BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İSLAMİ AHLAKIN MERTEBELERİ -4
Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim, din gününün sahibi ALLAH Azze ve Celle’ye olsun. Salât ve Selam örneğimiz, önderimiz, liderimiz kendisine uyulmadığı ve izinden gidilmediği müddetçe kurtuluşun mümkün olmadığı Hz. Muhammed(sav)’e âline ashabına olsun inşallah
İslam’ı Ahlakın mertebelerinden İman ve İslam ve takvayı açıkladık. Şimdi de ihsan’ı ele alalım. Bildiğiniz gibi ihsan İslam tabakalarının en üstünü ve en yükseğidir. İhsan aslında kişinin Allah’a ve peygamberine olan gönül bağıyla İslam’da eriyip yok olmasıdır. Kökleşmiş bir sevgi, sadık bir vefa, kıymetli varlıkları feda etmektir. Takvanın temel düşüncesi Allah’tan korkmaktır. Bu takva kişiyi Allah’ın gazabından korunmaya teşvik eder. İhsandaki temel düşünce de kişinin taşıdığı Allah sevgisidir. Bu sevgi kişiyi onun rızasını istemeye teşvik eder. Takva ile ihsan arasındaki farkı anlamanız için herhangi bir hükümette çalışan memurları misal vermek istiyorum. Bu memurlardan bazıları kendilerine verilen görevleri itaat duygusu içinde kendilerini o işte tamamen vererek yerine getiriyorlar. Hükümetin koyduğu kanun ve ölçülere sadık kalıp aykırı bir davranış içine girmiyorlar. Hükümetin menfaatine halel getirecek ve hükümeti karşılarına alacak bir şey asla yapmıyorlar. Bunların karşısında ikinci bir tabaka var ki onlar da hükümete samimi, sadıkane ve vefakarca bağlanmış ve hükümete yardım ediyorlar. Kendilerine verilen görevleri eksiksiz yerine getiriyorlar. Hatta kafalarını çalıştırıp, gayretlerini sarfederek çalışmak için yeni metodlar icad ederek hükümete menfaat sağlayacak ve onun adını yüceltecek işler yapıyorlar. Bu duygu ve düşüncelerinin gereği olarak kendilerinden istenenlerin fevkinde çalışmalar yapıyorlar. Hükümeti tehdit eden bir şey gördüklerinde onu korumak için canlarını, mallarını feda ediyorlar. Kanunların çiğnendiğini gördükçe onun acısını kalblerinde hissediyorlar. Hükümet aleyhinde bir vefasızlık gördüklerinde bu onları rahatsız ediyor ve ellerindeki bütün imkanlarla bu isyan ateşini söndürmeye ve kökünden söküp atmaya gayret ediyorlar. Bunların en büyük emelleri devletlerinin heybetli ve azametli olması, başı dik ve dünya devletleri arasında sözü geçer hale gelmesidir. Yeryüzünde tabi oldukları devlet bayrağının dalgalanmadığı bir köşe kalmasın istemektedirler. İşte bunlar devletlerine karşı ihsan sahibi olan kimselerdir. Ötekiler ise devletlerine takva sahibi olanlardır. Elbette ki takva sahibi olanlar hükümete vefakar olan memurların listesine girecek ve dereceleri yükselecektir. Ancak ihsan sahipleri öyle yüksek dereceye haiz olacaklardır ki takva sahiplerinin başları onların ayaklarına ulaşamayacaktır. Ne takva sahiplerinin ne de başkalarının yetişemeyeceği bir makama sahip olacaklardır. Aynı şekilde takva ve ihsan sahiplerini İslam ölçüleri içinde kıyaslayabilirsiniz. Evet takva sahipleri kendilerine güvenilen ve itimat edilen kimselerdir ama islamın kuvveti ve cevherindeki canlılığı sadece ihsan sahibi olan muhsinlerde bulunur. İslamın bu alemde yapılmasını istediği şeyleri yalnız bu tabakadaki muhsinler yapacaktır. Yerine getirecektir.
