sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 91. VE 92. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 91. VE 92. AYETLER
20.06.2020
1.070
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

91- Onlar “Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir” derken, Allah’ı gereği gibi tanıyamamışlardır. onlara de ki; “Musa’nın insanlar için ışık ve hidayet kaynağı olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Ki siz onu kâğıt parçalarına dönüştürerek işinize geleni açıklıyor ve çoğunu gizli tutuyorsunuz.

Size ne kendinizin ve ne de atalarınızın bilmediği birçok gerçekler öğretildi. Sen “Allah” de, sonra bırak onları, daldıkları bataklıkta oynaya dursunlar.

92- Bu Kur’an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları uyarasın diye sana indirdiğimiz, kendinden önceki kutsal kitapları onaylayan mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar.

Müşrikler büyük bir inatla `Allah insanlardan bir peygamber göndermemiştir, herhangi bir insana vahyettiği bir kitap indirmemiştir’ diye aptalca diretiyorlardı. oysa Arap Yarımadası’nda Ehli Kitap’tan yahudilerle komşuluk yapıyorlardı. Üstelik onların Ehli Kitap olduklarını ve yüce Allah’ın Musa’ya (selâm üzerine olsun) Tevrat’ı indirdiğini inkâr etmiyorlardı. Sadece Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğini inkar etmek için inatları ve diretmeleri yüzünden söylüyorlardı. `Allah, herhangi bir insana bir şey indirmemiştir’ şeklindeki sözlerinden dolayı Kur’an-ı Kerim, onları kınayarak karşılamaktadır. Bu arada Kur’an onları, daha önce Musa’nın getirdiği kitapla da yüzyüze getirmektedir.

Onlar “Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir” derken, Allah’ı gereği gibi tanıyamamışlardır.

Cahiliye döneminde Mekkeli müşriklerin söylediği bu sözlerin benzerleri her zaman söylene gelmiştir. Bugün de aynı sözleri söyleyenler bulunmaktadır. Bunlardan kimisi, dinlerin, insanlar tarafından meydana getirildiğini, insanların gelişmesi ve ilerlemesine paralel olarak evrimleşip geliştiğini iddia etmektedir. Ancak bu konuda, taraftarlarının yükselip alçalmasına paralel olarak, yükselip alçalan ve tamamıyle Allah’ın dininin dışında kalan eski, yeni tüm putperest dinler gibi bizzat insan düşüncesinin ürünü dinler ile peygamberlerin Allah’dan getirdiği dinler arasında bir ayırım yapmazlar. Allah’ın dini ilk temeli üzerinde hep kalıcı olmuştur. Her peygamber onu insanlara duyurmuş, bir grup kabul ederken, bir diğer grup da yüz çevirmiştir. Ardından birtakım sapmalar ve bozulmalar baş göstermiştir. İnsanlar tekrar cahiliyeye dönmüş, tek ve sürekli dini getirecek yeni peygamberin gelmesini beklemeye koyulmuştur.

Bu sözü eskiden olsun, şimdilerde olsun, Allah’ı gereği gibi değerlendiremeyenler lütfunu, iyiliğini, rahmetini ve adaletini bilmeyenler söyler. Şöyle derler: “Allah, insanlardan peygamber göndermez, şayet dilerse bir melek indirir. Nitekim Araplar da aynı şeyleri söylüyorlardı. Yahut, “Şu koca evrenin yaratıcısı, yeryüzü dediğimiz şu boşlukta yüzen gezegende yaşayan `küçücük’ insana önem verip peygamber göndermez. Ayrıca şu küçük gezegende yaşayan bu basit yaratığın yolunu bulması için peygamberlere de kitap indirmez’ derler. Eskiyeni birtakım filozoflar bu tür sözler söylemektedir. Yanut, “Bir tanrı olmadığı gibi, vahiy ve peygamberin varlığı da söz konusu değildir. Bütün bunlar insanların kuruntularıdır. Ya da din adı altında insanların birbirini aldatmasıdır” derler. Nitekim dinsiz materyalistler böyle söylemektedir.

