sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 55. VE 60. AYET-İ KERİMELER

VEHBE ZUHAYLİ (RH.A)’İN BAKIŞ AÇISIYLA ENFAL SURESİ 55. VE 60. AYET-İ KERİMELER
Aralık 30, 2025 09:57
15
A+
A-

Ahdini Bozanlara Ve Kendisinden Ahid Bozma Belirtileri Görülenlere Allah’ın Muamelesi

 

55- Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü, şüphesiz kâ­firlerdir. Artık onlar iman etmezler.

56- Ki onlar, kendilerinden birtakım kimselerle muahede ettikten sonra, ço­ğu zaman ahidlerini bozarlar. Onlar sakınmazlar da.

57- Eğer bunları savaşta yakalarsan, onlara vereceğin ceza ile arkalarında­ki kimseleri de ürküt. Olur ki ibret alırlar.

58- Eğer bir kavmin hainliğinden kesin endişeye düşersen, adalet üzere kendi­lerine (anlaşmalarını) at. Çünkü Allah hainlik edenleri sevmez.

59-  O küfredenler geçtiklerini ve sizi aciz bırakacaklarını zannetmesinler. Onlar asla aciz kılamazlar.

 

Açıklaması

 

Bu ayetler, Kureyza oğulları yahudileri hakkında indi. Şu manayı ifade ederler: Allah’ın hükmünde ve adaletinde, yeryüzündeki insanların en kötüleri, kâfir olanlar ve ahdi bozanlardır. İki sıfattan dolayı -küfrü daim ve inatta ısrar etmeleri, yaptıkları ve yeminlerle pekiştirdikleri ahdi bozmaları- Allah’ın ya­rattıkları içinde en şerlileridir. Onların üçüncü bir sıfatı da işledikleri hiçbir günahta Allah’tan korkmamaları, yaptıkları haksızlıkta ve ahdi bozmada O’ndan sakmmamalarıdır.

Cenab-ı Hak, hiçbir faydaları olmadığı için, hayvanlar derecesine, hatta onlardan daha kötü bir dereceye düştüklerine işaret maksadıyla, onları insan­ların en şerlileri olmakla nitelendirmiştir. Nitekim bu tür kimseler hakkında: “Onlar ancak hayvanlar gibidir, belki daha da sapıktırlar” (Furkan, 25/44) “Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Onlar gafil olanların ta kendileridir” (A’raf, 7/179) buyuruyor.

Cenab-ı Hak, onların üç sıfatını açıklayarak, özellikle burada ahdi bozma­yı tekrar ettikten sonra, ahdi bozanın hükmünü -ki o öldürmedir- açıklayarak: “Onları savaşta yakalarsan” buyuruyor. Yani, savaşta ele geçirirsen, onları öy­lesine ağır bir şekilde cezalandır ki, arap olan veya olmayan diğer düşmanlar senden korksun, onlara ibret olsun. Herhalde bundan ibret alırlar, ahdi boz­maktan, bir daha benzer şekilde davranmaktan sakınırlar.

Bu, savaşın arzulanan bir şey olmadığını, ancak taşkınlığı ve düşmanlığı önlemek, Allah’ın dinini yüceltmek için zorunlu olduğunu, ahdi bozanlara sert davranmanın, aynı şeyi onlar ve başkaları yapmasın diye ibret ve öğüt için is­tenen bir şey olduğunu göstermektedir.

Korunma tedaviden daha hayırlı olduğu için, Cenab-ı Hak, ahdi bozma ve hıyanet belirtileri görülen kimselerin hükmünü açıklamak üzere: “Eğer bunları savaşta yakalarsan, onlara vereceğin ceza ile arkalarındaki kimseleri de ürküt.” buyurmuştur. Yani, antlaşma yaptığın bir topluluktan, aranızdaki antlaşmayı bozduklarını açık bir delille öğrenirsen, onlara antlaşmalarını bozduğunu, ar­tık aranızda bir ahid kalmadığını bildir. Bunu sen de bil, onlar da bilsin. Ara­nızda savaş hali bulunduğunu bildir. Ayette geçen “nebz” kelimesi, lügatta at­mak, reddetmek manasına gelir. “Seva” kelimesi ise, eşitlik manasınadır.

