VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 41. VE 44. AYET-İ KERİMELER
Ganimetlerin Taksimi Keyfiyeti
41- Eğer Allah’a ve kulumuza, hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun biri-birleriyle karşılaştıkları gün indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’ın, Rasulünün, hısımlarm’ yetimlerin, yoksulların ve yolcunundur. Allah, her şeye gücü yetendir.
Açıklaması
Bu ayet, Enfal sûresinin başındaki “sana enfalden soruyorlar” ayetinde kısaca zikrolunan hükmün açıklaması mahiyetindedir. Bu ayette Cenab-ı Hak, onlar hakkında hüküm vermenin Allah’a ait olduğunu, Resulullah (s.a.)’in onları, Allah’ın kendisine emrettiği şekilde taksim edeceğini açıklamıştır. Bu ayette, sadece bu ümmete helâl kılman ganimet mallarının hükmü açıklanmış, onların beşte birlere ayrılacağı, bir beşte birin ayette zikrolunanlara taksim olunacağı zikrolunmuştur. Geriye kalan dört beşte bir de, sünnetin açıkladığı gibi, gazilere verilir: Savaşan askerlerden piyadeye bir pay, atlıya iki yahut üç pay verilmek üzere taksim olunur. Ayette beşte birin kimlere verileceği açıklanmış, diğer beşte birlerin kimlere verileceğinden söz edilmemiştir. Kurtubî şöyle der: Allah ganimeti savaşanlara izafe etmiş, sonra beşte birinin, kitabında zikrettiği kimselere verileceğini belirlemiş, diğer dört beşte birin ise ne yapılacağını zikretmemiştir. Bu da, diğer beşte birin gazilerin olacağına işaret eder. Nitekim: “Ona anne babası varis olur, annesi mirasın üçte birini alır” ayetinde, üçte ikinin kime verileceği hakkında herhangi bir açıklama yapılmadığı halde, üçte ikinin babaya ait olacağı hususunda ittifak edilmiştir. Burada da geriye kalan dört beşte birin gazilerin olacağı hususunda icma vardır.[1][19]
Açıklandığı gibi ganimet, müşriklerin mallarından müslümanların eline zorla geçen şeydir. Ayette altı sınıf zikrolunmaktadır. Ebu’l-Aliye’den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Allah’ın payı Kabe’ye sarfolunur. Buna Allah’ın evlerinin tamirinin müslümanların görevi olduğu şeklinde cevap verilmiştir. Tercih edilen, ya da üzerinde ittifak olunan görüşe göre, ganimetlerin beşte biri beş sınıfa taksim olunur. “Beşte biri Allah’ındır” ayetinde Allah’ın adı, O’ndan yardım umudu ve tazim için, işlere O’nun ismiyle başlanacağını, her şeyin O’na havale edileceğini, O’nun dilediği gibi hükmedeceğini, dünya ve ahiretin O’nun mülkü olduğunu öğretmek için zikrolunmuştur. Geriye kalan beş sınıfı şöyle açıklayabiliriz:
1- Resulullah (s.a.)’in payı: Resulullah, kendine düşen payı istediği yere sarfeder. Ömer b. Abdülaziz, “Beşte biri Allah’ındır” ayetinin, Allah yolunda sarfedilir anlamını taşıdığını belirtmiş, İbnü’l-Arabi de, doğrusunun bu olduğunu söylemiştir.
2- Hısımların payı: Tercih edilen görüşe göre, bunlar Haşim ve Muttalib oğullarıdır. Bu, Şafiî, Ahmed b. Hanbel ve diğer bazı âlimlerin görüşüdür. Dayandıkları delil, Buharî ve Nesaî’nin tahric ettikleri şu hadistir: “Peygamber (s.a.) hısımların payını, Haşimoğullarıyla Abdülmuttaliboğulları arasında taksim ettikten sonra: ‘Onlar, ne cahiliyye, ne de İslâm döneminde benden ayrılmadılar. Haşimoğullarıyla Muttaliboğulları aynı şeydir1 buyurdu ve parmaklarını birbirine geçirdi.” Buharî’nin söylediğine göre Leys şöyle demiştir: Bana Yunus şunu anlattı: Peygamber (s.a.), Abdü Şems ve Nevfel oğullarına bir şey vermedi. İbni İshak şöyle der: Abdü Şems, Haşim ve Muttalib ana bir kardeştirler. Anneleri Atika bintü Mürre’dir. Nevfel de, baba bir erkek kardeşleridir. Nesaî şöyle der: Peygamber (s.a.) hısımlarına -ki, onlar Haşim ve Muttaliboğul-larıdır- zengin-fakir gözetmeksizin taksim etti.
