VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 33. VE 34. AYET-İ KERİMELER
İnsanlara Yasak Olan Esas Haramlar
33″ De ki: “Rabbim tüm hayasızlıkları, günahı, haksız yere haddi aşmayı, hakkında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah’a şirk koşma- nızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyle- ri söylemenizi haram kılmıştır.”
Açıklaması
Ey Muhammedi Allah’ın helâl kılmış olduğu temiz yiyecekleri ve elbiseleri haram kılan bu müşriklere de ki: Allah, ancak haramların temel olanlarını teşkil eden şu beş şeyi haram kılmıştır:
1- Gizli, açık, görünen ve görünmeyen hayasızlıklar: Hayasızlıklar (feva-hiş) alabildiğine çirkin davranışlardır. Bunların gizlisi de açığı da yasaktır veya bunlar büyük günahlardan ibarettir. Çünkü artık bunların çirkinliği alabildiğine ileri derecede ve fazladır. Zina, hırsızlık, İslâm cemaatine karşı ayaklanmak gibi masiyetler bu tür fiillerdir.
2- Günah, yani günahı gerektiren işler. Onlar da küçük masiyetlerdir. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: O büyük ve küçük günahları haram kılmıştır. Eşinin dışındakilere şehvetle bakmak küçük günahlardandır. Günahın masiyet veya mutlak bir günah olduğu da söylenmiştir ki bu da genelin özele atfedilmesi kabilindendir.
3- Haddi aşmak: Yani fert veya toplum olsunlar, diğer insanların haklarına tecavüz etmek suretiyle haklarda haddi aşmak ve bozgunculuk yaparak zulmetmek demektir. Burada haddi aşmanın haksız olmak kaydıyla zikredilmesinin sebebi şudur: Haddi aşmak eğer kamu maslahatı için veya karşılıklı rıza ile birlikte olursa bunda bir beis yoktur.
4- Allah’a ortak koşmak: Bu, çirkin işlerin en çirkinidir. Bu da Allah ile birlikte put, heykel yahut bir kişi olsun hakkında aklî ya da vahyî bir delil veya belgenin ortaya konulamadığı Allahla beraber başka bir ilâh kabul etmektir. Burada belgeye “sultan” denilmesinin sebebi, hasmın sözünü başkasına tercih ettirmesi ve işitenin akıl ve düşüncesi üzerinde etkili olması dolayısıyladır. Bu ifade Yüce Allah’ın şu buyruğunu andırmaktadır: “Her kim bu konuda kendisinin bir delili olmaksızın Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet edecek olursa, şüphesiz onun hesabını görmek Rabbine aittir. Gerçek şu ki kâfirler kurtuluşa eremez.” (Mü’minûn, 23/117).
İşte bunda burhanın (delil ve belge getirmenin), akidenin sağlıklı olduğuna delil getirmenin esasını teşkil ettiğine, imanın, delil ve belge ile desteklenen Allah’tan gelen bir vahiy olmaksızın kabul olunmayacağına delâlet vardır.
5- Bilgisiz ve belgesiz olarak Allah’a karşı yalan şeyler söylemek: İftira, Allah’a karşı putlardan bir ortağı olduğunu iddia etmek gibi yalan söylemek: “Şu halde pisliğin ta kendisi olan putlardan uzak durun.” (Hacc, 22/30). Bir mesned ve bir delil olmaksızın haramı helâl, helâli haram kılmak gibi. Bu ise şeriatten bir delil olmaksızın sırf görüşe dayanarak söz söylemektir. Dinlerin tahrif ediliş sebebi, hak dinde bidatlerin ortaya konuluş sebebi, heva ve şeytana uymanın sebebi budur. Nitekim Kitap Ehli de böyle yapmıştır: “Dillerinizin yalan yere vasfedegeldiği şeylere, “Bu helâldir, bu da haramdır” demeyin.” (Nahl, 16/116). İşte reform davetçilerinir ve içtihat adı altında şeriatı aşıp geçenlerin izlediği yol budur. Nitekim Buharî ile Müslim şunu rivayet ederler:
“Andolsun, sizden öncekilerin yolunu karış be karış, arşın be arşın izleyeceksiniz. O kadar ki, onlar bir keler deliğine girecek olsalar muhakkak onların arkasından gidersiniz.” “Ey Allah’ın Rasulü, bunlar Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır?” diye sorduk. O, “Başka kim olabilir ki?” diye buyurdu.
Şeriatta içtihadın yolu bellidir. Bu da Kur’an, sünnet ve icmaya şer”î esaslara uygun olarak sahih bir şekilde bakmak ve bunları tetkik etmektir. Daha sonra da bunlara kıyas yapmak yahut da istihsan, istislâh ve buna benzer kapsamlı görüşü delil almaktır. İşte bu da şeriatın ruhu, esasları ve genel ilkeleri ile uygun olan görüşü almaktır.
Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak bir soru ortaya atılmıştır. Muhtevası şudur: Ayet-i kerimedeki “(innemâ) Ancak” kelimesi hasr ifade eder. Yüce Allah’ın, “Rabbim… haram kılmıştır” buyruğu, şunları şunları münhasıran haram kılmıştır, demektir. Oysa haramlar bu şeylere münhasır değildir.
Buna şöyle cevap verilmiştir: “Cinayetler beş türe münhasırdır. Bunlardan birisi neseplere karşı işlenen cinayetlerdir ve bunlar da zina ile olur. İşte Yüce Allah’ın, “Rabbin… hayasızlıkları haram kılmıştır” buyruğu ile kastedilen budur. İkincisi ise akıllara karşı işlenen cinayetler. Bunlar da içki içmek olup Yüce Allah’ın, “Günahı…haram kılmıştır” buyruğu da buna işaret etmiştir. Üçüncüsü ırzlara karşı işlenen cinayetler, dördüncüsü canlara ve mallara karşı işlenen cinayetlerdir. İşte Yüce Allah’ın, “Haksız yere haddi aşmayın” buyruğu ile buna işaret edilmiştir. Beşincisi ise, dinlere karşı işlenen cinayetler olup bunlar da iki bakımdan söz konusudur: Birincisi Yüce Allah’ın tevhidine itiraz edip dil uzatmaktır. Yüce Allah’ın, “Allah’a şirk koşmanızı” buyruğu ile buna işaret edilmiştir. İkincisi ise Allah’ın dininde bilgiye bağlı olmaksızın söz söylemektir. İşte, “Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi…” buyruğu ile de buna işaret edilmiştir. Bütün cinayetlerin (suçların) esası bunlar olduğuna göre, geri kalanlar bunların uzantıları ve dallandır. Buna uyanlar olduğuna göre, bu haram şeylerin söz konusu edilmesi adeta hepsinin söz konusu edilmesi gibi olmuş, onların yerini tutmuştur. O bakımdan bu ayetin başına hasr ifade eden söz konusu edat gelmiştir.[1][16]
Her Bir Ümmetin Ve Kişinin Eceli
34- Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gidebilirler.
Açıklaması
Her bir ümmetin yani her bir asır ve neslin, her bir kişinin, aynı şekilde varlık alemindeki her bir şeyin bilinen bir eceli vardır. Bu da sürenin sona ermesi için belirlenen zamandır. Ecel, aynı zamanda dünya hayatı için sınırlandırılmış vakti de, toplumların güçlülük, mutluluk zamanlarını yahut zillet ve bedbahtlık dönemlerini de kapsar.
“Ecelleri gelince” yani onlar için takdir edilen süre geldi mi ne zamanın en küçük dilimi olan bir an geri kalır ne de bir an ileri gidebilirler. Bu ecel süresinden öne geçemezler. Yani belirlenen bu vadeden sonraya da kalamazlar, öne de geçemezler. Bu değişmenin bir an (saat) kadar bile olması mümkün değildir. Yüce Allah’ın burada “saafi söz konusu etmesinin sebebi, en asgarî zaman dilimlerinin genel olarak “saat” kelimesiyle karşılanmasından dolayıdır.
Ecelden neyin kastedildiğinin tayini ile ilgili olarak iki görüş vardır:
Birinci görüş İbni Abbas, Hasan-ı Basrî ve Mukâtil’in görüşüdür. Buna göre Yüce Allah peygamberini yalanlayan her bir ümmete belli bir süreye kadar mühlet vermiştir. Nihayet toptan imha edilerek azap zamanı gelince, bu azap kaçınılmaz olarak gelip çatar.
İkincisine göre, burada ecelden kasıt ömürdür. Bu ecel bitti ve tamamlandı mı, artık öne almanın ve sonraya bırakılmanın imkânı olmaz.
-Razî der ki: Birincisi daha uygundur. Çünkü Yüce Allah, “Her ümmetin” diye buyurmuş, “herkesin bir eceli vardır” diye buyurmamıştır. İkinci görüşe göre ise “Evet, Yüce Allah, “Her ümmetin” diye buyurmuş, herkesin bir eceli vardır diye buyurmamıştır. Çünkü ümmet her zamanda var olan topluluk demektir. Bu ümmet de fertlerden oluşur. Toplumların fertlerinin ise ecelleri birbirine yakındır. Çünkü tehdit makamında olan ifadelerde ümmetin söz konusu edilmesi daha bir beliğ ve daha bir etkileyicidir.
İkinci bir görüşe göre, herkesin öne alıp sonraya bırakmasının söz konusu olamayacağı bir ecelinin olması gerekir, buna göre maktul de eceliyle ölmüş olur.[2][17]