EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 99. VE 101. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
99- Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi.(101) Öyleyse, onlar mü’min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?(102)
100- Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkânı) yoktur.(103) O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar.(104)
101- De ki: “Göklerde ve yerde ne var? bir bakıverin.” İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarıp-korkutmalar bir şey sağlamaz.(105)
AÇIKLAMA
10l. Burada Allah’ın insanoğluna bahşettiği kendisine inanıp-inanmama özgürlüğüne atıf vardır. Yoksa, tüm insanların mü’min ve itaatkar kullar olarak yaratması ve yeryüzünde hiçbir asi ya da kafir kul bırakmaması işten bile değildi. Yahut da, Allah kolayca kullarını iman ve itaata çevirirdi. Fakat o zaman insanoğlunun yaratılmasının altında yatan hikmet geçersiz hale gelirdi.
102. Bu demek değildir ki, Hz. Rasul (s.a) insanları inanmaları için zorluyor; Allah ondan bunu men etmiştir. Aslında Kur’an, burada diğer birçok yerinde benimsediği tebliğ tavsiye yöntemini benimsemiştir; şöyle ki, her ne kadar kelimeler Hz. Rasul’ün (s.a) şahsına raci ise de gerçekte insanlarla ilgilidir. Denmek istenen şudur: “Ey insanlar elçimiz hidayet ile dalalet arasındaki ayrımı kanıtlarıyla beyan etti. Öyleyse şimdi ister iman edin, ister etmeyin. Eğer diyorsanız ki, birileri sizi Hakk yola girmeniz için zorluyor, şunu bilmelisiniz ki, biz elçimize böyle bir görev vermedik. Allah dileseydi bunu bizzat yapardı, o zaman da size peygamber göndermeye gerek kalmazdı.”
103. Bu, tüm bu lütufların ancak Allah’ın kudretinde olduğunu vurgulamak içindir. Bu yüzden hiç kimse Allah’ın izni olmaksızın herhangi birine herhangi bir lütufta bulunamaz veya böyle bir lütfa eremez. İman ve hidayet de birer lütuf olduğuna göre onlara da yalnızca Allah’ın izniyle ulaşılabilir. Hiç kimse Allah’ın izni olmaksızın bu lütfa eremez. Ayrıca bizzat yapmak istese de, başkasını bu lütfa erdiremez. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a) gizliden gizliye halkı imana zorlasaydı bile bunu başaramazdı, çünkü iman Allah’ın izni ve yardımıyla edinilecek bir şeydir.
104. Bu ayet, açık bir surette yukarıdaki kuralın (haşa) körü körüne ve akıldışı biçimde uygulanmadığına işaret etmektedir. Şöyle ki, imanın lütfedilmesi ya da bu lutfun herhangi biri üzerinden kaldırılması sebepsiz yere tahakkuk etmez; aksine, hikmet üzere temellenmiş bir sisteme göre meydana gelir. Allah bu lütfu, hakkı araştırma yolunda akl-ı selimini doğru biçimde kullananlara bahşeder. Zira Allah, böyle bir kimseye ihlası ve gayreti oranında hakikata ulaştırıcı vesileler tayin eder ve ona imana götürecek sahih bilgiyi bahşeder. Ancak, cehalet, dalalet, batıl düşünce ve davranışın pisliğini hakikatı aramayan, onda sebat etmeyen önyargıları yüzünden akl-ı selimini gereğince kullanamayan yahut aklını hakikatı arama cihetine yönlendirmeyen kimse üzerine bulaştırır. Böylelerin müstehakkı budur.
l05. Bu ayet, eğer kendilerine bir mucize (ayet) gösterilirse kendisinin hak peygamber olduğuna inananların durumuna bir cevap teşkil eder. Hazreti Rasul’den onlara şöyle demesi istenmiştir: “Gökte ve yerde size verdiğim mesajı teyid eden, bu mesaja şahadet eden sayısız ayet vardır. Açık göz ve açık yürekle gözleyip üzerinde düşünseniz onları kolaylıkla kavrarsınız. Eğer hakikat uğruna göstermeniz gereken ısrar ve iştiyaktan geri durursanız, onu tasdik ve ikrar etmezsiniz. Ancak harikulade, mucizevi ve tabiatüstü bir ayet olmalı ki, belki inanasınız. Belki; çünkü olur ki, Firavun ve avanesi gibi ayetin (mucize) bir çeşit büyü olduğunu ileri sürebilirsiniz. Bu illete düçar olan insanlar hakikatı, tıpkı Firavun’un boğulurken iman etmesi gibi, yalnızca azabın kendilerini tüm dehşetiyle alıverdiği zaman inanırlar. Ancak siz de çok iyi bilirsiniz ki son pişmanlık fayda vermez.