Olayın ayrıntılarını İbni Cerir et-Taberî, Nevfeloğulları’ndan Cübeyr b. Mut’im’den naklen şöyle tahric eder: Resulullah (s.a.) Hayber’den alman ganimetlerden hısımların payını, Haşim ve Muttaliboğulları’na pay edince, ben ve
Abdü Şomsoğullan’ndan Osman b. Affan (r.a) ResululM’a gidip: “Ey Allah’ın Rasûlü! Şu Haşimoğulları senin kardeşlerin, Allah seni onların arasından seçtiği için, faziletlerini inkâr etmeyiz. Şu kardeşlerimiz Muttaliboğullan’nm ne fazileti var ki, onlara verip bize vermedin?” deyince: “Onlar cahiliyye döneminde de, İslâm döneminde de, bizden ayrılmadılar. Haşimoğullarıyla Muttaliboğulları aynı şeydir” buyurdu. Sonra da ellerini birbirine kenetledi. Resulul-lah(s.a)’m ganimetlerden onlara vermesi şu sebepten ileri geliyordu: Haşim ve Muttaliboğulları, Peygamber (s.a.)’i himaye ettikleri için Kureyş’in yazıp Kabe’ye astığı boykot sayfası gereğince, boykota maruz kalmışlar, Abdü Şems ve Nevfeloğulları ise Hz. Peygamberi destekleme işine girmemişler, dolayısıyla boykota maruz kalmamışlardı. Abdü Şems oğlu Ümeyyeoğulları, Cahiliyye ve İslâm döneminde Haşimoğullarına düşmandılar.
Resulullah (s.a.)’in vefatından sonra, Şafiî’ye göre -ki onun bu görüşü ayetin zahirine uygundur- ganimetler beş paya bölünür, Resulullah (s.a.)’in payı da cihad hazırlığı olmak üzere, silah ve at gibi şeylere sarfedilir. Peygamber (s.a)’in yakınlarına ayrılan pay, zengin fakir gözetilmeksizin erkeğe iki, kadına bir pay olmak üzere taksim olunur.
Geriye kalan da yetimlere,yoksullara ve yolculara dağıtılır.
Ebû Hanife’ye göre ise, Resulullah (s.a.)’in vefatından sonra, ona pay ayrılmaz. Hısımların payı da böyledir. Bu sebeble, beşte bir, yetimler, muhtaç olanlar ve yolcuhır olmak üzere üç sınıfa taksim olunur.
İmam Malik’e göre, beşte bir Beytü’1-male konur, imam onda tasarrufta serbest bırakılır. Ayette adı geçen sınıflara taksim etmeyi uygun görürse taksim eder,bazısına verip bazısına vermemeyi uygun görürse öyle yapar.
İmam Malik ve Malikîler, bu sınıfların âdeta örnek olarak zikredildiği, özelin zikredilerek genelin kasdedildiği, Şafiî ve Ebû Hanife ise, özelin zikredilip yine onun kasdedildiği görüşündedirler.
Malikîler, Resulullah’m hayatından şu haberleri delil gösterirler:
- a) Buharî’nin Sahih’inde rivayet olunduğuna göre, Resulullah (s.a.), Necd tarafına bir seriyye gönderdi. On iki deve ele geçirdiler. Birer birer ganimet olarak bölüştüler.
- b) Peygamber (s.a.) Bedir esirleri hakkında: “Mut’im b. Adiyy sağ olup şunlar hakkında benimle konuşsaydı, bunları ona bırakırdım” buyurmuştur.
