SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA EN’ÂM SURESİ 93. VE 94. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
93- Allah adına yalan uydurandan ya da kendisine hiçbir vahiy indirilmediği halde, “Bana vahiy geldi ” diyenden veya “Ben de Allah’ın indirdiği ayetlere benzer ayetler indireceğim ” diye ortaya çıkandan daha zalim kim olabilir?
O zalimleri ölümün pençesinde çırpınırken ve melekler ellerini uzatıp “Haydi verin canınızı, Allah hakkında söylemiş olduğunuz asılsız, yakışıksız sözlerden ve O’nun ayetlerine karşı kibirlenmelerinizden dolayı bugün onur kırıcı bir azaba çarptırılacaksınız ” derlerken görmelisin!
94- Tıpkı ilk yarattığımızda olduğu gibi, bize yine yalnız başınıza geldiniz, size vermiş olduğumuz her şeyi arkanızda bıraktınız, üzerinde etkili ortaklarımız olduklarını sandığınız aracılarınızı yanınızda görmüyoruz, aranızdaki bütün bağlar kopuverdi, ortağımız sandığınız ilâhlar sizden uzaklaşıp kayıplara karıştı.
Katade ve İbni Abbas (Allah onlardan razı olsun)’dan gelen rivayetlere göre ayet, sahte peygamberler, (Müseylem’e, ve eşi Seccah binti Haris ile Esved -el Unesi) hakkında nazil olmuştur. Bunlar Peygamberin (selâm üzerine olsun) hayatında peygamberlik iddiasında bulunmuş ve yüce Allah’ın kendilerine vahiy gönderdiğini ileri sürmüşlerdi. “Ben de Allah’ın indirdiği ayetlere benzer indireceğim” ya da `Bana vahiy geldi’ diyen kişiye gelince, İbni Abbas’dan gelen bir rivayete göre bu, Abdullah b. Sa’d b. Ebu Sarh’dır. Bu adam müslüman olmuş ve peygamberimizin vahiy katibi olmuştu. `Mü’minun’ suresindeki, `Andolsun ki, biz insanı süzme çamurdan yarattık” (Mü’minun Suresi: 12) ayeti indiğinde, Peygamberimiz (selâm üzerine olsun) yazması için onu çağırdı. “Sonra onu bir başka yaratılışla meydana getirdik” (Mü’minun Suresi: 14) ayetini yazınca, Abdullah insanın yaratılışı hakkında anlatılan bu ayrıntılara şaşırmış ve “Yaratıcıların en güzeli olan Allah yücedir” demişti. Resulullah (selâm üzerine olsun), `Aynı şimdi bana vahyedildi’ dediği zaman, Abdullah’ın içine kuşku düşmüş ve `Şayet Muhammed (selâm üzerine olsun) doğru söylüyorsa ona vahiy geldiği gibi bana da vahiy geliyor. Yok eğer yalan söylüyorsa ben de onun dediği gibi dedim’ der ve İslâmdan çıkıp müşriklere katılır.” “Ben de Allah’ın indirdiği ayetlere benzer ayetler indireceğim” diyen ,kimse… ayetindeki iddiayı ileri süren odur. (Kelbî)
Şu zalimlerin, yani müşriklerin çekecekleri cezaya ilişkin ayetlerin akışının çizdiği manzara ürpertici, korkunç, iç karartıcı ve dehşet verici bir manzaradır. Ölmek üzere bulunan ve ölüm sarhoşluğu içinde bulunan bu zalimler için, ayette geçen `gamarat: kelimesi iç karartıcı bir hava meydana getirmektedir. Evet zalimler bu durumdayken melekler, azap etmek için onlara ellerini uzatmış, almak için canlarını istemekte, onları azarlamaktadır.
O zalimleri ölümün pençesinde çırpınırken ve melekler ellerini uzatıp “Haydi verin canınızı” Allah hakkında söylemiş olduğunuz asılsız, yakışıksız sözlerden ve O’nun ayetlerine karşı kibirlenmelerinizden dolayı bugün onur kırıcı bir azaba çarptırılacaksınız” derlerken görmelisin!
Büyüklenmenin cezası onur kırıcı azaptır. Allah’a karşı yalan söylemenin cezası da şu utandırıcı azarlamadır. Bunlar da manzaraya iç karartıcı bir gölge düşürmektedir. İnsan adeta titreme, gam ve daralma nöbetine tutuluyor.
En sonunda yalan söyleyerek iftira ettikleri yüce Allah’dan gelen şu kınama ve azarlama yer almaktadır. İşte onlar, Allah’ın karşısındadırlar, son derece sıkıntılı ve daraltıcı bir konumda karşılıyor onları.
“Tıpkı ilk yarattığımızda olduğu gibi, yine yalnız başınıza geldiniz.”