Tüm bunlar yüce Allah’ı gereği gibi değerlendirememenin sonucu bilgisizce söylenmiş sözlerdir. oysa lütûf sahibi ulu, merhametli, adil, her şeyi bilen ve hikmet sahibi olan Allah, insanı yarattığı, gizlisini, açığını, enerji ve gücünü, zaaf ve eksikliğini, doğru ve sağlıklı yahut yanlış ve bozuk olup olmadığını öğrenmesi için, düşünce ve fikir ile, söz ve davranışlarıyla, sistem ve kurumlarıyla başvuracağı bir kritere olan ihtiyacını bildiği için, onu tek başına bırakmamıştır. Yüce Allah insanoğluna verdiği aklın, ihtirasların, azgınlıkların, eğilim ve arzuların baskısıyla karşı karşıya kaldığını da biliyordu. Bunun yanında, yüce Allah tarafından emrine verilmiş olması nedeniyle yeryüzünün enerji kaynakları üzerinde insan aklına tam bir yetki verilmiştir. Ancak varlık hakkında mutlak bir düşünce oluşturmak ve hayat için değişmez temeller belirlemek gibi bir yetkisi ve yeteneği söz konusu değildir. Burası, Allah tarafından kendisine verilen inancın alanına girmektedir. Varlık ve hayat için kendisine sağlıklı bir düşünce oluşturmak, inancın kapsamına girmektedir. Bu yüzden yüce Allah, insanı aklıyla başbaşa bırakmamıştır. Aynı şekilde gerçek Rabbini bilmek,O’nu arzulamak, sıkıntılı anlarda O’na sığınmak gibi fıtratta yer eden gizli bilgilerin eline de bırakmamıştır. Çünkü insan fıtratı da iç ve dış baskılar; cin ve insanlardan şeytanların sahip oldukları tüm yönlendirme ve etkileme yöntemleriyle saptırıp aldatmaları sonucu bozulabilir. Bu nedenle yüce Allah, fıtratlarını kendi yörüngesine ve ilk arılığına döndürmek ve akıllarını sağlıklı ve güvenilir bir hale getirmek için insanları vahyinin, peygamberlerinin, yol göstericiliğinin ve kitaplarının emrine vermiştir. Böylece içlerinden ve dışarıdan gelecek her türlü sapıklık karartısını gidermiş oluyor. Yüce Allah’ın lütfuna, iyiliğine, merhametine, adaletine, hikmet ve bilgisine de ancak bu yakışır. İnsanı yaratıp ardından başı boş bırakması, sonra da peygamber göndermeksizin kıyamet günü onları hesaba çekmesi, O’na yakışmaz: “Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” ((İsra Suresi, 15.) Daha geniş bilgi için Nisa suresi 165. ayetin tefsirine bakınız.)

Allah’ı gereği gibi değerlendirmek; fıtratları cahiliye birikimlerinden temizlemek, baskılardan kurtulup tertemiz bir bakış açısı ve derin bir düşünme düzeyine ulaşma çabasında akıllara yardımcı olmak için, kullara peygamberler gönderdiğine inanmayı gerektirmektedir. Yüce Allah’ın peygamberlere Allah’a davet metodunu vahyettiğine, bu peygamberlerden bazısına kitap indirdiğine ve kitaplardan bazısının kavimleri arasında belli bir süre için geçerli olduğuna (Musa, Davud ve İsa’nın kitapları gibi) şu Kur’an gibi kimisi de kıyamete kadar kalıcı olduğuna inanmayı gerektirmektedir.

Musa’nın peygamberliği (selâm üzerine olsun) Yarımadadaki Araplar tarafından bilindiğinden ve Ehli Kitab’ı tanıdıklarından dolayı yüce Allah Peygamberimize, peygamberlik ve vahyi temelden inkâr eden müşrikleri şu gerçekle yüzyüze getirmesini emretmektedir:

Onlara de ki; “Musa’nın insanlar için ışık ve hidayet kaynağı olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Ki siz onu kâğıt parçalarına dönüştürerek işinize geleni açıklıyor ve çoğunu gizli tutuyorsunuz.

