BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
EBU ZERR EL-ĞIFARİ
Ebu Zerr (r.a) cahiliye devrinde Allah’a ibadet eder ve onu bir tanır, putlara tapmazdı.
Ebu Zerr; bir gün Abdullah b. Samit’e “Ey kardeşimin oğlu! Ben Resulullah’a kavuşmadan iki, üç yıl önce namaz kılardım” dedi. Abdullah b. Samit:
“Kime kılardın?” diye sordu. Ebu Zerr (r.a):
“Allah’a” dedi. Abdullah b. Samit:
“Nereye doğru yönelirdin?” diye sordu. Ebu Zerr:
“Rabbim beni nereye yöneltirse oraya doğru yönelir, yatsıyı kılardım. Gecenin sonu geldi mi, ta güneş üzerime vuruncaya kadar bir örtü gibi serilirdim.” dedi.
Ebu Zerr “Ben kavmimin tapageldikleri putlardan yüz çevirmiştim.” dediği zaman, Abdullah b. Abbas “Senin taptığın ne idi?” diye sormuş, Ebu Zerr de “Hiçbir şey değil” demiştir.
Mekke halkından bir adam bir gün Ebu Zerr’e, “Mekke’de bir zat senin dediğin gibi (La ilahe illallah) diyor ve kendisinin Peygamber olduğunu söylüyor.” diye haber vermiş.
Ebu Zerr “Kimlerdendir o?” diye sorunca, Mekke’li adam “Kureyş’tendir” demişti.
Ebu Zerr’ül Gifari der ki: “Ben Gifar kabilesinden bir adamdım.
Mekke’de bir zat zuhur etmiş, kendisinin Peygamber olduğunu söylüyormuş.” diye bize haber erişti.
Yüce Allah daha o zaman kalbime İslamiyet sevgisini düşürdü.
Kardeşim Üneys’e (Hayvanına bin şu vadiye doğru git. Kendisine gökten haber geldiğini söyleyen o adamla konuş. Söyledikleri şeyleri dinle.
Kendisi hakkında benim için bilgi edin. Haberini bana getir.” dedim.
Kardeşim Üneys Mekke’ye kadar gitti. Onunla buluştu, kendisinin söylediklerini dinledikten sonra döndü, yanıma geldi.
“Ne yaptın? Ne haber var sende?” diye sordum.
“Mekke’de senin dininde bir adama rastladım ki, kendisini Allah’ın gönderdiğini söylüyor.” dedi.
“Halk onun hakkında ne söylüyor?” diye sordum.
“Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar.” dedi.
Üneys şair kişilerdendi.
“Ben gerçekten kâhinlerin sözünü dinledim. Onun söylediği kâhinlerin sözü değil. Onun sözünü şiirin her çeşidine de tatbik ettim. Vallahi benden sonra ona şiir demeye kimsenin dili varamazdır.
Vallahi o muhakkak sadıktır.
Kâhinler ise muhakkak yalancıdırlar. Vallahi ben öyle bir zat gördüm ki: ‘Hayrı, iyiliği, ahlaki faziletleri emrediyor, şerden, kötülükten de sakındırıyor. Onu ahlaki faziletleri emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki, o söz şiir değildir.’ dedi.
Vallahi, ben kardeşim Üneys’ten daha üstün bir şair duymadım. Kardeşime:
Sen bana bu hususta arzu ettiğim, gönlüme şifa verir, müşküllerimi giderir bir haber getirmedin. Kendim gidip onu görürüm” dedim. Üneys:
“Olur! Fakat sen Mekke halkından sakıncı ol! Çünkü onlar ona karşı son derecede kin besliyorlar. Hep surat asıp duruyorlar.” dedi.
Hemen azık dağarcığını, su tulumunu yüklendim. Elime bir asa alıp yola düştüm. Mekke’ye ulaştım.
Resulullah’ı şahsen tanımıyor, başkasından sormayı da uygun bulmuyor, Mescid-i Haram’da bulunuyor ve zemzem suyundan içip duruyordum.
O sırada yanıma Ali b. Ebi Talib uğradı ve “Şu adam herhalde garibtir sanırım?” dedi.
“Evet! Garibim!” dedim.
“Öyle ise kalk benimle birlikte bizim eve git” dedi.
Onunla birlikte gittim. Ne o bana bir şey sordu, ne de ben ona bir şey haber verdim. Sabaha çıkınca, Resulullah’ı sormak için, kuşluk vakti Mescid-i Haram’a gittim.
Fakat hiç kimse onun hakkında bana bir haber vermedi. Yine Ali bana uğradı da “Bu adam için daha yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?” dedi. Ben:
“Hayır!” dedim. Ali:
“Gel benimle bizim eve git” dedi. Evlerinde bana:
“Senin işin nedir? Sen bu şehre ne için geldin?” diye sordu.
“Gizli tutacağına ve işim hakkında bana kılavuzluk edeceğine söz verirsen sana haber veririm!” dedim.
“Öyle yaparım” deyince, “Bize erişen habere göre: Burada bir zat çıkmış, kendisinin Peygamber olduğunu söylüyormuş. Onunla konuşması, ondan işittiklerini ezberleyip bana haberini getirmesi için kardeşimi göndermiştim.
Kardeşim gönlüme şifa verecek bir haber getirmedi. Kardeşimin getirdiği haber gönlüme şifa vermediği için onunla kendim buluşup konuşmak üzere geldim,” dedim.
“Sen geldiğine isabet ettin, akıllılık ettin. Bu zat Allah’ın Rasulüdür. Hakk Peygamberdir. Sabahladığın vakit sen beni takip et. Ben senin için korkulacak bir şey görürsem, ya ayak kabımı düzeltiyormuşum gibi duvara doğru yönelir, dururum, ya da su döküyormuşum gibi yaparım. Sen durup beni bekleme, git. Ben geçip gidersem, sen arkamdan gel ve benim girdiğim yere sen de gir.” dedi. O gitti. Bende gittim.
Nihayet o peygamberin huzuruna girdi. Ben de kendisi ile birlikte girdim.
“Es-selamu Aleyke Ya Rasulullah!” diyerek O’nu ilk defa islam selamıyla ben selamladım. Bana:
“Sen kimsin?” diye sordu.
“Gıfar oğullarından bir adamım” dedim.
Kendisine: “Ya Rasulullah! Sen insanları nelere davet ediyorsun?” Diye sordum.
Rasulullah (s.a.v)
“Bir olan ve şeriki bulunmayan Allah’a imana ve putları gidermeye ve benimde RasulAllah olduğuma şehadet etmeye davet ediyorum.” Buyurdu.
“Bana islamiyeti (nasıl müslüman olunacağını) bildir.” Dedim.
“Bildirince hemen oracıkta müslüman oldum.”
“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh.” diyerek şehadet getirdim.
Rasulullah sevinç belirdiğini gördüm…
Bu konunun devamını bir daha ki yazımda yazacağım inşallah.
Selam ve Dua ile….