Yanınızda kimse yok, yapayalnızsınız, tek başına doğal olarak. Rabbinizle birer birer karşılaşacaksınız, topluca değil. Tıpkı ilk defa sizi birer birer yarattığı gibi. Nitekim herbiriniz anasının karnından tek başına, çıplak elbisesiz ve zavallı doğar.
Her şeyi kaybettiniz. Herkes sizden ayrıldı. Yüce Allah’ın sizi sahip kıldığı ve bunlar üzerinde kendinizi güçlü sandığımız şeylerden ayrıldınız.
“Size vermiş olduğumuz her şeyi arkanızda bıraktınız.”
Mal, süs eşyası, çoluk-çocuk, dünya nimeti, mevki ve güç adına her şeyi bıraktınız. Hepsi geride kaldı, hiçbir şey yok yanınızda. Az veya çok hiçbir şeye gücünüz yetmez artık.
“Üzerinizde etkili ortaklarınız olduklarını sandığınız aracılarınızı yanınızda görmüyoruz.”
Sıkıntılı anlarda sizin için aracılık edeceklerini umarak hayatınıza ve mallarınıza ortak yaptığınız ve tıpkı `Onlara bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk yapıyoruz’ (Zümer Suresi: 3) diyenler gibi, `Bunlar Allah katında bizim için şefaatçı olacaklardır’ dediğiniz bu kimseler… İster kâhin ya da iktidar sahipleri gibi insanlardan olsunlar, ister taştan heykeller ve putlar olsunlar ya da cin, melek, yıldız ve bunlar gibi sahte tanrılar adına diktikleri, bu surede daha sonra değineceğimiz gibi hayatları, malları ve çocukları konusunda Allah’a ortak yaptıkları şeyler olsun değişmeyecektir.
Neredeler? Nereye gitti ortaklar ve aracılar?.. “Aranızdaki bütün bağlar kopuverdi”…
Her şey koptu… Aradaki bağı oluşturan her şey… Tüm nedenler ve ipler kesilip gitti.
“Ortağımız sandığımız ilâhlar sizden uzaklaşıp kayıplara karıştı.”
Çeşitli savlarla Allah’a ortak koştuklarınız sizden uzaklaşmışlar. Allah katında aracılıkta bulunmaları ya da sebepler dünyasında bir etkinlikleri söz konusu olmayan ortak koştuklarınız da bunlar arasındadır.
Kuşkusuz bu, insan kalbini şiddetle titreten, ürperten sahnedir. Son derece somut ve hareketli bir sahne. Gölgesi insan ruhunu bürüyor bu sahnenin. İlhamlarını kalbe adeta akıtmaktadır. Korkunç ve iç karartıcı gölgesi… Ve sarsıcı aynı zamanda dehşet verici ilhamları…
İşte bu Kuran’dır, Kur’an…
Şu anda, sureyi tanıtırken sıraladığımız tüm nitelikleri tekrarlamamız gerekmektedir. Sözünü ettiğimiz birbirinin ardında son derece akıcı bir mecrada peş peşe gelen dalgalardan ve akış içinde ulaşılan ifade, tasvir ve etkilemeye yönelik göz kamaştırıcı güzellikten söz etme gereği duyuyoruz.
Bu sure ele aldığı başlıca konuyu eşsiz bir anlatımla irdelemektedir. Konuya her dokunuşunda, her duruşunda ve her sahnesinde bu `göz kamaştırıcı güzellik’ belirginleşmektedir. Bu güzelliği insan ruhu daha ilk anda fark eder, duyu organları sıkı sıkıya algılar. Aynı şekilde sahnelerine, manzaralarına ve ilhamlarına karışan insan ruhu da adeta büyülenir.
Sure coşkun akışı, sahneleri, konumları, ilhamları, duyguları, tablo ve gölgeleriyle birbirine karışmış dalgaların coşturduğu bir nehir yatağını andırmaktadır. Bir dalga daha yerine varmadan ikinci dalga gelip ona katılmaktadır. Tazyikli ve coşkun mecrasında birbirlerine karışmaktadır.
Sure, birbirine karışmış coşkun dalgaların her birinde anlattığımız göz kamaştırıcı güzelliğin son sınırına ulaşmaktadır. Bu arada çeşitli sahnelerin sunuluş yöntemi arasındaki uyum da gözden kaçmamaktadır. Tüm yönleriyle insan ruhunu, göz kamaştırıcı güzellik, coşkun canlılık, tasvir, ifade ve müzikal melodi, toplanma ve yığılma ile kuşatmaktadır. Her delikten ve tüm alışkanlıklarıyla ele almaktadır insan ruhunu…
Ders içinde bu çizgilerin tümü, olanca bütünlüğü ve yeterliliğiyle öne çıkmaktadır. Okuyucu sanki tüm sahnelerin, anlamlarıyla birlikte parlak ve göz alıcı bir coşkuyla aktığını hissediyor. Sahneler his dünyasının önünden akıp geçerken birlikte bir ahenk meydana getirmek için, sözlü ifadenin müzikal vurgusu da aynı coşkuyu barındırmaktadır. Sahneler ve sözlü ifade, dile getirdikleri ve amaçladıkları anlamları birlikte ifade etmiş oluyorlar.