Size ne kendinizin ve ne de atalarınızın bilmediği birçok gerçekler öğretildi…

Surenin girişinde, bu ayetin Medine’de indiğine ve bu ayete muhatap olanların yahudiler olduğuna ilişkin sözlere değinmiştik. Sonra İbn-i Cerir Taberi’nin tercih ettiği bir okuma biçimini hatırlatmıştık. İbn-i Cerir, “O’nu parça parça kâğıtlar halinde getirip işlerine geleni açıkladılar ve çoğunu gizlediler” şeklinde okumuştur. Bu ayetin müşriklere hitap ettiğini ve yahudilerden haber vermekte olduğunu belirtmiştir. Onların Tevrat’ı, ellerinde oyuncak haline getirdikleri sayfalara böldüklerini, davranışlarına, sapıklık ve hilelerine uygun düşeni insanlara açıklayıp hüküm ve farzlarla oynadıklarını ve kendi tutumlarına uymayan Tevrat sayfalarını gizlediklerini haber vermiştir. Yahudilerin bu tutumlarının bir kısmını Araplar biliyordu, bazısını da şu Kur’an bildirmişti. O halde bu ayet, akış içinde bir ara cümleciktir ve yahudilerden haber vermektedir. Yoksa onlara doğrudan doğruya hitap etmemektedir. Bu durumda ayet Mekke’de inmiştir, Medine’de değil. Biz de İbn-i Cerir’in bu görüşünü tercih ediyoruz.

O halde söyle ya Muhammed (selâm üzerine olsun), yahudilerin sayfalara bölüp bir kısmını gizleyip, bir kısmını da bu iğrenç oyunlarının ötesindeki arzularını gerçekleştirmek için açıkladıkları Tevrat’ı, aydınlatıcı ve yol gösterici bir kitap olarak Musa’ya kim indirmiştir. Böylece daha önce bilmedikleri gerçekleri ve olayları anlatmak suretiyle yüce Allah’ın, onlara öğrettiğini belirtmekle karşılaması isteniyordu. O halde Allah’ın nimetlerine şükretmeleri ve bu bilgileri yüce Allah’ın peygamberine indirdiğini, O’na vahyettiğini inkâr etmek suretiyle Allah’ı inkâr etmeye yeltenmemeleri gerekir.

Yüce Allah, bu soruya müşriklerin cevap vermesine fırsat vermeden, peygamberine bu konuda kesin sözü söylemesini ve inatçılıktan başka bir şey olmayan tartışmalarına fırsat vermemesini emretmektedir.

“Sen: `Allah’ de. Sonra da onları daldıkları bataklıkta bırak oynaya dursunlar…”

Onun, Allah tarafından indirilmiş olduğunu söyle. Sonra da tartışmalarına, inatlaşmalarına ve karşı çıkışlarına katılma. Oyuna ve eğlenceye dalmış halleriyle bırak onları. Bu ifadede, bir tehdit söz konusu olduğu gibi, bir küçümseme, bir gerçeklik ve kararlılık da söz konusudur. Çünkü insanlar bu tür laflar sarfedecek kadar boş şeylere daldılar mı konuşmaya engel olmak, tartışmayı kesmek ve lafın uzamasını durdurmak daha yerinde bir davranış olacaktır.

Ayetlerin akışı yeni kitaba ilişkin bir şey anlatarak sürüyor. İnkârcılar bu kitabın Allah tarafından indirilmiş olabileceğini kabul etmiyorlardı. Oysa bu kitap, daha önce gelmiş kitapların bir halkası konumundadır. Yoksa yüce Allah’ın, seçkin peygamberlerinden dilediğine indirdiği kitaplardan farklı bir şey değildir.

-Bu Kur’an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları uyarasın diye sana indirdiğimiz, kendinden önceki kutsal kitapları onaylayan mübarek bir kitaptır. Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar.

Yüce Allah’ın peygamberler göndermesi ve bu peygamberlere kitap indirmesi, O’nun evrene yerleştirdiği kanunlarından birisidir. Şu, Allah tarafından indirilmiş olmasını kabul etmedikleri yeni kitap da, ulu ve kutlu bir kitaptır. Şüphesiz Allah doğru söylüyor. O, Allah’a andolsun ki, kutlu bir kitaptır. Bu kitap, bereketin tüm anlamıyla bereketli, kutlu bir kitaptır. Kaynağı bakımından kutludur. Yüce Allah onu katından indirmekle kutsamıştır. Yüce Allah’ın ona lâyık olduğunu bilerek indirdiği yeri açısından kutludur. Burası Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)’in temiz, şerefli ve ulu kalbidir. Hacmi ve içeriği bakımından kutludur bu kitap. Kuşkusuz bu kitap, kalınlık bakımından insanların yazdığı kitaplara göre sayılı sayfalar konumundadır. Ancak, her bölümünde öylesine anlamlar, işaretler, etkenler ve direktifler içermektedir ki, hacim ve yer bakımından ondan kat kat büyük olan bu kitapların hiçbiri bu düzeye ulaşamaz. Gerek kendi kendine, gerekse başka insanların yanında söz sanatı üzerinde çalışanlar, kelimelerle anlamları ifade etme konusuyla uğraşanlar, söz sanatını incelemeyen, anlamları güzel bir şekilde ifade etme konusuyla uğraşmayanlardan daha iyi bir şekilde Kur’an’daki uyumun bu açıdan kutlu olduğunu kavrarlar. Kur’an’ın ifadesinde yer alan işaretleri, anlamları, ilham ve etkenleri bir insanın bu kadar dar bir yerde değil, geniş bir yerde bile ifade edemeyeceğini anlar. Bir tek ayet manaları o kadar güzel bir şekilde ifade etmekte, gerçekleri öylesine açıklamaktadır ki, insan sözlerinde eşine rastlanmayacak olağanüstülükte açıklama ve direktif yönünde çeşitli sanat dallarına örnek oluşturmaktadır. Bu kitap etkisi açısından da kutludur. Doğrudan doğruya insan fıtratına ve oluşumuna oldukça tatlı, latif ve etkileyici bir tarzda hitap etmektedir. Her alanda, her alışkanlıkta ve her eğilimde karşısına çıkmakta ve hiçbir konuşmacının sözlerinin yapamayacağı etkiyi yapmaktadır. Çünkü bu kitapta, yüce Allah’ın verdiği bir etkileme gücü vardır. Başka bir konuşmacının sözlerinde ise böyle bir etki söz konusu değildir.