Şüphesiz Allah, hıyaneti sevmez ve onu cezalandırır. Kâfirlerin hakların­da bile olsa, durum budur. Öyleyse antlaşmayı bozduğunu gizleme, bu konuda aldatma yoluna gitme.

İmam Ahmed, Şu”be vasıtasıyla Süleym b. Amir’in şöyle dediğini nakleder: Muaviye, Rum topraklarında ilerliyordu. Onlarla aralarında bir antlaşma var­dı. Onlara hücum etmek istiyordu. Antlaşma bitince, onlara saldırdı. Birden yaşlı bir adamın bir hayvan üzerinde: “Allahü ekber, Allahü ekber, ahde vefa gösterin. Zulmetmeyin, Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Kimin bir kavimle bir andlaşması varsa, süresi bitene, ya da onlara haber verip bilgilendirene kadar, ahdi bozmasın” dediği duyuldu. Bu haber, Muaviye’ye ulaşınca, geri döndü. O yaşlı adamın Amr b. Anbese (r.a.) olduğunu gördü.[1][27]

Yine İmam Ahmed, Selman el-Farisî’nin şöyle dediğini nakleder: Bir kale­ye vardım. Arkadaşlarıma: ‘Bana izin verin, Resulullah (s.a.)’den gördüğüm gi­bi, onlara davette bulunayım’ dedim. Onlara şunları söyledim: ‘Ben de, sizden bir kimseydim. Allah beni İslâm’a hidayet buyurdu. Eğer müslüman olursanız, bizim sahip olduğumuz haklara siz de sahip olacak, bize yapılması caiz görülmeyen şeyler size de yapılmayacaktır. Müslüman olmazsanız, zelil ve hakir kimseler olarak cizye ödersiniz. Eğer cizye ödemeyi de kabul etmezseniz, size savaş ilân ederiz: “Şüphesiz Allah hainlik edenleri sevmez.” Üç gün bunu yap­tım, dördüncü gün gelip teslim oldular. Bu suretle, Allah’ın yardımıyla o kaleyi fethettik.

Beyhakî’nin rivayetine göre, Resulullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Üç şey vardır ki, bunlarda müslim-kâfir eşittir: Andlaşma yaptığın kimseye -müslim olsun kâfir olsun- karşı sözünü tam yerine getir. Çünkü ahde vefa Allah’ın hak­kıdır. Kiminle -müslim-kâfir fark etmez- aranda akrabalık varsa, akrabalığı de­vam ettir, ilgiyi kesme. Kim -müslim olsun, kâfir olsun farketmez- sana bir ema­net bırakırsa, onu ona geri ver.”

Sonra Allahü Teâlâ hainleri başlarına gelecek olan ceza ile korkutmakta, Bedir savaşında ve diğerlerinde Peygamber (s.a.)’e hıyanetlerinin cezasını gör­meyip kurtulduklarını zannedenlerin hallerini açıklayarak: “O küfredenler geç­tiklerini zannetmesinler” buyuruyor. Yani onlar bizden kurtulabileceklerini sanmasınlar, onlar bizim kudretimiz altındadır, bizi aciz bırakamazlar. “Yoksa kötülükler yapanlar bizden savuşacaklarını mı sandı? Ne kötü hükmediyorlar.” (Ankebut, 29/4).

Şüphesiz onlar, Allahü Teâlâ’yı âciz bırakamazlar, O’ndan kurtulamazlar, küfürleri sebebiyle mutlaka cezalandırılacaklar. “Sakın o küfredenlerin yeryü­zünde bizi âciz bırakacaklarını sanma. Onların varacakları yer, ateştir. O, ne kötü bir dönüş yeridir” (Nûr, 24/57); “Bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakabilecek de­ğilsiniz. Allah her halde kâfirleri rüsvay edicidir” (Tevbe, 9/2).

Ayet Allahü Teâlâ’nm, kâfirlerden ve Hz. Peygamber’e eziyet edenlerden intikam alıcı, onların müslümanlara galip gelme arzularını boşa çıkarıcı oldu­ğunu ifade ederek, Resulullah (s.a.)’i teselli etmektedir. [2][28]

 

Düşmanla Savaşmak İçin Hazırlık Yapmak

 

60- Siz de onlara karşı, gücünüzün yet­tiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki, bununla Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bundan başka sizlerin bilmeyip de Allah’ın bildiklerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, size tamamen ödenir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.

