sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

İSLAMİ AHLAKIN MERTEBELERİ – 2

Kasım 2, 2025 11:59
19
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

İSLAMİ AHLAKIN MERTEBELERİ – 2

Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim, din gününün sahibi ALLAH Azze ve Celle’ye olsun. Salât ve Selam örneğimiz, önderimiz, liderimiz kendisine uyulmadığı ve izinden gidilmediği müddetçe kurtuluşun mümkün olmadığı Hz. Muhammed(sav)’e âline ashabına olsun inşallah

İman:

İslami hayatın temeli olan imandan başlayalım. İmanın tevhidi ve peygamberliği ikrardan ibaret olduğunu bilmeyen yoktur. Bu ikisini ikrar eden kişi, İslam’a girmenin kanuni şartını yerine getirmiş ve inananlardan olmuştur. Böyle olunca kendisine müslümanlara yapılan muamelenin yapılmasına hak kazanmıştır. Fakat sadece kanuni bir işlemi tamamlamak kabilinden olan bu ikrar hemen üzerine İslam köşkünü diğer üç mertebesiyle bina etmek için kafi midir?Esef ve hüzün sebeblerinden birisi çoğu kimsenin bunu böylece kabul etmeleridir. Bu yüzden bu mücerred ikrarı görünce hemen üzerine İslam binasını kurmaya başlıyorlar. Hemen peşinden bu zayıf temellere takva ve ihsan tabakalarını atmaya çalışıyorlar ki, bu binanın ömrü asla uzun süremez, yıkılmaya dökülmeye hazırdır. Fakat kamil bir İslami hayat için, imanın her yönüyle, şumullu bir şekilde, bina köklerinin derinleşmesi lazımdır. İmanın şubelerinden herhangi biri eksik olursa o şube İslami hayatta eksik kalmış demektir. İmanın zayıf kaldığı noktada İslami hayatın binası zayıf ve çökmeye maruz kalmış demektir.

Mesela, buna misal olarak Allah’a imanı ele alalım. Allah’a iman, dinin başı ve ilk temel taşıdır. Allah’ı ikrar normal şeklini aşıp, derinleştikçe sayılamayacak derecede görünümlerle ortaya çıkar. Mesela, bazıları Allah’ın varlığına ve herşeyi yarattığına, zatında ortağı bulunmadığına inanırken başkaları sıfatlarını tehdit eder, hak ve tasarruflarını sınırlar ve kendi ilmi gücüne göre onun açığı ve gizliyi bildiğini, işitici ve görücü olduğunu, duaları kabul ettiğini, sadece ona ibadet edileceğini ve her türlü ibadetin sadece ona yapılabileceğini ikrar eder. Onun kitabının, kendi deyimlerine göre her türlü dini meselede tek kaynak olduğunu kabul eder. Şunda hiç şüphe yok ki bu tasavvurlardan sadece bir tanesiyle hayat nizamı oluşmaz. Tasavvur ne kadar dar olursa ve sınırlı olursa fiili hayattaki İslami boya ve ahlak o derece sınırlı olur. Hatta Allah’a iman konusunda yaygın dini tasavvurlara göre zirveye ulaşmış kimselerin İslami hayat hakkındaki görüşleri Allah’a itaat ile tağutlara boyun eğmeyi kabul edecek kadar yetersiz görürsünüz. Yahut ta arzuladıkları herşeyi bulabilmek için küfür düzenini İslam nizamına karıştırıp yeni bir terkip elde ettiklerini görürsünüz.

İmanın yer etmesi ve kökleşmesi de ferdlere göre değişiktir. Bazıları vardır. Allah’a iman ettiği halde Allah yolunda çok değersiz bazı şeyleri sarfetmeye yaklaşmaz gönlü razı olmaz. Bazıları da vardır Allah onlara malik oldukları bazı eşyalardan daha sevimlidir. Bazı eşyaları da kendilerine Allah’tan daha sevimli gelir. Bazıları vardır Allah yolunda malını hatta canını feda eder ama insanlar arasında edindiği itibar veya düşünceleriyle fedakarlığa yaklaşmaz. İşte bunlar, İslami hayatın istikametini tayin eden sağlam ölçülerdir. Ve işte böyle insan imani noktadan zayıf olduğu yerde islami ahlaka ihanet etmiş oluyor.

Doğrusu, kamil ve halis İslami hayat sarayı, beşer hayatının bütün yönlerini ihata eden tevhid inancının ikrarı olmadıkça mümkün değildir. İnsan hayatının ferdi ve ictimai yönlerini kapsayan insanın kendisinin ve elinde bulunan her şeyin Allah’ın mülkü olduğu ve gerçek sahibinin Allah olduğunu ikrar eden bir tevhid inancını ikrar etmelidir. Sahip olduğu her şeyin ve bütün alemin meşru sahibinin Allah olduğuna, onun tek mabud olduğuna, emir ve yasaklamanın ona ait olduğuna, hidayetin sadece ondan geldiğine inanmalıdır. Allah’a itaattan yüz çevirmenin yahut onun hidayetine ihtiyaç duymamanın veyahut ona zatında, sıfatlarında, tasarruf ve haklarında ortak koşmanın hangi şekil ve renkte zuhur ederse etsin dalalet ve küfür olduğuna bütün kalbiyle inanmalıdır.