Bu sahnelerden herbiri parlayàn bir akış gibi adeta meçhulden gelmekte, son derece zarif ve alımlı bir şekilde duygularda, kalp ve akılda belirginleşmektedir.
İbarenin kendisi de bir bakıma suyun kaynağını andırmaktadır. İfadedeki müzikal vurgu da zariflikte, sahne ve anlamla bir uygunluk arzetmektedir. Coşkun àkışı ve şiddetli parlaklığıyla bir ahenk oluşturmaktadır.
Anlamlar, sahne ve ibareler peş peşe gelen dalgalar gibi sıralanmaktadır. Duygu, hayretler içinde olup biteni seyretmektedir. Daha bir dalgayla birlikte yerine varmışken, birdenbire kendini yeni bir dalgayla birlikte hareket eder durumda buluyor. Tıpkı surenin başlangıcında, sureyi tanımladığımız gibi…
Varlık sayfaları bütünüyle açık durumdadır. Sahneler, geniş varlık sayfasının her köşesinden, şuradan buradan peş peşe sıralanıyorlar. Nerdeyse sıçraşıyorlar diyeceğim!
Burada göze çarpan en belirgin çizgi, güzellik oluyor. Göz kamaştırıcılığın ve şaşırtıcılığın sırrına ulaşmış güzellik. Güzellik açısından sahneler birer birer seçilmiş ve belirlenmişler. Anlamları ve kelimelerin müzikal yapısıyla ibareler de öyle. Bu inancın temel gerçeklerini barındıran anlamlar da bu gerçeğe güzellik açısından değinmektedir. Böylece gerçek tüm göz kamaştırıcılığıyla belirginleşmektedir.
Kusursuz güzellik çizgisine işaret edenlerden biri de hayatın ortaya çıkıp gelişmesini düşünmeye ilişkin şu ilahi direktiftir: “Mahsul verdiklerinde mahsullerine, olgunlaşmalarına bir bakın.” Bu bakmak, düşünmek ve yararlanmak için dikkat etmeyi gerektiren, doğrudan doğruya göz kamaştırıcı güzelliğe yönelten bir direktiftir.”
Canlı evren sahnelerinin sunulmasının sonunda ifadedeki güzellik, göz kamaştırıcılığın ve olağanüstülüğün doruklarına ulaşıyor. Şu güzel, sevimli ve şaheser evrenin ötesinde tüm varlıklara bunca harikuladelikleri bahşeden göklerin ve yerin yaratıcısına ulaşılıyor. O’ndan söz edilirken de ancak bizzat Kur’an’ın aktarabileceği bir olağanüstülük sergileniyor.
“Gözler O’nu görmez. O, bütün gözleri görür. O, lâtifdir, haberdardır.” ( En’am Suresi: 103) Sonra biz -bu derste- kendimizi açık evren kitabının önünde buluyoruz. Dikkatsiz ahmaklar her an bu kitabın önünden geçiyorlar, ancak harikulâdeliklerinin ve işaretlerinin üzerinde düşünüp durmazlar. Gerçekler karşısında gözleri kapayanlar da, olağanüstülüklerini ve güzelliklerini görmek için gözlerini açmadan geçip giderler. İşte bakın Kur’an’ın olağanüstü ifadesi bizi yeniden varlık sahnesiyle yüzyüze getirmektedir. Sanki bir anda kendimizi orada buluyoruz. Kur’an, varlık sahnesinin harikulâde belirtileri karşısında bizleri durdurup, göz kamaştırıcı sahnelerini görmemiz için gözlerimizi açıyor. Gafiller gafili kimselerin dikkat etmeden geçip gittikleri olağanüstülüklerini algılamamızı sağlıyor.
İşte bakın gece, gündüz her an meydana gelen harikulâde bir mucizeyle karşı karşıya getirmektedir bizi. Şu sessiz ölüden fışkıran hayat harikası… Nasıl doğuyor? Nereden geliyor?.. Ancak Allah katından geldiğini ve O’nun takdiri uyarınca ortaya çıktığını biliyoruz. Hiçbir insanın, hayatı derinliğine kavraması mümkün olmadığı gibi, oluşumunu da kavraması mümkün değildir.
