VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 19. VE 25. AYET-İ KERİMELER
Hz. Adem’in Cennetteki Kıssası Ve Oradan Çıkartılması
19- “Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun. İkiniz de dilediğiniz yerden yiyin, şu ağaca da yaklaşmayın, sonra zalimlerden olursunuz.”
20- Derken şeytan gizli bulunan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için ikisine de vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklamasının tek sebebi iki melek veya ebedî kalanlardan olmanızı önlemektir.”
21- Ve, “Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim” diye ikisine yemin etti.
22- Böylece ikisini de aldatıp aşağı indirdi. Ağaçtan tadınca ayıp yerleri kendilerine göründü. İkisi de kendilerini cennetin yaprağıyla örtmeye başladılar. Rableri de onlara, “Ben sizi bu ağaçtan men etmemiş miydim? Şeytanın apaçık bir düşmanınız olduğunu size söylememiş miydim?” diye seslendi.
23- İkisi de dediler ki: “Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak ki biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.”
24- Buyurdu ki: “İnin! Kiminiz kiminize düşman olsun. Sizin için yeryüzünde bir müddet yerleşip kalmak ve geçinmek vardır.”
25- Buyurdu ki: “Orada yaşar, orada ölür ve oradan çıkarılırsınız.”
Açıklaması
Yüce Allah, Hz. Adem ile ondan yaratılmış bulunan eşi Havva’ya cennette kalıp yerleşmelerini ve tek bir ağaç müstesna olmak üzere, cennetteki bütün meyvelerden yemelerini mubah kıldı. Buradaki yeme emri mubah kılma emri olup teklif emri değildir.
Sözü geçen cennet de cumhurun görüşüne göre ebedîlik yurdu olan cennettir. Semadaki cennetlerden birisi yahut yeryüzündeki cennetlerden (sık ağaçlı bahçelerden) bir cennet olduğu da söylenmiştir.
Yüce Allah Hz. Adem’e önce vahiy yoluyla hitap etti, sonra da cennet meyvelerinden yemeleri hususunda biribirlerine eşit olduklarını bildirerek hanımı ile ona hitapta bulundu.
Buharî ile Müslim’de Ebu Hureyre’den gelen Hz. Peygamber (s.a)in, “Şüphesiz kadın eğri bir kaburga kemiğinden yaratılmıştır” şeklindeki hadisi, kadına karşı gösterilecek davranış esnasında onu şiddet ve kabalıkla doğrultmaya çalışmanın yasaklandığını ifade eden temsilî bir ifade kabilindendir.
Yüce Allah da, “İkiniz de dilediğiniz yerden yiyin” buyruğu ile cennetin çeşitli meyvelerinden yemelerini kendilerine mubah kıldı. Ancak Kitab-ı Ke-rim’inde bizim için tayin etmediği özel bir ağaçtan da yemelerini yasaklamıştı. Bu yasaklamayı ise o ağaçtan yedikleri takdirde kendilerine zulmeden kimselerden olacaklarını belirterek gerekçelendirmişti. Çünkü onlar bu işi yaptıklarında cezalandırılacaklardı. Bu da Yüce Allah’ın pek çok şeyi mubah kılarken az miktardaki şeyleri haram kılmak suretiyle bir imtihanıdır.
Şeytan ikisini kıskandı ve onları hile ve vesveseyle aldatmaya çalıştı. Böylelikle onları sahip oldukları nimetten, güzel elbiselerden mahrum bırakmak istedi. O bakımdan kendilerine zarar verecek, kendilerine kötülük sağlayacak şeyleri onlara süslü gösterdi. Kendilerine görünerek, onlarla konuşarak bunu yaptı. Böylece örtmeyi tercih ettikleri avretleri, açığa çıkacaktı. Yani bunun sonunda avretleri ortaya çıksın diye buna çalıştı. Hasan-ı Basrî der ki: İblis, Allah’ın kendisine vermiş olduğu yerden semaya ve cennete doğru yukarılara vesvese salma gücüyle vesvese verebiliyordu. Böyle bir açıklama İblis’in cennetten çıkartılmış olması ve Hz. Adem’in de henüz orada bulunması hali ile ilgilidir.
Şeytan yalan ve iftira olmak üzere dedi ki: Rabbinizin size bu ağaçtan yemenizi yasaklayışının iki sebebi vardır. Birincisi, bu ağaçtan yemeniz halinde iki melek olmanızı engellemek, ikincisi de burada ölmemek üzere ebedî kalanlardan olmamanızı sağlamaktır. Yani siz iki melek olmayasınız [1][9] yahut cennette ebedî kalanlardan olmayasınız diye böyle yapmıştır. Sizler bu ağaçtan yiyecek olursanız bu iki şeyi elde edersiniz. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Dedi ki: Ey Adem, ben sana ebedîlik ağacını ve sonu gelmez bir mülkü göstereyim mi?” (Tâ-Hâ, 120/20). Zamahşerî de der ki: Bu ifade, “Sizin iki melek olmanızdan hoşlanmadığı için böyle demiştir” anlamındadır.
Bu iki özelliğin (şeytan tarafından) seçilişinin sebebi, meleklerin güçlü olmak, uzun süre hayatta kalmak ve canlıların hallerinden etkilenmemek için bir takım özellik ve meziyetlerinin bulunması gibi insanın da ölüm söz konusu olmadan cennette ebedî kalma emelinde oluşundan dolayıdır. Yani İblis onlara bu ağaçtan yemeleri halinde meleklik niteliklerine sahip olacağını yahut da ebedî hayata sahip olacağını vehmettirmişti.