Sonra bu bina -Allah’a iman binası- nın direklerinin sağlamlaşması, kişinin kesin olarak kendisinin ve elindeki her şeyin ona döneceğine inanmadıkça mümkün değildir. Nefsindeki sevgi ve nefret ölçüsünü atıp bu ölçüyü Allah’ın sevgi ve gazabına tabi kılmadıkça mümkün değildir. Nefsinden kibir ve büyüklenmeyi atmadıkça mümkün değildir. Nazariyelerini, fikirlerini, görüşlerini ve arzularını Allah’ın kitabında indirdiği ilmin kalıbı çerçevesinde şekillendirmedikçe Allah’a iman binası sağlam temellere oturamaz. Allah’a itaattan yüz çeviren bütün bağlılıkları omuzundan atarak karşısına geçmedikçe ve Allah sevgisini kalbine yerleştirmedikçe, tazim ve saygı bekleyen her putu gönlünün derinliklerinden çıkarıp atmadıkça, sevgisini nefretini, dostluğunu, düşmanlığını savaş ve barış Allah’ın rızasına uygun şekilde yönlendirmedikçe, Allah’a iman binasının temelleri sağlamlaşmaz. Nefsi, Allah’ın razı olduğu şeye razı olup, Allah’ın istemediğini istemez hale gelmelidir. İşte Allah’a iman mertebesinin gerçeği ve gayesi budur. İman, kapsamında, kemalinde ve kuvvetinde, nakıs ve sınırlı olduğu sürece takva ve ihsan nasıl mümkün olacaktır?Sakal uzatmak, elbise şekillerine önem vermek yahut tesbih çekmek yahut da geceleri namaz kılmak bu boşluğu kapatır mı?

İmanın diğer şubelerini, peygamberlere, kitaplara, ahirete imanı buna kıyaslayabilirsin. Mesela; kişinin peygamberi, kendisinin kumandanı, yol gösterici mürşidi ve her şeyinde önderi kabul etmedikçe peygamberliğe imanı kemale ermiş sayılmaz. Peygamber ölçülerine ters düşen her türlü itaat, irşat ve yolları reddetmesi gerekir. Aynı şekilde, kişi eğer kalbinde Allah’ın kitabında indirdiği ölçü ve kaidelerin dışında bazı ilkelerin ve kaidelerin hayata hakim olduğuna inanıyorsa kitaba olan imanı nakıs demektir. Veya kişinin kalbi ve ruhu, dünyanın, Allah’ın indirdiklerine tabi olmamasına ve hayat nizamı olarak kabul etmemesine, üzüntü duymuyorsa o kişinin kitaba olan imanı eksik demektir. Ahirete iman konusunda da durum aynıdır. Kişi dünya hayatını ahiret hayatına tercih ediyorsa ahirete olan inancı eksik demektir. Kemale ermemiş demektir. Dünyevi değerlere karşılık uhrevi değerleri reddediyorsa ve dünya hayatında attığı her adımda ahiret hayatının mesuliyetini hissetmiyorsa o kişinin ahirete olan imanı kemale ermemiş demektir. Bu temel ve dayanakların eksik olduğu yerde, kapsamlı İslami hayatın binası nasıl kurulur? İnsanlar İslami ahlak köşkünün, bu temel ve esaslar bulunmaksızın kurulacağını zannettiklerinden dolayı bugün takva ve ihsan kapılarının arkasına kadar onlara açık olduğunu görürsün. Takva ve ihsanın en üst mertebelerinin kapıları dahi onlara hatta Allah’ın indirdiklerinin gayrısıyla hükmeden hakimlere dahi bu kapıların açıldığını görürsün! Gayri şer’i esaslarla dava takip eden avukatlara dahi, küfür düzeninin emri altında, insan hayatını yönlendiren işçilere, insan hayatını kafir esaslara ve dinsiz siyasete dayalı olarak kurmak için birbiriyle yarışan liderlere dahi bu kapılar arkasına kadar açılmıştır. Bütün şahıslar zahiri görünümlerini bazı kalıplara uydururlar ve kendilerini bazı nafile zikir ve virdlere alıştırırlarsa bütün bu şahıslar müttaki ve ihsan sahibi sayılırlar!!!

İslam:

Biraz önce izah ettiğim iman esasları kökleşip kemale erdikten sonra yeryüzündeki layık yerine oturursa İslami ahlakın ikinci merdiveni olan İslam binasını o temellere oturtmak mümkündür. İslam imanın amel şeklinden zuhurundan başka birşey değildir. İmanın İslam ile alakası tohumun ağaç ile olan alakasına benzer. Ağaçta yetişen herşey, tohumda bulunan özelliklerdir. Hatta ağacı tahlil eden tohumunda bulunan ve bulunmayan şeyleri hemen tanırsın.

