ALLAH c.c Karşısında Hüküm Koyan Herkez Haddi Aşmıştır
Allah azze ve celle’ye Hamd,Rasulüne,O’nun ehli beytine,Sahabesine ve tüm mu’minlerin üzerine salat ve selam olsun.
Allah azze ve celle yaratmış olduğu yeryüzünde insanlara bazı özellikler vermiştir. İnsanoğlu bu özellikleri kullanarak yeryüzünde kendilerine bir düzen oluşturmaya çalışırlar. Bir kişi birden çok mesleğe sahip olabilme ve birden çok kişinin ihtiyacını karşılayabilme gibi bir özelliğe sahip değildir. Bu özelliklere sahip olunsada insanların bu ihtiyaçlarını karşılamakta güç yetiremeyecektir. Bu yüzden insan toplumsal bir yaşantıya sahip olması gerektiğinin farkına varır. Bu toplumsal hayatın düzenli bir şekilde devam edebilmesi için bir lidere ihtiyaç duyulur. Her insanın fıtratında kendinden üstün birine itaate meyli vardır. Seçilen bu itaat merci Âlemleri yoktan var eden, bizleri türlü rızıklarla nimetlendiren Allah olmaz ise maalesef yaratılmış ve rızık talep eden birine kulluk gündeme gelecektir. İnsanlar seçmiş oldukları bu merciden adaletli davranmalarını ve düzenin sağlanmasını isterler. Allah azze ve celle de bu düzenin bir tek kendi belirlemiş olduğu nizama göre olursa başarılı olunabileceğini bizlere sunmaktadır.
Allahu Teala hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hiç şüphesiz bizim ibadetimize de muhtaç değildir. Ama biz Allah’a, ona kulluk yapmaya, onun emirlerine uymaya ve ona ibadet yapmaya muhtacız.
Allahü teâlânın rahmeti sonsuz, merhameti boldur. Dünyada da, ahirette de bol vericidir. Allahü teâlânın merhameti, ihsanı, nimetleri, o kadar çoktur ki, sonsuzdur. Kullarına çok acıdığı için, onların dünyada rahat, huzur içinde, kardeşçe yaşamaları, ahirette de, sonsuz saadete, bitmez, tükenmez nimetlere kavuşmaları için, yapılması lazım olan iyilikleri ve sakınılması lazım olan kötülükleri, Peygamberlerine, melek vasıtası ile bildirmiş, bunları bildiren birçok kitap da göndermiştir. Dinli olsun, dinsiz olsun, inansın inanmasın, herhangi bir kimse, bilerek veya bilmeyerek, Kur’an-ı kerimdeki emir ve yasaklara uyduğu kadar, dünyada rahat ve huzur içinde yaşar. Bu hal, faydalı bir ilacı kullanan herkesin, dertten, sıkıntıdan kurtulması gibidir. Allah azze ve celle den değilde yaratılmış bir beşerden bir şey istemek,maddi sıkıntısını gidermesi için fakirden bir şey beklemek örneği ile anlaşılmaya çalışılırsa daha iyi anlaşılacaktır İnşallah.
Vaktiyle bir zatın iki talebesi, oturmuşlar kendi aralarında konuşuyorlarmış. Onlardan birisi diğerine;
– Bizim ahiretteki halimiz acaba nasıl olacaktır, orada nasıl hesap vereceğiz, çok korkuyorum deyince, arkadaşı;
– Sana bir şey soracağım ama doğru söyleyeceksin. Ahirette senin hesabını, annenin mi, babanın mı, yoksa Allahü teâlânın mı görmesini istersin, diye sormuş. O da;
– Ne kadar yaramaz da olsam annem beni ateşe atmaz, atamaz. Babam zaten hiç kıyamaz demiş. Bunun üzerine arkadaşı;
– Ama bunların hepsinin sana olan merhameti, şefkati, cenâb-ı Hakkın merhamet ve şefkat deryasının bir parçasıdır. Annenin, babanın şefkati, Allahü teâlânın şefkatinden bir zerredir cevabını vermiştir. Müslimde geçen bir hadiste: Peygamber efendimiz, bir muharebeden sonra dinleniyorlarmış. Esirlerin arasında bir kadıncağız, bir oraya bir buraya koşuyor, Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram da, o kadının ne yapmak istediğine bakıyorlarmış. Sonunda kadın, kundaktaki bebeğini aramış bulmuş ve bir çalının arkasına geçip emzirmeye başlamış. Peygamber efendimiz bu hali görünce; (Ne diyorsunuz? Bu anne ölümü, esareti unuttu sadece çocuğunu düşünüyor. Bu anne, bu evladını ateşe atar mı? Vallahi Allah da böyle ateşe atmaz) buyururlar.
