SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 175. VE 177. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
175- “Onlara şu adamın olayını anlat: Adama ayetlerimizi sunduk, fakat o onların içinden sıyrılıp çıktı. Arkasından onu şeytan peşine taktı da azgınlardan oldu. “
176- “Eğer dileseydik bu ayetler aracılığı ile onun düzeyini yükseltirdik, fakat o yere saplandı kaldı. Onun durumu üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp horlayarak soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu hikâyeyi onlara anlat, ola ki, üzerinde düşünürler. “
177- “Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmeden toplumun durumu ne kötü bir örnektir. “
Bu sahne gerçekten hayret verici bir sahnedir. Bu dilin düşünce ve tasvir yönünden zenginliğine dayalı, son derece yeni bir manzara tasvir etmektedir. Burada yüce Allah bir insana ayetlerini veriyor, üstün nimetleriyle onu donatıyor, ilminden ona bir pay veriyor. Doğru yolu seçmesi, kendisi ile bağ kurması ve yükselmesi için gereken en güzel fırsatı sağlıyor. Fakat o, bunların hepsine rağmen, görüyorsunuz ya, bu işten sıyrılmak istiyor. Sanki o, etine yapışık bulunan deriden sıyrılır gibi bu ayetlerden sıyrılıyor. Çırpınarak, zorlanarak ve büyük bir çabayla ancak bunu üzerinden atabiliyor. Bedenine yapışık halde bulunan derisinden bir canlının yüzülmesi gibi bir sıyrılıştır bu. İnsanın bünyesi derinin bedeni sarması gibi Allah’a iman duygusuyla sarılmış değil miydi? İşte o, buna rağmen gördüğünüz gibi Allah’ın ayetlerinden sıyrılıyor, kendisini koruyan örtüyü, bedenini muhafaza eden zırhı atıyor, arzu ve isteklere uymak için doğru yoldan sapıyor, aydınlık ufuklardan yuvarlanıyor, kapkaranlık çamura gömülüyor. Ve artık şeytanın bir oyuncağı durumuna düşüyor. Şimdi artık hiçbir koruyucu onu korumuyor. Kimse şeytandan onu muhafaza etmiyor. Ve o, şeytana uyuyor. Şeytana bağlanıyor. Şeytan ona egemen oluyor. Sonra bir de bakıyoruz ki, biz uğursuz, çirkin ve korkunç bir sahne ile karşı karşıyayız. İşte şimdi biz bu tuhaf yaratık ile karşı karşıyayız. Yeryüzüne çakılıp kalmış, çamura batmış bir yaratıktır bu. Bir de bakıyoruz ki, bu yaratık köpek şekline girmiş, kovulsa da kovulmasa da solumasını sürdüren bir köpek şekline. Bu hareketli manzaraların hepsi birbirini izliyor, arka arkaya geliyor. İnsanın hayatı burada olayı somut bir şekilde izliyor. Zaman zaman tepki gösteriyor, hayret ediyor, heyecana kapılıyor. Bu sahnelerin sonuna yani ardı arkası gelmeyen solumalar sahnesine gelindiğinde, sahnenin tamamını kuşatan gizli direktiflerle dolu bulunan yorum geliyor:
“İşte ayetlerimizi yalanlayanların durumu budur. Bu hikâyeyi onlara anlat, ola ki, üzerinde düşünürler. Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmeden toplumun durumu ne kötü bir örnektir!”
İşte onların örneği budur. İnsanı doğru yola ileten ayetler, imanı aşılayan direktifler onların fıtratlarına ve bünyelerine ayrıca çevrelerini kuşatan bütün varlıkların yapılarına da yerleştirilmiştir. Buna rağmen onlar bunların hepsinden sıyrılmışlar. Sonra onların şekilleri değişmiş, hayvanlaşmışlar. Bünyeleri çirkinleşmiş “insan”lık konumundan hayvanların düzeyine düşmüşler… Çamurda debelenen köpeğin seviyesine inmişler. Halbuki onların imandan kanatları vardı. Bunlarla yüce alemlere açılabilirlerdi. Ne var ki, onlar bu güzel makamdan alçakların alçağı bir dereceye yuvarlanıyorlar!
“Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmeden toplumun durumu ne kötü bir örnektir.”
Bu örnekten daha kötü bir durum düşünebilir mi? Doğru yoldan ayrılıp haktan uzaklaşmaktan daha çirkin bir şey var mıdır? Yeryüzüne çakılıp kalmaktan, arzu ve isteklere bağlanmaktan daha kötü ne olabilir? Bu hareketleriyle kendi nefislerine zulmeden insandan daha fazla nefsine zulmeden birisi düşünebilir mi? Kendisini koruyan örtüyü çıkarıp atan, bedenini muhafaza eden zırhtan sıyrılan, böylece kendisini şeytanın oyuncağı haline getiren ve ona bağlayan, şeytana binek yapan, onu yeryüzüne çakılıp kalan şaşkınlık ve kararsızlık içindeki hayvanlar alemine sürükleyen ve sürekli köpeklerin soluyuşu gibi soluyan bir hayvan haline getiren kişiden daha zalim kim vardır?
Bu durumun nitelendirilmesi ve tasviri konusunda Kur’an-ı Kerim’in eşsiz, hayret verici ifade tarzından başka hangi söz bu kadar eşsiz ve hayret verici ifade gücüne sahip olabilir?
Sonra… Bu sadece okunan bir haber midir? Yoksa çoğu zaman bir realite olarak gerçekleştiğinden dolayı haber şeklinde verilen bir örnek midir? Bu açıdan aktarılan bir haber midir?
Bazı rivayetlerin kayıtlarına göre bu İsrailoğulları’nın Filistin’e girmelerinden önce orada yaşayan iyi bir insanın haberidir. Rivayetler, bu adamın şaşkınlığa ve sapıklığa düşüşünü detaylarına varıncaya kadar verirler. Bu rivayetlerde olay öyle bir üslubla dile getirilmiştir ki, onun yahudi kültürünün bir parçası olmadığını söylemek çok zordur. En azından olayın tüm detaylarının kesinliği sözkonusu değildir. Ayrıca bu rivayetlerde birtakım farklılıklar ve çelişkiler de vardır ki, bunlar aynı konuda daha fazla dikkatli olmamızı gerektirmektedir. Rivayete göre bu kişi İsrailoğulları’ndan biri olan Bel’am b. Bâûrâ’dır. O’nun Filistin’in zorba yerlilerinden biri olduğu da rivayet edilmiştir. Araplar’dan Umeyye b. Sait olduğu da gelen rivayetler arasındadır. Bu rivayete göre ise, bu adam Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- çağdaşı olan, fasık olan Ebu Amir idi. Musa’nın -selâm üzerine olsun- çağdaşı olduğu da rivayet edilmiştir. Bir rivayete göre ise İsrailoğulları’nın şehre girmeyi reddetmelere üzerine, kırk yıllık çöl hayatından sonra İsrailoğulları’nın zalimleriyle savaşan Yuşa b. Nûn zamanında yaşayan bir adamdı. Hatırlanacağı gibi Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre, onlar peygamberleri Hz. Musa’ya -selâm üzerine olsun- şöyle demişlerdi: “Git sen Rabbin ile birlikte savaş, biz burada kalıyoruz.” (Maide Suresi, 24)
Ona verilen bu ayetlerin tefsirinde, onların kendisiyle dua edildiğinde kabul edilen “Allah’ın İsmi A’zamı (en yüce adı) olduğu da rivayet edildiği gibi, Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğu ve onun da bir peygamber olduğu bildirilmiştir… Bundan sonra haberin detayları birçok açıdan farklılık göstererek uzayıp gider.
