SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 71. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
71- De ki; “Allah’ı bırakıp bize ne yarar re ne de zarar dokunduramayan putlara mı yalvarırım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra tekrar geriye mi dönelim? Tıpkı arkadaşları tarafından `bize gel’ diye doğru yola çağrıldığı halde, şeytanlar tarafından ayartılıp çöl ortasında şaşkın bırakılan kimse gibi mi olalım? De ki; “Doğru kılavuzluk, Allah’ın kılavuzluğudur, bize alemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi. “
“De ki… Surede tekrarlanan vurgusu güçlü bir kelimedir. Bu işin bütünüyle Allah’a ait olduğu, peygamberin sadece bir uyarıcı ve bir tebliğci olduğu anlamını belirginleştiriyor. Ayrıca bu işin üstünlüğüne, yüceliğine ve dehşet verici oluşuna, peygamberinse, sadece bu görevi yerine getirmek üzere Rabbi tarafından seçilmiş biri olduğuna işaret etmektedir.
De ki; “Allah’ı bırakıp bize ne yarar ve ne de zarar dokunduramayan putlara mı yalvaralım?
Onlara söyle ya Muhammed, Allah’dan başkasına dua edişlerini, yardım dileyişlerini, kendilerine bir yarar ya da zarar dokundurmaya güçleri yetmedikleri halde hayatlarının yönlendirilmesini Allah’dan başka kimselere teslim edişlerini açıkça anlat. Yalvardıkları bu şeylerin, put, heykel, taş, ağaç, ruh, melek. şeytan ya da insan olması fark etmez. Bunların hepsi yarar ya da zarar dokundurmak bakımından eşittirler. Yarar ve zarar noktasında son derece zayıftırlar. Çünkü meydana gelen her hareket Allah’ın belirlediği bir kader doğrultusunda meydana gelmektedir. Allah’ın izin vermediği hiçbir şey meydana gelemez. O’nun takdirinden ve olaylara ilişkin hükmünden başkası meydana gelemez.
Allah’dan başkasına dua edişlerini, kullukta bulunmalarını, O’ndan başkasından yardım dilemelerini ve boyun eğmelerini kınayarak anlat. Bu uygulamayı ve bu yönelişi kötüle. Bu, ister müşriklerin tanrılarına yönelik kulluklarına katılması halinde kendilerinin de O’nun rabbine yönelik ibadetlerine katılacaklarına ilişkin önerilerini reddetmek için söz konusu edilmiş olsun, ister daha baştan müşriklerin durumlarını kınamak ve Resulullah (Allah’ın selâmı üzerine olsun) ve müminler tarafından uygulanacak kesin ayrılık ve farklılığı açıklamak amacıyla olsun fark etmez. Çünkü gözetilen hedef, her iki durumda da birdir. İyice kökleşmiş kalıntılardan ve toplumun yaygın geleneğinden uzak kalabilmiş insan aklına aydınlık bir ortamda sunulduğunda reddedecektir bu iğrençliği kuşkusuz.
Yaptıklarının kötülüğünü somutlaştırmak ve iğrençliğini iyice belirgin hale getirmek için, yüce Allah’ın müslümanları onunla yalnızca kendisine ibadet etmeye, sadece kendisini ilâh edinmeye ve hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ona boyun eğmeye yönelttiği ilkelerin ışığında, bu inançları gözler önüne serilmektedir:
“De ki; Allah’ı bırakıp bize ne yarar ve ne de zarar dokunduramayan putlarını yalvaralım?
Bu, topuklar üzerinden geriye dönmektir. Arkaya dönüştür. Hem de ilerleme kaydettikten ve yüceldikten sonra…
Ardından şu belirgin, hareketli, duygulandırıcı ve etkin sahne yer almaktadır:
Tıpkı arkadaşları tarafından “bize gel” diye doğru yola çağrıldığı halde şeytanlar tarafından ayartılıp çöl ortasında şaşkın bırakılan kimse gibi mi olalım?
Tevhide inandıktan sonra Allah’a ortak koşmaya başlayan, kalbini bir tek ilaha kulluk yapmakla kullardan oluşan sayısız tanrılara kulluk yapmak arasında parçalayan kimsenin sapıklığını, şaşkınlığını anlatan hareketli ve gerçekleri olduğu gibi gözler önüne getiren bir sahnedir bu. Bu kişinin duyguları hidayetle sapıklık arasında bölünmüş durumdadır. Bu yüzden uçsuz bucaksız boşluğa yuvarlanıp gidiyor. İşte bu, “Yeryüzünde şeytanların aldattığı” yoldan çıkmış bu zavallı yaratığın sahnesidir. `İstehve’ kelimesi bizzat taşıdığı anlamı tasvir etmektedir. Keşke bir tarafa yönelişinde de buna uymuş olsaydı. Sapıklık yolunda bile olsa bir tek hedef gözeten kişilerinki gibi bir yönelişi olabilseydi. Ancak öte tarafta doğru yolda bulunan arkadaşları yer almaktadır. Onu doğru yola çağırmakta, `bize gel’ diye seslenmektedirler. O ise, bu çağrı ile aldatma arasında şaşkın bir durumdadır. Nereye yöneleceğini bilmiyor. İki gruptan hangisine uyacağını kestiremiyor.