Netice olarak, Allahü teâlânın kullarına olan merhameti, iyiliği, bir ananın, yavrusuna olan merhametinden daha çoktur. Böyle olduğu hadis-i şerifte bildirilmiştir. Lutfü, merhameti o kadar çoktur ki, dünyayı ve dünyada olan her şeyi en iyi şekilde yaratmıştır. Bundan daha iyisi mümkün değildir. Rahmetinden, lutfünden hiçbir mahluku mahrum bırakmamıştır. Bu merhamete kavuşabilmek için, iman etmek, emirleri yapıp yasaklardan sakınmak ve ümitli olmak lazımdır. Hadis-i kudside buyurulduğu gibi:
(Benim rahmetim gadabımı aşmıştır.)
Şimdi Allah azze ve celle ye karşı hüküm koyanın haddi neden aştığı daha iyi anlaşılacaktır.
Tüm insanlığın faydasına olan ilahi hükümlerin uygulanmasını hoş görmeyipte Allah cellecelaluhu’ya yapılan bu eylem haddi aşmaktan başka bir şey değildir.
Bütün insanlık alemi gönderilen peygamberleri tanımakla beraber ne için gönderildiklerini bilmek zorundadırlar. Peygamberlerin davasını, mücadelesini bilmeyen bir kişi onun ümmeti olduğunu iddia etmesi ona birşey kazandırmayacaktır. Bizler peygamberlerin davalarını, mücadelelerini bilmek zorunda olduğumuz kadar peygamberlerin karşısında duran firavunlarıda bilip tanımak zorundayız. Allah cc Kur’an ı kerim de78 yerde bizzat firavunun
isminden bahsetmiştir. Bundan daha fazlada isim vermeden bahsediliyor.bu da bize meselenin ehemmiyetini gösteriyor.
Firavunun özelliklerini Allahu Teala insanların gözlerinin önüne seriyor. Onun şahsiyetini ve karakterini en ince ayrıntısına varıncaya kadar müminlere gösterir. Çünkü firavun yeryüzünde kendi cinsinin sembolüdür. Firavunu tanımak demek kendi sınıfından olan bütün insanları tanımak demektir. İsterse bunlar ayrı ayrı zamanlarda yaşamış olsunlar.
Allah azze ve celle Taha suresinin 24 de: Firavuna git çünkü o iyice haddi aştı. Firavun kendiside yaratılmış olduğu halde Allah’ın yaratmış olduğu beşeriyete hükmetme hakkını onları yaratan,yaşatan, rızıklandıran ve dirilten Allah’a değilde kendisine itaate çağırarak kendisinin istediği şekilde yaşamasını isteyerek (zorlayarak) haddi aşmıştır.
Buhari’nin sahihinde bulunan 5220 nolu Hadis-i Şerif meseleyi izah etmektedir. Verrad, el-Muğire’den şöyle dediğini nakletmektedir; Sa’d b. Ubade şöyle dedi; Eğer ben karımla beraber (yabancı) bir adam görürsem onu kılıcımın eni ile değil keskin tarafıyla vururum. Peygamber (S.A.V.)şöyle buyurdu”Sa’d’ın bu gayretine(kıskançlığına)hayret mi ediyorsunuz? Şüphesiz ben ondan daha gayret (kıskançlık) sahibiyim, Allah’da benden daha gayret sahibidir.”Kadı İyaz ve başkaları derki: buradaki GAYRET özel olarak sahip olunan hususlarda ortak çıkılması sebebiyle kalbin değişmesi ve gazabın harekete geçmesinden türemiştir.
Evet bir kişi nasıl kendisine ait olan bir şeye başkasının sahiplenmesine tahammül edemezse Allah azze ve celle de kendi yaratmış olduğu yer yüzünde, kendi yarattığı kullara kendisinden başkasının hükmetmesini istemez.
Rabbim hakkı hak bilip hakka sarılan, batılı da batıl bilip batıldan uzaklaşan kullarından eylesin.(AMİN)