SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 138. VE 141. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
SAPIK KARAKTERLİ İNSANLAR
138- İsrailoğulları’nı denizden karşıya geçirdik. Yolda putlarına tapan bir topluma rastladılar, bunun üzerine “Ey Musa, bu adamların nasıl ilâhları varsa bize de öyle ilâhlar yap ” dediler. Musa da onlara “Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz. “
139- “Bunların uydukları sapık din yokolmaya mahkûmdur, işledikleri ameller de geçersizdir. “
140- Dedi ki; “Allah sizi bütün varlıklara üstün kılmışken ben size Allah dışında bir ilâh mı arayayım?”
141- Hani sizi firavun hanedanından kurtardık. Onlar size ağır eziyetler çektiriyor, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu olaylar Rabbinizin size yönelik büyük bir sınavıdır.
Bu kıssanın yedinci sahnesidir. İsrailoğulları’nın denizi geçtikten sonraki durumunu canlandıran sahnedir. Biz bu sahnede, sağlıklı bir çizgi izlemeye karşı gelmiş sapık bir milletin karakteri ile yüzyüze geliyoruz. Onların bu karakteri, eskiye dayalı tarihlerinden kaynaklanıp gelmektedir. Bu sırada onların, Firavun ve onun destekçileri tarafından putperest cahiliyenin baskısı altında uğradıkları zilletin üzerinden uzun zaman geçmemişti. Peygamberleri ve liderleri Musa’nın, alemlerin Rabbi olan tek Allah adına, onları kurtarmasının üzerinden de çok zaman geçmiş değildi. Yüce Allah onların düşmanlarını yok etmiş, önlerinde denizi ikiye ayırmış ve onları karşı karşıya bulundukları korkunç ve barbarca azaptan kurtarmıştı. Onlar henüz yeni Mısır’ın putperestliğinden kurtulmuşlardı. Fakat şimdi onlar daha denizi geçer geçmez putperest bir topluluğa rastlıyorlar, kendi putlarına yönelen ve putperest ibadetlerinde kendinden geçen bu topluluk onları etkiliyor ve alemlerin Rabbi tarafından elçi olarak görevlendirilenden kendileri için yeniden ibadet edecekleri bir yurt yapmasını istiyorlar:
-İsrailoğulları’nı denizden karşıya geçirdik. Yolda putlarına tapan bir topluma rastladılar, bunun üzerine “Ey Musa, bu adamların nasıl ilâhları varsa bize de öyle ilâhlar yap” dediler. Musa da onlara “Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz.”
Bu bedenlere sirayet eden mikroplar gibi, ruhlara da sirayet eden bulaşıcı bir hastalıktır. Yalnız bu mikropların ruhlara sirayet etmesi için orada mikrobu almaya müsait bir zemin, hazır bir ortam ve yetenek olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in de detaylarına varıncaya kadar gerçekçi, doğru ve güvenilir bir şekilde çeşitli vesilelerle ortaya koyduğu gibi İsrailoğulları’nın karakteri kararsız, azimsiz, zayıf ruhlu bir karakterdir. Hidayete erer ermez hemen sapıklığa düşen, henüz yükselmeye başlamışken birden alçalıveren, doğru yola girer girmez hemen dönüş yapan, gerisin geriye dönen karakterdir. Bunun yanında yüreklerinde bir katılık, hakka karşı bir duyarsızlık, duygu ve bilinç alanında kabalık yer almaktadır. Şimdi onlar halâ kendi karakterlerini değiştirmemişlerdir. Kendi putlarına tapınan bir kavimle karşılaşır-karşılaşmaz, peygamberlerinin kendilerine tevhit ile gönderildiğini ve yirmi seneyi aşkın direktiflerini unutuyorlar. Hatta kendilerini Firavun ve tayfasından kurtaran, düşmanların hepsini yokeden mucizenin gerçekleştiği anı da hatırlamıyorlar. Bazı rivayetlere göre, Hz. Musa, Firavun’a ve onunla birlikte olanlara mesajını iletip İsrailoğulları’nı Mısır’dan çıkarıp, denizden geçirinceye kadar yirmiüç sene geçmişti. Firavun ve etrafındakiler putperest kimselerdi. Bu putperestliğin adına, onları kendilerine boyun eğdirmişlerdi. Nitekim Firavun’un kavminden ileri gelenler O’nu Musa ve Musa ile birlikte olanlara karşı: “Ey Musa, bu adamların nasıl ilâhları varsa, bize de öyle ilâhlar yap.” cümlesiyle kışkırtıyorlardı. İsrailoğulları bunların hepsini unutuyor ve peygamberlerine, alemlerin Rabbi tarafından gönderilen elçilerinden bizzat kendi elleriyle birtakım ilâhlar yapmasını istiyorlar. Eğer onlar kendi elleriyle birtakım ilâhlar edinmiş olsalardı, bu durum, alemlerin Rabbi tarafından görevlendirilen bir peygamberden kendilerine ilâhlar yapmasını istemelerinden daha mantıklı olurdu. Ne var ki onlar İsrailoğulları’ydı!..
Bu teklif karşısında Hz. Musa, alemlerin Rabbi tarafından görevlendirilen bir peygambere yakışır biçimde, alemlerin Rabbi adına öfkeleniyor. Yüce olan Rabbi için kızıyor. Kavminin O’na, başka bir ilâh ortak koşmasını reddediyor. Bu tuhaf isteğe uygun düşen sözlerini yüzlerine haykırıyor:
“Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz.”
