Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Oradan bir gemi geçiyordu. Onları da alsınlar diye gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır (a.s,)ı tamdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye bindirdiler. O sırada bir serçe geminin kenarına konup denizden bir iki yudum su aldı. Hızır (a.s.) “Ya Musa benim ilmimle senin ilmin, Allah’ın ilmini bu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile eksiltmez” dedi. Ve ondan sonra gemi tahtalarından birine el atıp söktü. Musa (a.s.) “Adamcağızlar bizi gemilerine ücretsiz olarak almışlarken sen gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun?” dedi. Hızır (a.s.) “Sen benimle arkadaşlığa hiç sabredemezsin” demedim mi?” dedi. Musa (a.s.) “Unuttuğum için beni muaheze edip de bana güçlük gösterme” cevabım verdi, gerçekten de Musa (a.s.)mn bu ilk muhalefeti bir dalgınlık eseriydi… Yine gittiler. Bir de baktılar ki bir çocuk, diğer çocuklarla oynuyor. Hızır (a.s.) çocuğu tuttu ve başını eliyle kopardı. Musa (a.s.) “Kısası gerektirmediği halde günahsız birinin canına nasıl kıyarsın?” dedi. Hızır (a.s.) yine “Ben sana” Benimle arkadaşlığa asla sabredemezsin” demedim mi?” cevabını verdi… Yine gittiler. Nihayet bir köye gelidler ve köy halkından yemek istediler. Halk onları misafir etmedi. Orada, yıkılmaya yüztutmuş bir duvar buldular. Hızır (a.s.) eliyle duvarı doğrulttu. Musa (a.s.) “İsteseydin, hiç olmazsa bunun için bir ücret alabilirdin” deyince Hızır (a.s.) “Bu andan itibaren artık ayrılalım” dedi.
Resulullah (s.a.v.) kıssayı buraya kadar anlattıktan sonra:1 “Allah teala Musa’ya rahmet etsin. Ne olurdu sabretseydi de Hızır ile aralarında geçen maceralar Allah teala tarafından bize bildirilseydi” buyurdu[5][71]