- c) Resulullah (s.a.), Hevazin esirlerini geri verdi. Halbuki bunda beşte bir vardı.
- d) Peygamber (s.a.): “Allah’ın size ganimet olarak verdiği şeylerden benim hakkım ancak beşte birdir, o da size verilecektir” buyurmuştur.
- e) Buharî’nin Sahih’inden rivayet olunduğuna göre, Abdullah b. Mes’ud şöyle demiştir: Peygamber (s.a.) Huneyn günü, ganimet konusunda bazı insanlara üstünlük tanıdı. Bu cümleden olarak Akra b. Habis’e ve Uyeyne b. Hısn’a yüzer deve verdi. Arap eşrafından bazılarını da tercih edip fazla verdi. Bunun üzerine biri: “Vallahi bu taksimde adil davranılmadı, ya da Allah’ın rızası gözetilmedi”, dedi. Ben de: Vallahi, bunu peygambere mutlaka söyleyeceğim dedim ve haber verdim. Resulullah: “Allah, kardeşim Musa’ya merhamet etsin. O bundan daha çok eziyete maruz kaldı da, sabretti”, buyurdu (ıl
Nesaî, Ata’nm şöyle dediğini nakleder: Allah’a ait beşte birle, Resulullah (s.a.)’e ait beşte bir, aynı şeydir. Resulullah (s.a.), onu alıyor, ondan veriyor, onu dilediği yere sarfediyor, onunla dilediğini yapıyordu.
Bütün bu deliller, beşde bir payın dağıtımının imama bırakıldığına, ayette zikrolunan sarf yerlerinin bir açıklama mahiyetinde olup mutlaka oralara sar-fedilmesi gerektiği şeklinde olamayacağına işaret eder. Nitekim Kurtubî şöyle der: “Eğer bu, mutlaka o yerlere sarfedileceğini ifade etseydi, Resulullah (s.a.) bazan onu bunların dışındaki kimselere vermezdi.”
3- Yetimler: Bunlar, babaları ölen müslüman çocuklardır.
4- Yoksullar: Müslümanlardan ihtiyaç sahibi olanlardır.
5- Yolcu: Bir yolculuğa çıkıp da yolda kalanlardır.
Sonra Cenabı Hak: “Eğer Allah’a inanmışsanız…” buyuruyor. Yani Allah’a, ahiret gününe ve peygamberine indirdiğine inanmışsanız, ganimetler konusunda meşru kıldığımız beşte bir emrime uyun, ya da bilin ki ganimet olarak aldığınız şeyin beşte biri, bu beş sınıfa sarfedilir. Ona tama etmeyin. Allah’a ve O’nun Rasûlü-ne indirdiğine samimi olarak inanmışsanız, geriye kalan dört beşte birle kanaat edin. Bedir Günü: Hak ile bâtılı birbirinden ayırdığımız, kâfirlere karşı müminlere yardım ettiğimiz, müslüman ve kâfir iki topluluğun Ramazanın 17’sinde karşılaştığı, Resulullah (s.a.)’in hazır bulunduğu ilk savaştır. Allah buna ve bundan başka şeylere muktedirdir. Az olduğunuz halde, sizi zafere ulaştırmaya gücü yeter. Hiçbir şey O’nu, istediğini yapmaktan, peygambere vadini yerine getirmekten alıkoyamaz.