Bakınız şimdi de bizi, göklerde yer alan cisimlerin akıl almaz dolaşımıyla karşı karşıya getirmektedir. Korkunç, sürekli ve ince dolaşım! İnsanların meydana gelmesini istediği hiçbir mucize her gün, her gece meydana gelen hatta her saniye, her an olup biten bu mucizeye denk olamàz.
Şimdi de bizi insan hayatının bir tek kişiden ortaya çıkıp bu yolla çoğalması olayıyla karşı karşıya getirmektedir.
İşte şimdi de kendimizi, bitkilerde hayatın meydana gelmesi karşısında buluyoruz. Gökten inen yağmur, gelişen ekinlerin ve olgunlaşan meyvenin oluşturduğu sahneler karşısında buluyoruz kendimizi. Çeşitli hayatların ve sahnelerin kümelendiği bir ortam. Düşünme ve araştırma için geniş bir alan. Ancak yeterli bir duygu ve açık bir kalple seyretmemiz gerekmektedir.
Bakınız işte bütün varlık yepyeni duruyor karşımızda. Sanki ilk defa görüyoruz. Canlıdır, bize yakınlık gösteriyor biz de ona. Son derece hareketlidir. Bu hareketlilik her noktasında göze çarpmaktadır. İnsanı dehşete düşüren bir özelliğe sahiptir, duyguları ve düşünceleri çepeçevre kuşatıyor. Kendi varlığıyla yaratıcısından söz etmektedir. İçinde barındırdığı kanıtlarıyla yaratıcısının birliğini ve gücünü göstermektedir.
İşte bu noktada Allah’a ortak koşma olayı -ki ayetlerin akışı da bu sunuşla, şirk ve müşrikleri karşılamayı hedeflemektedir- bu varlığın fıtratına ve tabiatına son derece yabancı bir durum olarak beliriyor. Doğru yola iletici kanıtları barındıran varlık alemini seyreden ve bunları derinliğine düşünen bir kişinin vicdanına göre oldukça çirkin bir durumdur, Allah’a ortak koşma olayı. Dehşet verici varlık alemini saran iman gerçeği karşısında, şirkin ve müşriklerin ileri sürebilecekleri tüm mazeretler geçersiz oluyor böylece.
İnsan bünyesine ilâhlık gerçeğiyle hitap etmeye ve bu gerçek karşısındaki kulluk konumunu açıklamaya ilişkin Kur’an metodu, varlığın yaratılış ve oluşumu gerçeğini, hayatın yaratılışı ve oluşumu gerçeğini, yüce Allah’ın mülkünde kolaylıkla temin edilmesini sağladığı rızıkla hayatın güvencede bulundurulması gerçeğini ve sebepler dünyasında ortaksız bir şekilde yaratan, yarattıklarını rızıklandıran ve dilediği gibi tasarrufta bulunan otorite gerçeğini… Evet Kur’an’ın sunuş metodu bu gerçeklerden son derece duygulandırıcı bir etken meydana getirmektedir. Tek başına Allah’a kulluk, inanç, kulluk, itaat ve boyun eğmeyi O’na özgü kılmak gibi, insanların benimsemeye çağırıldıkları ilkelerin zorunluluğuna oldukça güçlü bir kanıt oluşturmaktadır. Varlık sayfasının sunulmasından, yaratılış, oluşum,rızık, güvence ve otorite gerçeklerinin ortaya çıkmasından sonra, ayetlerin akışında sadece Allah’a kulluk yapmaya ilişkin bir çağrı yer almaktadır. Yani yüce Allah’ı kullarının hayatlarının her alanında ilâhlık ve özellikleri bakımından birlemek, hayata ilişkin her konuda hakimiyeti ve hakimiyetine başvurmayı O’na özgü kılmak, bunun dışında tüm ilâhlık iddialarını ya da ilâhlığın bir tek özelliğine sahip olduğunu ileri sürenlerin iddialarını reddetme çağrısı yer almaktadır.
Aynı şekilde bu derste yer alan bu ayeti kerimede, katışıksız kullukla, ilâhlığı sadece Allah için birleme gerçeğini birleştirmeye, bu arada yüce Allah’ın `her şeyin yaratıcısı’ ve `her şeye vekil olduğunu’ belirtmeye ilişkin Kur’an metodunun bir örneğini görmekteyiz. “İşte Rabbiniz olan Allah, O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin üstünde mutlak bir vekildir.”
Dersin sonunda -bütünüyle varlık dünyasında yer alan işaretlerin sunulmasından sonra- mucize istemenin anlamsızlığı ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde yalanlayanların inatçı tabiatları da gözler önüne serilmektedir. Bunlar, işaret ve kanıtların yetersizliğinden dolayı iman etmekten kaçınmıyorlar, aksine kör ve çarpık tabiatlarından dolayı karşı çıkıyorlar. Yoksa varlık aleminde sayısız işaret ve kanıt yer almaktadır.