Bu kitabın kutluluğunu anlatmak için, bundan daha fazla bir şey söyleme imkânına sahip değiliz. Söylesek bile bu, yüce Allah’ın bu kitabın; `kutlu’ bir kitap olduğuna ilişkin şahitliğinden fazla bir şey söyleyemeyiz. Her şeyi olduğu gibi bildiren kesin söz budur çünkü.

“Kendinden önceki kutsal kitapları onaylayan…

Bu kitap, kendinden önce Allah katından indirilen kitapları doğrulamaktadır. Ancak bozulmamış şekliyle, yoksa kilise kongrelerinin tahrif edip sonra da bu Allah katından gelmiştir dedikleri gibi değil, Kur’an kendinden önceki kitapları doğrulamaktadır. Çünkü onlar da Kur’an’ın getirdiği inancın temellerine ilişkin gerçekleri getirmişlerdir. Şeriatlara gelince, her ümmete büyük akide sınırları içinde ayrı bir şeriat ve ayrı bir hayat sistemi belirlenmiştir.

İslâm’a ilişkin yazılar yazıp, Allah’ın birliğine ilişkin eksiksiz bir inanç getiren, ya da peygamberler ve peygamberlik gerçeği hakkında tam bir akide belirleyen veya ahiret, hesap ve ceza konusunda en gelişmiş inancı getiren ilk dinin İslâm olduğunu söyleyenler… Bununla da İslâm’ı övmeyi amaçlayanlar… Evet bu adamlar hiç Kur’an okumamışlar demektir. Şayet Kur’an’ı okumuş olsalardı, yüce Allah’ın tüm peygamberlerin (selâm üzerlerine olsun) hiçbir şekilde şirke bulaşmamış saf ve mutlak tevhid inancını getirdiklerini söylediğini öğrenirlerdi. Tüm peygamberlerin (selâm üzerlerine olsun) insanlara peygamberin gerçek özelliklerini, onun bir insan olduğunu, ne kendisine ne de onlara bir yarar ya da zarar dokunduramayacağını, gaybı bilmediğini, hiç kimsenin rızkını kısmak ya da genişletmek gibi bir yetkiye sahip olmadığını, her peygamberin kavimlerini ahiret gününde gerçekleşecek hesaplaşma ve amellere karşılık biçme konusunda uyardıklarını görürlerdi. Aynı zamanda İslâm inancının diğer temel gerçeklerinin de her peygamber tarafından duyurulduğunu, son gelen kitabın kendinden önceki kitapların getirdiği gerçekleri doğruladığını da bilmiş olurlardı. Bu sözler, aralarında semavi dinler de olmak üzere dinlerin temel ilkelerinin toplumların gelişme ve ilerlemesine paralel olarak gelişip ilerlediğini iddia eden Avrupa kültürünün etkisiyle söylenmiş sözlerdir. Kur’an’ın belirlediği temel ilkeleri yıkmakla, İslâm’ı savunmak mümkün değildir. Dolayısıyla yazar ve okurların bu tehlikeli saplantıdan sakınmaları gerekmektedir.