Ayette Allah’ın koyduğu sınırları aşmaktan sakındırma vardır. Sadece bilmek yeterli değildir. Aksine bilmenin, inanç ve amelle birlikte olması gerekir. Allah’a, peygambere, ona indirilene ve ahiret gününe iman, eşyada tasarruf hakkının Allah’a ait olduğunu, taksim işini Rasûlüne bırakmasının O’nun yetkisinde olduğunu, dolayısıyla beşte biri bu sınıflar arasında onun taksim edeceğini bilmektir. Çünkü zafer Allah’tandır. Meleklerle size yardım eden O’dur. Şartın cevabı, size bildirdiği taksim hususunda Allah’ın emriyle amel edin, O’na uyun, teslim olun şeklinde takdir olunabilir. “Bilin” şeklinde bir emir olmamasının sebebi, ilim ve inancın değil, amelin murad olunmasıdır. Çünkü “bilin” sözü, ganimetler konusunda Allah’ın emrine boyun eğmeyi, O’na teslim olmayı içine alır. [2][20]
Bedir’de Müminlerin Müşriklere Çok, Müşriklerin Müminlere Az Gösterilmesi
42- Hani siz vadinin yakın bir kenarında idiniz. Onlar ise en uzak bir kıyısında idiler. Süvariler de sizden daha aşağıda idi. Eğer onlarla buluşmak üzere sözleşmiş olsaydınız, muhakkak ki ihtilâf ederdiniz. Fakat Allah, olması gereken bir emri yerine getirmek için (sizi topladı). Böylece helak olan kişi, apaçık bir delil üzere helak olsun. Diri kalan kişi de, yine açık bir delil üzere yaşasın. Şüphesiz Allah, hakkıyla işiti-cidir.
43- Hani Allah onları, rüyanda sana az göstermişti. Eğer onları sana çok gösterseydi, elbette kaçınacaktınız ve iş hakkında çekişecektiniz. Fakat Allah sizi bundan kurtardı. Çünkü O, şüphesiz kalblerde olanı hakkıyla bilicidir.
44- Hani siz karşılaştığınız zaman, onları gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Böylece Allah, yerine gelmesi gereken emri yerine getirdi. İşler ancak Allah’a döndürülür.
Açıklaması
Ey müminler! Sizinle müşrikler arasında geçen o çetin karşılaşmayı hatırlayın. O savaşta size zafer nasip ettiği için, O’na şükredin. Çünkü siz düşmanla korkunç bir karşılaşma içindeydiniz. Siz Medine’ye yakın, kaygan kumluk bir arazide, müşrikler Medine’den uzak, Mekke tarafındaki suya yakın vadide, Ebû Süfyan’ın da içinde bulunduğu 40 kişilik Kureyşli kervan da sahil tarafın-daydı. Bu halde sizi zafere ulaştırdı. Dolayısıyla O’na şükredin.
Eğer siz ve müşrikler, savaşmak için bir yerde buluşmak üzere sözleşsey-diniz; siz az, düşmanınız çok olduğu için sizin onlardan, onların da Resulullah (s.a.) ile savaşma korkusundan dolayı sözleştiğiniz vakitte buluşmazdınız.
Fakat sizin, hiçbir sözleşme ve savaş arzusu olmaksızın karşı karşıya gelmeniz, Allahü Teâlâ’nm kudret, hikmet ve ilminin istediği, İslâm’ı aziz ve müslümanlan muzaffer kılmak, şirki zelil ve şirk ehlini rezil etmek, o karşılaşmadan sonra, mümin dostlarını zafere ulaştırmak, kâfir düşmanlarını kahretmek, dolayısıyla müminlerin imanlarını, Allah’ın emrine itaatlarmı artırıp şükürlerini açıklamak, gerçekleştirmek içindi.
Bu karşılaşmanın uzun vadede bir başka etkisi vardı: Kâfirlerden ölecek olanların, İslâm’ın hakikatini ispat eden açık bir delili bizzat gözleriyle gördükten sonra ölmeleri, müminlerden yaşayacak olanların da, Allah’ın dinini yüce kıldığını gösteren bir delili gördükten sonra yaşamaları, Çünkü Bedir olayı, imanı pekiştiren, salih amele sevkeden ve Allahü Telâlâ’nın: “Yakında o topluluk yenilecek ve arkalarını dönerek kaçacaklardır” (Kamer, 54/45) sözünün gerçekleştiği açık ayetlerdendir.
“Helak olması için” ve “yaşaması için” kelimelerini istiareyle tefsir etmek sahihtir. “Helak” kelimesi küfür, “hayat” kelimesi İslâm manasında kullanılmıştır. Anlam şöyle olur: Aleyhinde delil, ayet ve ibret gördükten sonra küfredecek olanın küfretmesi, gördüğü ayet ve ibretten sonra iman edecek olanın iman etmesi için. Bundan dolayı gerçekten Bedir olayı, hakla bâtılı birbirinden ayıran bir olay oldu. Peygamberlerinin kendilerine müjdelediği gibi, zafere ulaşmaları sebebiyle müminlerin lehinde bir hüccet, bâtılın askerleri olmaları sebebiyle hezimete uğramaları dolayısıyla kâfirler aleyhinde de bir hüccet oldu.