Toprağa tohum atmadan bir bitkinin yetişip dallanması veya verimli bir toprağa atılan tohumun bitmemesi aklından bile geçmez. İşte iman ile İslam arasındaki ilişki budur. İmanın bulunduğu yerde insanın fiili hayatında o imanın görünümü olan ahlak, muamele, insanlarla olan diğer ilişkilerin fiili olarak zuhuru kesindir. Eğer herhangi bir hususta gayri islami bir şey zuhur ederse o noktada ferdin imanı ya yoktur veya çok zayıftır. Eğer hayatı tamamen gayri islami bir şekilde sürüyorsa bilmen gerekir ki o kalb imandan sıyrılmıştır. Yahut iman semeresini veremeyecek kadar kuraktır verimsizdir.

Allah’ın bana kitab ve sünnet üzerinde takdir ettiği çalışmalarım neticesinde şuna kesin olarak inanıyorum ki: Bir kapte bulunan imanın islam görünümüyle amellerde zuhur etmemesi imkansızdır.

Sizden bu noktada fakih ve kelam alimlerinin iman ve amel arasındaki ilişki tartışmalarından zihninizi arıtmanızı rica ediyorum. Bu mevzuyu doğrudan doğruya Kur’an’ dan anlamanız mümkündür. Kur’an’dan anlaşılan o dur ki iman ve ameli olan islam birbirinden ayrı şeyler değillerdir. Allah Kur’an’ın birçok yerinde, itikaden inanmış, amelden müslüman olan kullarına vaadlerde bulunmuştur. Allah Kur’an’da münafıkları imanlarının azlığını delil olarak göstermiştir. Ancak müslümanlardan bir kişinin şeriat ve kanun hükmüyle tekfir edilip islam dairesinden çıkarılması bu noktayla ilgili değildir. Bu hususta çok ihtiyatlı ve temkinli davranmak lazımdır.

Şimdi ben burada fıkhi hükümler terettüp eden iman ve İslam’ı anlatacak değilim. Ben şu anda yarın Allah’ın huzurunda fayda veya zarar getirecek olan iman ve İslam’dan bahsediyorum. Uhrevi neticelerin terettüp ettiği iman ve İslamı anlatıyorum. Mücerret kanunu bir tarafa bırakıp gerçekçi bir gözle bakarsan hastalığı, kişinin, her şeyi Allah’a bırakması ve ona teslim oluşundaki kusurlarında görürsün. Nerede nefsinin rızası Allah’ın rızasından uzak ise, nerede dini bırakıp kendi işlerine koyulmuşsa ve nerede çaba ve gayretleri Allah yolunun dışında sarfediliyorsa işte orada o kişinin imanı eksik ve zayıftır. Tabiiki normal olarak yerleşmemiş olan iman ve islam temellerine takva ve ihsanı bina edemez. Zahiri şeklini ve elbiselerini takva sahiplerine benzetmeye çalışıp işlerinde onların yolunu takip eder görünmeye ne kadar gayret ederse etsin, hakikat ruhundan uzak olan çekici, zahiri görünümler, çok güzel olan bir şahsın, süslü elbiseler içinde ruhsuz, yerde yatan naaşı gibidir. Yerde yatan cesedin elbisenin ve kendisinin güzelliğine aldanıp ona ümid bağlayan gerçekçi bir gözle bakar bakma hakikat ortaya çıkar ve hayal kırıklığına uğrayıp hüsrana düçar olursun.

İşte o zaman kesin olarak anlarsın ki çirkin ve kısa boylu fakat yaşayan ve kuvvetli olan bir adam, ölü olan yakışıklı ve güzel elbise giymiş birinden daha hayırlıdır.

Evet! Kendini çekici zahiri şekillere kaptırman çok kolaydır. Fakat bunu yapmakla gerçekler alemine hiçbir etkin söz konusu değildir. Yahut ta Allahkatında ashabı kehfin köpeği kadar değerin olmaz. Yok eğer zahiri şekillere aldanmaz ve dini yüceltmede sana fayda verecek olan gerçek takva ve ihsanı murad edersen ve eğer ahirette hayır kefen ağır gelsin istersen, kesin olarak bilesin ki, iman tabakası sağlam, pekişmiş olmadıkça ve imanın görünümü olan islam -Allah’a fiilen bağlanmak ve itaat etmek- imanın yerleştiğine açıkça delalet etmedikçe yüksek olan takva ve ihsan tabakasını bina etmen asla mümkün değildir.

Bir dahaki ay takva ihsanı açacağız inşallah…

Velhamdulillahirabbilalemin

Yazarın Diğer Yazıları
Ekim 16, 2025 11:59
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.