Bu nedenle biz “Fî Zılâl’il Kur’an’da” izlediğimiz metoda bağlı olarak bu rivayetlerin hiçbirine dalmayı uygun görmedik. Ayrıca Kur’an’ın metninde bunların hiçbiri yer almıyor. Bu konuda Peygamber’e -salât ve selâm üzerine olsun kadar varan sağlıklı bir hadiseye rastlayabilmiş değiliz. Dolayısıyla biz bu haberin ötesini araştırmaya gerek görmedik. Burada Allah’ın ayetlerini apaçık olarak gördükleri halde, bu ayetlerin gösterdiği yolda yürümeyip onları yalan sayanların durumu gözler önüne serilmektedir. Bu olay insanın hayatında ne de çok gerçekleşiyor. Allah’ın dininin bilgisi kendilerine bağışlandığı halde bu bilgiler doğrultusunda hareket etmeyenler ne de çoktur! Onlar bu dini bilgiyi, hükümlerin yerini değiştirmek ve onunla arzu ve isteklerine uymayı sağlamak için vasıta kılıyorlar. Onlar bu bilgilerini kendi heva ve hevesleri ve dünya hayatının nimetlerine sahip olduklarını zannettikleri efendilerinin arzu ve istekleri doğrultusunda kullanırlar.
Nice din bilgini tanıyoruz ki, Allah’ın dinini gerçek anlamda öğrendiği halde ondan sapar. Onu olduğundan başka türlü açıklar. Bu bilgisini bilinçli tahrifler, yeryüzünün geçici hükümdarlarının keyfine göre fetvalar için kullanır! Bu tahrifler ve fetvalarla Allah’ın hakimiyetini ve O’nun yeryüzündeki bütün mukaddeslerini çiğneyenlerin saltanatını sağlama almaya çalışır!
Biz bu bilginler içinden; yasama Allah’ın haklarından biridir, bu hakka kendisinin sahip olduğunu iddia edenlerin ilâhlık iddiasında bulunmuş olacaklarını, ilâhlık iddiasında bulunanların ise kâfir olduklarını, ayrıca o kişilere bu hakkı verenlerin ve onların peşinden gidenlerin de kâfir sayılacaklarını bilen ve söyleyen kimseler gördük. Bununla beraber bu gerçeği bilmelerine ve dinde bu gerçeği bir zaruret olarak öğrenmelerine rağmen bu din bilginleri, yasama hakkını kendinde gören ve bu hakkı iddia etmekle ilâhlık iddiasında bulunan zalim idarecilere dua ederler. Bizzat kendilerinin küfürlerine hüküm verdikleri bu insanlara dua ederler ve onlara “müslüman” adını yakıştırırlar!.. Onların bu yaptıklarım, en ideal islâm olarak gösteriyorlar. Yine bunların bazılarını gördük ki; bir sene faizin bütün çeşitlerinin haram olduğunu yazdıkları halde, başka bir sene onun helâl olduğunu yazmaya başlarlar. Yine bunların öylelerine rastladık ki, insanlar arasında fuhuşun ve ahlâksızlığın yayılmasına ön ayak oldukları gibi, bu çirkefin üzerine din örtüsünü, dini ünvanları ve alâmetleri çekmeye çalışırlar.
Bu ise: “ona ayetlerimizi sunduk, fakat o onların içinden sıyrılıp çıktı. Arkasından şeytan onu peşine taktı da, azgınlardan oldu.” ayetini doğrulayan bir delilden başka bir şey değildir. Bu yüce Allah’ın kendisinden söz ettiği haber sahibinin hayvanlaşmasından başka nedir ki?: “Eğer dileseydik, bu ayetler aracılığı ile onun düzeyini yükseltirdik, fakat o, yere saplandı kaldı. Onun durumu üstüne varsan da, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp horlayarak soluyan köpeğin durumu gibidir.”
Eğer Allah dileseydi, kendisine verdiği ayetlerin bilgisiyle onu yükseltirdi. Ne var ki, yüce Allah bunu istememiştir. Çünkü ayetleri bilen bu adam, dünya hayatının rahatını tercih etmiş, ayetlere değil de arzu ve isteklerine uymuştur.”
