VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 29. VE 30. AYET-İ KERİMELER
Allah Korkusu Ve Bunun Fazileti
29- Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız, O size iyi ve kötüyü ayır-dedecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter, size mağfiret eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Açıklaması
Ey müminler! Emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah’tan korkarsanız, size hak ile bâtılı ayırmaya yarayan bir hidayet ve kalble-rinizi aydınlatan bir nur verir. Bu nur, Allah’ın aşağıdaki ayetinde hikmet diye ifade ettiği takva üzerine kuruludur: “Kime hikmet verilirse, muhakkak ona pek çok hayır verilmiştir” (Bakara, 2/269). Şu ayette de aynı şeye işaret ediliyor: “Sizin için aydınlığıyla yürüyeceğiniz bir nur kılsın.” (Hadid, 57/28).
Allahü Teâlâ, takva sahibine öyle bir yetenek verir ki, onunla doğru ile eğriyi, hakla bâtılı, İslâm’la küfrü birbirinden ayırd eder. Böylece Allah’ın şu ayetinde emrettiği gibi bir rabbani olur: “Fakat o: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz kitap sayesinde Rabbaniler olun, der” (Aİ-i İmran, 3/79).
Yine, Allahü Teâlâ’dan korkarsanız, sizin geçmiş günahlarınızı ve kötülüklerinizi bağışlar, onları insanların gözlerinden siler, size çok sevap verir. Allah, geniş fazl ve büyük ihsan sahibidir. Buna benzer bir ayet de şöyledir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, Rasûlüne de iman edin ki, rahmetinden size iki nasip versin. Sizin için aydınlığıyla yürüyeceğiniz bir nur kılsın ve size mağfiret etsin. Allah gafurdur, rahimdir” (Hadid, 57/28). [1][14]
Müşriklerin Peygamber (S.A.)’e Kurdukları Tuzak Çeşitleri
30- Hani bir zamanlar o kâfirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri, ya da seni çıkarmaları için tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken, Allah da bu tuzağın karşılığını kendilerine veriyordu. Allah, tuzak kuranla- ra karşılık verenlerin en hayırlısıdır.
ânlara ayetlerimiz (Kur’an) okunduğu zaman: “İşittik, eğer dilersek biz de elbet bunun benzerini söylerdik. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdir.
Açıklaması
Ey peygamber! Müşriklerin, senin ve davanın aleyhine önemli bir meseleyi görüşmek üzere toplandığı o zamanı hatırla. O, nimete şükrü, ibret ve öğüt alınmasını gerektiren çok güç zamanda, Rabbinin seni desteklediğine ve davanda samimi olduğuna işaret eden bir şeydir.
Senin için üç şeyden birini uygulamayı düşünmüşlerdi:
1- Seni hapsederek, davetten alıkoymak.
2- Bütün kabilelerin ortak olacağı bir şekille seni öldürmek,
3- Seni memleketinden çıkarmak.
Onlar, sen farketmeden sana kötü bir şey yapmak için gizlice tuzak hazırlıyorlardı. Fakat Allah’ın kudreti, onların tuzağını boşa çıkardı. Herhangi bir ezaya maruz kalmadan seni, onların arasında sağ salim çıkardı. Mekke’den Medine’ye gittin. “Tuzak kuruyorlardı” sözü, ona yaptıkları tuzakları gizlediklerini gösterir. “Allah da bu tuzağı karşılığını onlara veriyordu” sözünün manası, onların tuzaklarını azapla cezalandırır demektir. “Allah tuzak kuranlara karşılık verenlerin en hayırlısıdır” sözünün manası şudur: Onun tuzağı, başkalarının tuzağından daha nüfuz edici, daha etkilidir. Çünkü Cenab-ı Hakk’m tedbiri hakkın zaferidir, bir adaletidir. Çünkü o, gerekli olanı yapar.
Buradan anlaşılıyor ki, kâfirlerin Hz. Peygamber’e ve onun davasına karşı tutumları, daima kötülük ve eza şeklinde olmuştur.