İhsanın bu hakikatını anladıysanız Allah’ın dininin küfür önünde mağlup olduğunu ve artık kafirlerin işi ele aldığını ve Allah’ın kanunlarının çiğnenmekle kalmayıp küfür önünde yok olmaya yüz tuttuğunu, şeriatın ihlal edildiğini sadece fiilen değil kanunen de yasak olduğunu ve artık yeryüzünde Allah’ın dininin hastalandığını, insanlığın ahlakında ve medeniyetinde küfrün galebesiyle fesada uğradığını İslam ümmetinin de hala süratle ahlaki ve ameli bazı sapıklıklarla bozulduğunu görenlerin durumunu düşün. Bütün bunları zaman zaman görüp hissettiği halde hayatları bulanmaz, rahatsız olmazlar ve şu utandırıcı hayattan kurtulup kamil ve salih bir hayat kurmak için gayrete girmezler.
Tam tersine Allah’ın kendilerine verdiği zeka ve aklı müslümanları kafirlerin kendilerine galip geldiğine ve bir şey yapamayacaklarına ikna etmeye gayret ediyorlar. Bu insanlar ihsan sahiplerinden sayılabilirler? Allah’ın emirlerine karşı gösterdikleri bu vurdumduymazlıktan sonra ihsanın o üstün tabakasına, mertebesine nasıl çıkarlar?
Sadece geceleri ihya ettikleri, kuşluk namazı kıldıkları, zikir ve virdlerini yerine getirdikleri ve ömürlerini bunlara sarfettikleri Kur’an ve hadis dersi yaptıkları ve fıkhın fer’i meselelerine ve mühim olmayan sünnetlere ehemmiyet verdikleri hayatlarını sürdürürler. Taraftarlarını nefis terbiyesi ve tezkiyesi için kurduklarını söyledikleri zaviyelerde hadis, fıkıh ve tasavvufun bazı nüktelerini kapsayan dindarlığa alıştırmaya devam ederler. Halbuki yaptıkları bu şeyler dinin özünü ve ayakta kalmasını sağlayacak hiçbir şeyi kapsamamaktadır. Allah’tan başkasının hakimiyetine teslim olmamak ve hakkın kelimesini yüceltmek için canını malını feda etmek olan, dinin özünden uzak vaziyette hayatlarını sürdürürler.
Vefakar ile hain düşman arasındaki bu fark dünyanın bütün devlet ve milletlerinde gözlenmektedir. Mesela devletin herhangi bir yerinde bir taife devlete isyan etse yahut dışardan bir düşman hücüma kalkışsa düşmanların ve hainlerin idaresini hoş görenler yahut onlardan memnun olanlar, aşağılık ve zilletlerini açığa vuran bir anlaşma yaparlar. Yahut düşmanlarının kontrolu ve himayesi altında bir düzen oluştururlar. Devletin büyük işlerinin tamamı bu düşmanların elinde, devlet hazinesi onların emrinde olur. Bu zavallılar da basit bazı işleri üstlenirler. Dünyada ne bir devlet ne de bir millet bu tip insanları kendilerine sadık ve muhlis kimselerden saymazlar. Küçük meselelerinde kendi milliliklerini koruma hususunda çok şiddetli de davransalar milli kıyafetlerini üzerlerinden çıkarmasalar da hiç bir millet ve devlet düşmanlarına meyleden bu tipleri kendisine halis ve sadık fertler olarak kabul etmez. Şu hükmümüzü ikinci dünya harbinde Almanya’nın sultasından kurtulan devletler doğrulamaktadırlar. O kavimler şu anda harbte ülkelerini istila edince Almanlara yardım eli uzatanlara nasıl muamele ettiklerini gördünüz mü?Dinsiz batı devlet ve milletlerinde vefa ve samimiyeti ölçen, tek bir ölçü var o da kişinin düşmana karşı çıkması, o düşmanı yok etmek için bütün gücünü sarfetmesi ve vefasını göstermek için bu istilacı güçleri kovmasıdır. Öyleyse bilmemiz lazım ki Allah dost ve düşmanlarını insanlardan daha iyi bilir. Zannediyor musun ki Allah sakalın uzatılmasına, tesbihlere, vird ve ezkara, nafilelere ve benzeri işlere aldanır?
Kısa ve öz şöyle anlamalıyız ki, Seyyid Kutub (r.h)’ın dediği gibi: “Takva kalbin uyanık olup her daim Allah (c.c)’ın yönetiminin altında olduğunun şuuruna varmak, İhsan ise Allah (c.c)’ın gözetiminin idrakine (fıkhına) varmaktır.
Rabbim bizleri kendi yönetim ve gözetiminin altında olduğunun idrak eden ve o hal üzere yaşayan ve hayatını sonlandıranlardan olmayı nasip etsin.
Velhamdulillahirabbilalemin.