Bu, Allah’ın kendi bilgisinden bir miktarını verdiği halde, bu bilgiden yararlanmayan, iman yolu üzerinde doğru bir istikamete yönelmeyen, horlanmış bir biçimde şeytanın peşine düşmek ve sonuçta şekil değiştirerek hayvanların mertebesine inmek için Allah’ın nimetinden sıyrılan herkesi kapsamına alan bir örnektir!
Sonra ardı arkası kesilmeyen köpek solumaları nedir acaba?
Kur’an’ın arzettiği manzaranın tasvir gücünden ve haberin vurgularından da anlaşıldığı gibi, bu solumalar dünya hayatının geçici güzellikleri peşinde koşarken yaşanan solumalardır… İşte dünyanın bu geçici zevklerine takılanlar, Allah’ın kendilerine verdiği ayetlerden sıyrılmak isteyenlerdir. Dünya malının peşine düşen bu insanlara öğüt verilse de verilmese de, onlar bu solumalarından vazgeçmeyecekler ve onlar sürekli olarak bu hal üzere devam edip gidecekler.
Dünya hayatı her yerde, her zaman ve her toplumda bu örneği sürekli olarak gözlerimizin önüne getirir. Hatta birçok zaman geçmesine rağmen insanın gözleri hangi bilgine takılsa, onun durumunun da aynı olduğunu görür. Allah’ın ayetlerinden sıyrılmayan, dünya hayatının rahatına dalmayan, arzu ve isteklerin peşinde sürüklenmeyen, şeytanın boyunduruğuna razı olmayan, egemenliği ellerinde bulunduranların sahip oldukları dünya malının peşinden habire solumayan, Allah’ın kendilerini koruduğu çok az bir kesim hariç!
Bu varlığı ve meydana gelişi hiçbir zaman kopukluğa uğramayan bir örnektir. Belli bir kuşakta meydana gelen bir olayla asla sınırlı değildir!
Yüce Allah, Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- bu örneği Allah’ın ayetlerinin kendilerine gönderildiği kavmine okumasını istiyordu ki, onlarda bu ayetler kendilerine verildikten sonra ondan sıyrılmasınlar. Sonrakiler için de ders olsunlar. Ardarda gelen nesiller tarafından okunsunlar. Allah’ın ilminden bir şey öğrenenler bu çirkin akıbete uğramaktan sakınsınlar, Ardı arkası kesilmeyen bir soluyuş içine girmesinler. Hiçbir düşmanın düşmanına dahi reva görmediği biçimde kendi kendilerine zulüm etmesinler. Çünkü bu uğursuz akıbet ile kendi kendilerinden başka kimseye zulmetmiş olmazlar!
Günümüzde bu tip alimlerden öylelerini gördük ki, Allah korusun kendi kendilerine zulmetmek için büyük bir ihtirasla ortaya atılıyorlar veya cehennem çukurundaki yerlerini kendileriyle beraber yarış halindekilerden birinin almasından korkan adamın hali gibi, bu işe dört elle sarılıyorlar! Cehennem’deki bu yerini garantiye almak için her sabah biraz daha ilerliyorlar! Bu dünya hayatının sonuna kadar bitmek tükenmek nedir bilmeyen salyalı solumaları ile bu emellerinin peşinde koşup duruyorlar!
Allah’ım sen bizleri koru! Ayaklarımızı kaydırma! Üzerimize sabır yağdır! Ve müslüman olarak canımızı al!
İMAN VE HAYAT DÜZENİ
Bu ilahi haberin ve bu haberi bildiren Kur’an’ın ifade tarzı üzerinde bir başka açıdan durmak istiyoruz.
Bu örnek sahibini şehevi arzu ve isteklerin ağırlığından korumayan, dünya hayatının ağırlığından ve cazibesinden onu kurtarmayan, heva ve hevesine uymaktan şeytana bağlanmaktan, onun yolunu izlemekten, bu heva-heves yolları ile onun peşinde sürüklenmekten alıkoymayan bilginin örneğidir.