Anlamın açıklaması: Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: Allah, size yardım etmek, hakkı bâtıla üstün kılmak için, sizi düşmanınızla sözleşme olmaksızın bir araya getirdi. Böylece mesele ortaya çıktı, delil kesin olarak göründü. Hiç kimsenin herhangi bir hücceti ve şüphesi kalmadı. Helak olan da aleyhine hücceti -Bedir savaşı gözle görülür bir delildir ve aklî, nazarî burhanlardan daha etkilidir- gördükten sonra helak oldu.
Şüphesiz Allah, her şeyi duyan ve bilendir. Kâfirlerin ve müminlerin sözleri, inançları ve işleri O’na gizli değildir. O, kâfirlerin dediklerini duyar, hallerini bilir, müminlerin dua ve niyazlarını, yardım isteklerini duyar, bilir. Onların düşmanlarına karşı yardıma müstehak olduklarını bilir, duyar ve bildiği her şeyi değerlendirir.
Ey peygamber! Allah’ın sana, uykunda kâfirleri az ve zayıf gösterdiği, senin de bunu ashabına haber verdiğin, onların kalblerinin ve ruhlarının rahatladığı zamanı hatırla.
Eğer O, onları sana gerçekteki gibi çok ve kuvvetli gösterseydi, onlardan ürker, aranızda ihtilâfa, savaş konusunda anlaşmazlığa düşerdiniz. Çünkü onlardan bir kısmı, iman ve azmi kuvvetli, bir kısmı zayıf, işi yokuşa süren kimseydi.
Fakat Allah, onları sana az göstermekle, böyle bir korku ve ihtilâftan sizi kurtardı. Şüphesiz Allahü Teâlâ, kalplerin gizlediği şeyleri, savaştan geri durmaya iten zaaf ve sabırsızlık halini bilir.
Ey peygamber ve müminler! Allah’ın savaştan önce, dünya gözüyle kâfirleri size az gösterdiği, sizin de cesaretlendiğiniz, maneviyatınızın yükseldiği, sizi de kâfirlerin gözlerinde az gösterdiği, dolayısıyla onların aldanıp size karşı hazırlık yapmadığı -hatta Ebû Cehil, Muhammed’in adamları doyumlarına günde bir deve yetecek kadar az, onları hemen tutun, bağlayın, demişti- o zamanı hatırlayın.
Cenab-ı Hak bunları, müminlerin zaferine ve İslâm’ın yücelmesine, kâfirlerin hezimete uğramasına, küfür ve şirkin zelil olmasına bir hazırlık kıldı.
İbni Ebî Hatim ve İbni Cerir, İbni Mes’ud’dan şöyle rivayet ederler: Bedir Günü, onlar bizim gözümüze az gösterilmişlerdi. Hatta ben yanımdaki bir adama, onları yetmiş kadar mı gördüğünü sordum. O, hayır, yüz falan dedi. Nihayet onlardan birini yakalayıp sorduğumuzda, bin kişiydik, dedi.
Bunların hepsi, savaştan önce olan şeylerdi. Savaş sırasmdaysa, kâfirler müslümanlan kendi sayılarının iki katı gördü. Korkuları arttı, maneviyatları zayıfladı. Nitekim Cenab-ı Hak, bunu şöyle ifade eder: “Muhakkak karşılaşılan iki toplulukta sizin için bir ibret vardı. Bir topluluk Allah yolunda savaşıyorlardı ve diğeri ise kâfirdi. Onlar öbürlerini gözleriyle kendilerinin iki katı olarak görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda basiret sahipleri için bir ibret vardır” (Al-i İmran, 3/12).
Sonra Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “İşler ancak Allah’a döndürülür”.[3][21]