Hz. Musa neyi bilmediklerini söylemiyor. Böylece kelimenin tam anlamıyla cahil olduklarını ifade etmek istiyor. Bilgi eksikliğinden kaynaklanan cahillik ve cehalet bilginin zıddıdır. Ahmaklıktan kaynaklanan cehalet ise, aklın zıddıdır. Bu tür sözler, en geniş boyutlarıyla ancak cahillikten ve aptallıktan kaynaklanabilir. Ayrıca Hz. Musa, tevhitten sapıp şirke dalmanın ancak bilgisizlik ve ahmaklıktan gelebileceğine, bilgiyi ve aklı kullanmak, imanı tek bir Allah’a götüreceğine hiçbir ilmin ve hiçbir aklın insanı bu yoldan başka yollara sürüklemeyeceğine dikkat çekmek istiyor. İlim ve akıl bu evreni yasalarıyla inceler.
Evrenin yasaları ise, yaratıcı ve düzene koyucu bir zatın varlığına, bu yaratıcı ve idare edici zatın tek olduğuna tanıklık ederler. Evrenin bu yasalarında her şeyin bir düzene göre yaratıldığı ve güzelce idare edildiği apaçık bir gerçek olarak göze çarpmaktadır. Yine bu yasalarda, bu yasaların araştırma ve değerlendirme ile tesbit edilen etkilerinde, birlik damgası açıkça gözlenebilmektedir. Sağlıklı bir metod ile ortaya konan bu inceleme ve değerlendirmelerden bütünüyle habersiz kalmak veya bunlarda yüz çevirmek, ancak aptalların ve cahillerin işi olabilir. Bu aptal ve cahil kimselerin çoğunlukla iddia ettiği gibi, “bilimsellik” iddiasında bulunmaları bu hükmü değiştirmez.
Hz. Musa kavminin istediği şeyin çirkin taraflarını ortaya koymaya devam ediyor. Taklit etmek istedikleri putlara tapan topluluğun ne kadar kötü bir akıbete uğrayacağını açıklıyor.
“Bunların uydukları sapık din, yokolmaya mahkûmdur, işledikleri ameller de geçersizdir.”
Demek ki bu topluluk, şirk bataklığında çeşitli ilâhlara yönelmekte ve bu şirke dayalı bir hayat sistemini benimsemektedir. Pek çok ilâhlar edinmekte ve bu ilâhların gerisinde mabud bekçilerini ve kâhinleri kabul etmekte, bu korumadan destek alan hükümdarların idaresine boyun eğmektedir. Tek olan ilâh düşüncesinden sapmanın sonucu olarak düşünce sisteminde ve hayat tarzında bir dizi bozukluklarla karşı karşıyadırlar. Bunların hepsi ise geçici ve boş şeylerdir. Sonuçta her çeşit boş şeyi bekleyen felâketler ve yok olup gitme, onları da beklemektedir.
Sonra Hz. Musa’nın sözlerinde yüce Rabbine karşı girişilen bu hareketten duyduğu üzüntü ve öfke nağmesi yükseliyor. Hz. Musa kavminin apaçık gözleri önünde bulunan Allah’ın nimetlerini unutmalarına hayret ediyor.
-Dedi ki; “Allah sizi bütün varlıklara üstün kılmışken, ben size Allah dışında bir ilâh mı arayayım?”
İsrailoğulları’nın kendi zamanlarında alemlere üstün kılınışı, müşrikler arasında tevhidin mesajı için seçilmiş olmalarıyla ortaya çıkmaktadır. Bunun ötesinde hiçbir fazilet ve üstünlük tasavvur edilemez. Bu, hiçbir dengi bulunmayan bir fazilet ve üstünlüktür. Bu Cenab-ı Allah’ın o sırada müşriklerin elinde bulunan kutsal topraklara mirasçı kılmak için onları seçmiş olmasıdır. Onlar Allah’ın nimeti ve fazileti içinde yüzdükleri halde, bütün bunlara rağmen nasıl olur da peygamberlerinden kendileri için Allah’tan başka bir ilâh bulma isteğinde bulunabilirler. Kur’an-ı Kerim bir anlatım tarzı olarak Allah’ın dostlarının sözlerini aktarırken, hemen bunlara bitişik olarak Allah’ın sözlerini de aktarır. Bu metoda bağlı olarak burada, Musa peygamberin sözlerine bitişik halde, Allah’ın kitabına yer verilmekte ve bu kitaptaki sözler Musa’nın kavmine yöneltilmektedir.
“Hani sizi Firavun hanedanından kurtardık. Onlar size ağır eziyetler çektiriyor, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu olaylar Rabbinizin söze yönelik bir sınavıdır.
Kur’ana Kerim’de yüce Allah’ın sözleriyle, dostlarının sözlerinin bitişik halde verilmesi, hiç kuşkusuz Allah dostları için bir şeref ve ikramdır.
Burada yüce Allah’ın İsrailoğulları’na bahşettiği nimet, onların zihinlerinde ve damarlarında henüz hatırası taze olarak yaşayan bir ihsandır. Aslında tek başına bu nimet bile, onların ibret alıp şükretmeleri için yeterli idi. İşte bu nedenle yüce Allah, onların kalplerini bu sınavdaki ibret noktasına yöneltiyor. Azap ile sınanmaya, kurtuluş ile sınanmaya; sıkıntı ile imtihana, bollukla imtihana dikkat çekiyor.
Öyleyse bunların hiçbirisi plansız, programsız, rastgele bir şey değildi. Hepsi de öğüt almak, ibret almak içindi. Sınama ve eğitme amacına yönelikti. Eğer bu sınamalar, onların gönüllerini düzeltmeyecek olursa, şiddetli cezaya çarptırılmadan önce mazeretlerini geçersiz kılma amacını güdüyordu.