 

Açıklaması

 

Allahü Teâlâ müminlere, her çağa uygun savaş araçlarını hazırlamalarını, en üst düzeyde savaşa hazır bir ordu bulundurmalarını emrediyor: Çünkü or­du, ümmetin zırhı ve kuvvetli bir kalesidir. Bu da güç, imkân ve kudret oranın­da olacak bir şeydir. Bu manayı ifade için: “Onlara karşı, gücünüzün yettiği ka­dar kuvvet hazırlayın” buyuruyor. Yani, düşmanlarla savaşmak için, zamana ve mekâna uygun, maddî ve manevî hazırlık yapın. Sınırlarda atlar bulundu­run. Çünkü sınırlar, düşmanların ülkeye hücum ve nüfuz ettiği yerlerdir. Geç­mişte at, korkunç kara savaşlarının bir aracıydı. Bugün, her ne kadar büyük rol uçak, top, tank, denizaltı gemilerinin ise de, bazı yiyecek ve ihtiyaç madde­lerini dağ yollarından nakletmede, haber araştırma hallerinde önemini hala korumaktadır. Önemli olan, amacı gerçekleştirmektir. Bu yüzden ülke savun­ması için çağın gereklerine göre sürekli bir ordu bulundurmak, savaş alet ve vasıtaları hazırlamak gerekiyor. Bu da, bu işe para ayırmakla, güçleri oranın­da müslümanlarm destek olmasıyla olur. At, kuvvet kavramı içinde varken, Al­lahü Teâlâ şerefini, asaletini ve önemini ifade için özellikle zikretti.

Sonra ayet hazırlık yapmanın sebebini ve amacını açıklıyor: Geçmişteki Mekke müşrikleri gibi düşmanlıkları ortaya çıkmış kâfirleri, bu düşmanların dostu, gizli düşmanı korkutmak… Biz, gizli düşmanı bilsek de bilmesek de, önemli değildir. Onları Allah biliyor. Çünkü O, gaybları bilendir. Bu, yahudile-ri, geçmişteki münafıkları kapsadığı gibi, ondan sonra düşmanlıkları görülen Acem, Rum gibi çağımız dünyasındaki kimseleri de içine alır.

Her çağın savaşına uygun hazırlık olmadan, barış korunmaz. Örf, adet ve akıl açısından barışı korumak, ancak yeni savaş vasıtalarıyla mümkündür.

Cihada hazırlanmak, malsız olmayacağı için, Kur’an’da o yolda harcamada bulunmaya teşvik edilerek: “Ne harcarsanız…” buyuruluyor. Yani Allah yolun­da cihad için harcadığınız az veya çok her şeyin mükafatı, sahibine hiçbir nok­sanlık yapılmadan en mükemmel şekilde verilir. Ebû Davud’un rivayet ettiği hadisi şerifte, Allah yolunda harcanan bir dirhemin sevabının yediyüz katma kadar artırılacağı ifade olunmuştur. Nitekim ayette şöyle buyurulur: “Malları­nı Allah yolunda infak edenlerin hali, yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan tek bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, bol bol veren ve bilendir” (Bakara, 2/261).

“Allah yolunda…” sözü, cihad ve diğer hayır yollarını da içine almak üzere geneldir…

Bu, savaşa hazırlık yapmanın, çok para harcamaya bağlı olduğunu göste­riyor. Gerçekte harcanan şeyin karşılığını, harcayan kimse dünyada, malının, arazisinin, ticaret ve sanatının korunması, emniyet altında bulundurulması, ahirette de ebedî cennete nail olması sebebiyle görüyor. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “İnfak edeceğiniz hayır kendi faydanızadır. Zaten siz, Allah’ın rızasını aramaktan başka bir şekilde infak etmezsiniz. Hayırdan size fazlasıyla ödenir. Ve siz haksızlığa uğratılmazsınız” (Bakara, 2/272). [3][29]

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.