Allahü Teâlâ, onların Muhammed (s.a.)’in zâtına karşı hazırladıkları tuzağı anlattıktan sonra, getirdiği dine ve kitaba karşı hazırladıkları tuzağı da anlatarak şöyle buyurdu: “Onlara ayetlerimiz okunduğu zaman: “İşittik, eğer dilersek, biz de elbet bunun benzerini söylerdik. Bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi.” Yani, Kur’ân’m açık ayetleri okunduğu zaman, cahilliklerinden, inatlarından, akılsızlıklarından ve kibirlerinden: İsteseydik, bunun benzerini biz de elbet söylerdik, dediler. Bu, zımmen, onların Kur’ân’m benzerini getirmekten acizliklerini itirafı içine almaktadır. Nitekim O, Kur’ân’m en kısa sûresini meydana getirmelerini istemiştir. Onların iddiası, korkak zayıf bir kimsenin cesur, kahraman bir kimsenin önünde, onu, öldürebileceği iddiasını savurması gibidir.
Bu sözün sahibi Nadr b. Haris’ti. Rivayet olunduğuna göre, Nadr b. Haris, ticaret yapmak üzere Hire’ye gitti. Kelile ve Dimme’nin sözlerini içine alan kitaplar satın aldı. İslâmiyetle alay edenlerle birlikte oturur, onlara eskilerin efsanelerini okur, onların da Muhammed (s.a.)’in zikrettiği önceki ümmetlerin kıssaları gibi olduğunu iddia ederdi.
Yine o, İran’a gider, Rüstem, İsfendiyar ve diğer İran büyükleriyle ilgili haberleri dinler, Yahudi ve Hristiyanlara uğrar, onlardan Tevrat ve İncil dinler, sonra duyduklarını anlatmak üzere Mekke’ye gelirdi.
Sonra yalan sözlerini daha yalanıyla açıklayarak şöyle dediler: Bu Kur’ân, ancak daha Öncekilerin haberleri, yalanları ve sözleridir. Ayetin benzeri şu ayettir: “Ve dediler ki: “Eskilerin masallarıdır ki onu yazdırmıştır. Onlar sabah ve akşam ona okunur” (Furkan, 25/5).
“Eskilerin efsaneleri” sözünün manası, önceki kavimlerin kitapları, onlardan öğreniyor ve onları insanlara okuyor, demektir. Bu, tam bir yalandır. Nitekim, şu ayette Cenâb-ı Hak, bunu haber vermektedir: “De ki: “Onu göklerin ve yerin gizliliklerini bilen Allah indirdi. Muhakkak ki O gafurdur, rahimdir” (Furkan, 25/6).
Bu sözü söyleyen Nadr b. Haris hakkında şu ayet nazil olmuştur: “İnsanlar içinde bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence edinmek için boş söze müşteri çıkanlar vardır” (Lokman, 31/6). O, insanları, Kur’ân dinlemekten alıkoymak için, geçmiş ümmetlerin haberlerini, insanlara okumak üzere güzel bir cariye satın almıştı.
Görüldüğü üzere onlar, Kur’ân ayetlerini geçmişlerin kıssalarına benzettiler. Ancak onların Hz. Muhammed tarafindan uydurulduğunu söylemediler. Çünkü onun doğruluğuna, yalan söylemeyeceğine inanıyorlardı. Nitekim bu hususta Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Onlar aslında seni yalanlamı-yorkt& Fakat o zalimler bile bile Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar” (En’am, 6/33).
Nadr b. Haris, Ebû Cehil, Velîd b. Muğire gibi Kureyş’in ileri gelenleri, insanların Kur’ân’ı dinlemelerini engelliyor, sonra da kendileri geceleri Peygamberi dinlemeye çalışıyorlardı. Hatta, Velîd b. Muğire, Kur’ân ayetlerinden etkilenerek: “O üstün gelir, ona üstün gelinemez” dedi, sonra da müşrik liderlerin tesiriyle, araplar duymasın diye bu sözünü değiştirmeye çalıştı ve: “Şüphesiz bu, tesirli bir büyü” dedi. [2][15]