İşte bu ifadede meleklerin Adem’e üstün kılındaklarına bir işaret vardır.
Daha sonra şeytan Allah adına onlara yemin etti ve pekiştirici ifadelerle yeminini güçlendirmek istedi: “Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim.” Yani ben sizden önce burada bulunuyorum ve bu yeri daha iyi biliyorum.
“Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim, diye ikisine yemin etti” ifadesi ise taraflardan birisinin kastedildiği müfâala kipi ile kullanılmıştır. Bundan maksat ise ifadeye mübalâğa gücü vermek ve yemini daha bir pekiştirmektir. Çünkü İblis onları aldatmcaya kadar bu hususa dair yemin etti. Kimi zaman mümin Allah ile de aldatılabilir.
“Böylece ikisini de aldatıp aşağı indirdi.” Şeytan ağaçtan yemeye teşvik, vaadde bulunmak ve oldukça ağır yeminler etmek suretiyle onları kışkırtmaya, onları aldatmaya devam etti. Sonunda ikisi de Allah’ın kendilerine şeytanın düşmanları olduğunu haber verdiğini unuttular. Böylelikle şeytan yemin ederek onları aldattı ve bu işi onlara süslü göstermek suretiyle kendisine itaat etmelerini sağladı. Bu yüzden de Allah nezdindeki mevkilerinden onları kaydıra-bildi ve daha aşağı mevkiye düşürdü. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun biz, önceden Adem’e ahit etmiş (emretmiş) idik de o unuttu. Biz onda bir azim bulmadık.” (Tâ-Hâ, 20/115). “İkisini de … aşağı indirdi” buyruğunun anlamı ise, Allah adına yemin etmek suretiyle onları aldattığından dolayı ağaçtan yemeleri noktasına indirdi (razı etti), şeklindedir.
Ağacın meyvesini tadınca hemen avret yerleri ortaya çıktı. Onlardaki özel nur zail oldu. Bu sefer avretlerini örtmek için cennet ağaçlarının geniş yapraklarını üst üste koyup kendilerini örtmeye çalıştılar.
Rableri kendilerine sitem ederek, azarlayarak, “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim?” diye seslendi. Yani bu ağaca yaklaşmanızı ve bu ağaçtan yemenizi size yasak kılmamış mıydım? Sizlere, “Şeytan sizin açık bir düşmanınızdır, ona itaat edecek olursanız ebedî nimet yurdu olan cennetten sizleri dünya yurduna çıkartır; dünya ise hayatta yorulup didinmenin yurdudur. O bakımdan şeytandan uzak durunuz” dememiş miydim? Nitekim Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: “Ey Adem, dedik, şüphesiz bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın o sizleri cennetten çıkartmasın. O vakit bedbaht olursun.” (Tâ-Hâ, 20/117).
“İkisi dediler ki: Rabbimiz! Kendimize zulmettik…” Yani her ikisi de, “Rabbimiz, gerçekten biz senin emrine aykırı davranıp senin de bizim de düşmanımız olan şeytana itaat etmek suretiyle kendimize zulmettik. Eğer günahımızı örtmez, bizden razı olmaz, tevbemizi kabul buyurmazsan şüphesiz ki dünyada da ahirette de zarara uğrayanlardan oluruz” dediler ve Yüce Allah şöyle buyurdu: “Derken Adem Rabbinden bir takım kelimeler belledi de, o da onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok çok kabul edendir, Rahîm’dir.” (Bakara, 2/37).
Daha sonra Yüce Allah şu buyruğuyla Hz. Adem, Havva ve İblis’eTıitap etti: “İnin oradan, kiminiz kiminize düşmandır…” Yani kiminiz kiminize düşman olmak üzere bu cennetten ininiz. Bunun anlamı da şudur: Düşmanlık cinler ve insanlar arasında sabit bir şeydir, hiç bir şekilde sonu gelmez. İblis de Adem ve Havva’ya düşmanlık edecektir, onlar da ona düşmanlık edeceklerdir. O halde insana düşen şeytanın vesveselerinden sakınmaktır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu şeytan düşmanınızdır; siz de onu düşman edinin. O kendi taraftarlarını ancak cehennemliklerden olsunlar diye çağırır.” (Fâtır, 35/6).
Cennetten çıkartılmak bu masiyetin cezası olmuştu. Uhrevî cezayı ise Yüce Allah bunun etkisini gideren tevbe dolayısıyla affetmiş ve Yüce Allah onun tevbesini kabul etmiştir. Nitekim şöyle buyurulmaktadır: “Adem rabbinin emrine karşı geldi de yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğruya iletti.” (Tâ-Hâ, 20/121-122).
Daha sonra Yüce Allah, insanın dünyadaki ecelini açıklayarak şöyle buyurdu: “Sizin için yeryüzünde bir müddet yerleşip kalmak… vardır.” Yani sizin için bilinen vadelere kadar orada karar kılmak ve süresi belli ömürler vardır.
Kalem bunları tespit etmiş, kader bunları tek tek sayıp dökmüş ve ilk kitapta bunlar satır satır yazılmıştır. Siz orada her biriniz için ayrı ayrı takdir edilmiş bulunan ömrünüz boyunca yaşayacaksınız. Ecelinizin sona ermesiyle birlikte orada öleceksiniz. Yüce Allah’ın dileyeceği vakit ölümden sonra amellerinizin karşılığını görmek üzere oradan çıkartılacaksınız: “Sizi biz ordan yarattık sizi tekrar oraya iade ederiz ve bir defa daha sizi oradan çıkartacağız.” (Tâ-Hâ, 20/55). [2][10]