Bu kitabın indiriliş hikmetine gelince, Peygamberin (selâm üzerine olsun) onunla Mekkelileri (Şehirlerin anası konumundaki bu şehrin halkını) ve çevresindekileri uyarması içindir.

Bu Kur’an, ana-kent Mekke ile bu kentin çevresinde yaşayanları uyarsın diye sana indirdiğimiz.

Mekke’ye şehirlerin anası anlamında `Ummul Kura’ denmektedir. Çünkü Mekke, ortaksız tek Allah’a kulluk yapmaları amacıyla insanlar için. kurulmuş ilk evi içinde barındırmaktadır. Burası insanlar ve tüm canlılar için güvenlikte oldukları bir sığınaktır. Tüm yeryüzünde yaşayanlara yönelik genel davet buradan çıkmıştır. Daha önce bu şekilde tüm yeryüzünü kapsayan genel bir davet söz konusu olmamıştı. Bu davaya inananlar, davanın çıktığı eve dönmek için burayı ziyaret ederler.

Kuşkusuz, amaç, oryantalistlerden İslâm düşmanlarının birtakım hilelerle ileri sürdükleri gibi, İslâm’a çağrı olayın Mekkeliler ve çevrelerindeki kişilerle sınırlı olduğunu söylemek değildir., Onlar bu ayeti Kur’an’ın bütününden koparmak istiyorlar. Tabii ki Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) ilk başta Mekke ve çevresindeki şehirlerin dışında kalanları İslâm’a çağırmayı amaçlamadığına ilişkin iddialarını doğrulamak için. Onlara göre, peygamber ilk başta bundan daha genişini hayal edemediği, bu dar alanda çabalamış giderek tüm Yarımadaya çağrısını yaymıştır. İşin başında bilmediği tesadüfler sonucu bunu planlamaya başlamıştır. Ancak bunu Medine’ye hicretinden ve orada devletini kurmasından sonra gerçekleştirmiştir. Elbette yalan söylüyorlar. Çünkü Kur’an’ın Mekke’de inen kısmında, daha İslâm’a davetin ilk yıllarında yüce Allah, peygamberine şunları söylemektedir: “Biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya Suresi: 107) “Biz seni bütün insanlara müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe Suresi: 28) Üstelik İslâm devleti o gün için çeşitli sıkıntı ve işkencelerle kuşatılmış bir halde Mekke vadisiyle sınırlıydı.

Ahirete inananlar bu kitaba da inanırlar. Onlar namazlarını devamlı olarak ve özenerek kılarlar.

Ahirete ve o günde gerçekleşecek hesaplaşma ve amellere karşılık biçme olayına inananlar, yüce Allah’ın peygamber göndermesinin ve bu peygambere vahiy indirmesinin zorunlu olduğuna da inanırlar. Bu nedenle onu doğrulamak için içlerinde bir sıkıntı duymazlar. Aksine onu doğrulamaya zorlayan bir etken bulurlar içlerinde. Nitekim onlar, ahirete ve bu kitaba olan inançlarından dolayı, Allah’la sürekli ve sağlam bir bağ kurmak ve namazda somutlaşan O’na boyun eğmeyi yerine getirmek için namazlarını kılarlar. İnsan ruhunun özelliğidir bu. Ne zaman ahireti doğrulasa ve ona içten inansa, o zaman bu kitabi ve onun indirilişini de doğrular. Allah’la ilişki kurmaya ve O’nun emrini yerine getirmeye özen gösterir. İnsan ruhunun bazı örnekleri incelenecek olursa, bu doğru sözlerin realitede doğrulandığı da görülecektir.

KORKUTUCU BİR SAHNE

Birbirine bağlı bölümlerden oluşan bu gezinti, canlı, sürekli, hareketli, iç karartıcı ve ürpertici bir sahneyle son buluyor. Zalimlerin yer aldığı bir sahne…Yani, Allah’a yalan iftira eden, ya da gerçekle ilgisi bulunmayan bir iddiayla vahiy aldıklarını söyleyen veya bu Kur’an’ın benzeri bir kitap getirebileceklerini iddia eden müşrikler… Ölmek üzere bulunan, meleklerin azap ederek ellerini uzattıkları ve canlarını almak istedikleri bu zalimlerin -ki bu zulümleriyle karşılaştırılacak bir zulüm söz konusu değildir- yer aldığı sahne…her şeyi arkalarında bırakmış, Allah’a ortak koştukları da kaybolmuşken, azarlanıp duruyorlar…

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.