Somutlaştırılan, hareket ettirilen psikolojik bir azaptır bu. İfade içinde bile nerdeyse duyumsanacak ya da dokunulabilecek kadar belirgindir.
Bu ayeti her okuduğumda, bu sahneyi ve içerdiği şaşkınlık, kararsızlık ve bir yerde duramama azabını düşünürdüm. Fakat sadece düşünürdüm. Ta ki, içinde bu konumun somutlaştığı ve bu azabın belirginleştiği gerçek durumları görene kadar. Allah’ın dinini tanıyıp tadına vardıktan sonra -bu tanımanın ve tatmanın düzeyi ne olursa olsun- dinden dönüp sahte tanrılara kul olan insanların korku ve ihtirasın baskısı altındaki durumlarını görüp böylesine acı bir felâketi yaşadıklarını anlayınca, bu durumun neyi ifade ettiğini ve bu ibarenin ne anlama geldiğini anlamış oldum.
Bu, canlı, olayları somutlaştıran, hareketli ve duygulandırıcı sahnenin gölgesi, gönülleri bu yok edici sonucun korkusuyla doldururken, kalıcı ve doğru yönelişe ilişkin kesin bir açıklama yer almaktadır:
De ki; “Doğru kılavuzluk Allah’ın kılavuzluğudur, bize alemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi.”
Kuşkusuz bu, uygun psikolojik koşullarda yer alan kesin ve net bir açıklamadır. Çünkü, sakin ve azgın bir portresi çizilen gönül ve bir türlü dinmeyen bu şaşkınlığın verdiği acı azap bu kesin açıklamayı rahatlık ve teslimiyetle kabullenmeye en yakın ortamdır…
Sonra bu kesin açıklamada bir gerçek yer almaktadır:
De ki; “Doğru kılavuzluk, Allah’ın kılavuzluğudur.
Doğru kılavuzluk sadece odur. Nitekim cümlenin açıklayıcı yapısı da bunu ifade etmektedir. Bu yüzden de ondan kuşku duyulmaz.
Kuşkusuz insanlık, bu yoldan ayrıldığı ya da bir kısmından saptığı, kendi düşünce ve sözlerinden, sistem ve kurumlarından, şeriat ve kanunlarından, değer ve ölçülerinden herhangi bir şeyi, bir `bilgi’ye ya da `kılavuza’ yahut `aydınlatıcı bir kitaba’ dayanmaksızın onun ilkelerinden birinin yerine koyduğu zaman ıssız çöllerde kaybolup gider.
Yeryüzünde halifelik görevini yerine getirmede ve bu hayatı daha da ileri götürmede yararlanması için Allah tarafından insanoğluna, evrenin bazı kanunlarını bilme ve bazı enerji ve güç kaynaklarını ortaya çıkarma gücü bahşedilmiştir. Ancak yine bu insana, evrende yer alan mutlak gerçekleri derinliğine algılama ve aralarında kendi aklı ve ruhunun bilinmezliği hatta bedeninin görevi, bu görevin ötesinde kendisini bu şekilde, bu düzenlilik ve yönelişle çalışmaya yönelten nedenlere ilişkin bilinmezlik de olmak üzere her taraftan kendisini saran gaybın sırlarını kavrama yeteneği bahşedilmemiştir.
İşte bu yüzden `insanoğlu’, kendi varlığı ve hayatına özgü inanç, ahlâk, ölçü, değer, sitem ve kurum, bu varlığa hükmedip pratik hayatını düzenleyen şeriat ve kanun noktasında her zaman yüce Allah’ın yol göstericiliğine muhtaçtır.
İnsan ne zaman Allah’ın hidayetine yönelmişse doğru yolu bulmuştur. Çünkü gerçek yol göstericilik Allah’ın yol göstericiliğidir. Ne zaman da bütünüyle uzaklaşır veya kimi noktalarda yoldan çıkarsa, kendi kendine uydurduğu bazı şeyleri onun yerine geçirmeye kalkışırsa sapıtır. Çünkü Allah’ın yol göstericiliğinden kaynaklanmayan bir şey sapıklıktır. Üçüncü bir şık söz konusu değildir. Zaten “Haktan sonra sapıklıktan başka ne var ki?”
İnsanlık bu sapmanın acısını çok çekmiştir, şu anda top yekûn çekmektedir de. Bu durum, Allah’ın hidayetinden uzaklaşıldığı zamanlarda insanlığın karşılaştığı bir tarihsel zorunluluktur. Tek ve tartışmasız `tarihsel zorunluluk’ budur. Çünkü bu, Allah’ın buyruğudur, O’nun haber verdiği bir gerçektir. Yoksa bu, insanlığın Allah’ın yol göstericiliğinden uzaklaşmasından kaynaklanan mutsuzluğunun sürmesini isteyenlerin iddia ettikleri doğmalara benzemez. Bir insanın bu mutsuzluğu araştırmasına bile gerek yoktur. Yeryüzünün her tarafında gözle görülür, elle tutulur şekilde etrafını sarmıştır bu mutsuzluk. Her yerde aklı başında olan insanlar bu mutsuzluktan feryad etmektedir…
Bu yüzden ayetin akışı içinde aniden, tek başına Allah’a teslim olmanın, sadece ona kulluk yapmanın, ondan korkup sakınmanın zorunluluğu belirtilmektedir.