İşte ilim insanı korumadığından dolayı, Kur’an’ın yolu, müslüman nefisleri ve islâmi hayatı oluşturmak için kendisine has bir metod izler. Bu metod, ilmi sırf bilmek şeklinde ele almaz. Aksine, ilmi vicdan aleminde ve pratik hayatta hedefini gerçekleştirmek için hareketli, itici ve sıcak bir inanç sistemi olarak ele alır.
Kur’an’ın hayat sistemi akideyi, ilmi araştırmalar şeklinde hazırlanmış bir “teori” olarak ele almaz. Böyle bir inanç sistemi sırf bilgiden ibarettir. Vicdan dünyasında ve hayat alanında etkili olamaz. Bu kuru bir ilimdir. Sahibini keyfi arzularının peşine düşmekten korumaz, Şehevi arzuların baskısından hiçbir şeyi hafifletmez. Şeytanı da kovmaz. Aksine onun yolunu açar ve insanı ona köle haline getirir!
Aynı şekilde Kur’an’ın hayat yolu bu dini, “İslâm Nizamı”, “İslâm Fıkhı”, “İslâm İktisadı”, “Tabiat Bilimleri”, “Psikolojik Bilimler” alanında yapılan etüdler şeklinde sunmuyor. Bu dini kültürel etüdlerin hiçbiri şeklinde takdim etmiyor!
Kur’an’ın hayat sistemi dini, itici, harekete geçirici, diriltici, yükseltici bir inanç sistemi şeklinde sunuyor. Kalbe ve akla yerleştikten sonra pratik uygulamasını gerçekleştirmek için harekete iten bir güç kaynağı olarak görür akideyi. Bu akide ölü kalpleri diriltiyor, canlandırıyor, harekete geçiriyor ve ilerletiyor. İnsanın fıtratındaki alıcı-verici cihazları uyarıyor. İnsanı Allah’a verdiği ilk söze döndürüyor. İnsanın hedeflerini ve değerlerini yüceltiyor. Artık çamurun cazibesi onu üzerine bindirmiyor ve onu asla dünya malına bağlamıyor.
Kur’an’ın hayat yolu, bu akideyi teori ve düşünce için bir metod olarak takdim ediyor. Bu insanların düşüncelerinden apayrı ve tamamen farklı bir metodtur. Çünkü bu metod insanları, arzu ve isteklerin oyuncağı ve bedenlerin ağırlığı ve şeytanın aldatmaları altında oluşturdukları metodların kusurlarından, yanlışlıklarından, sapıklıklarından kurtarmak için gönderilmiştir!
Kur’an’ın hayat yolu, bu akideyi gerçeğin bir ölçüsü olarak sunuyor. İnsanların akıllarını ve duygularını bununla bir sisteme bağlıyor. İnsanların yönelişlerini, hareketlerini ve düşüncelerini bununla kontrol ediyor ve ölçüye vuruyor. Artık buna göre, bu ölçünün kabul ettiği şeyler doğrudur. Onları sürdürmek gerekir. Yine bu ölçünün reddettiği şeyler yanlıştır. Onlardan vazgeçmek gerekir.
Kur’an’ın hayat yolu, bu akideyi bir hareket metodu olarak takdim eder. Bu metod, insanları kendi programına ve kendi ölçülerine göre adını adım yücelerin yücesine doğru yükseltir, ilerletir. Realiteye dayalı bu hareket esnasında insanların hayat sistemini ve hukuklarının temellerini, iktisadlarının, sosyal yapılarının ve siyasetlerinin ilkelerini belirler. Bu ilkelere göre şekillenmiş akılları ile kanuni ve fıkhi yasalarını tesbit eder. Fizik ve psikolojik bilimlerine bu ölçülere göre biçim verir. Realiteye dayalı pratik hayatları neyi gerektiriyorsa onları düzene koyar. Onlar, detaylara ilişkin kanunları ve hükümleri belirlerken içlerinde akidenin sıcaklığını ve itici gücünü, şeriatın ciddiyetini ve realitesini, hayatın gerçek ihtiyaçlarını ve direktiflerini derinden hisseder!
İşte Kur’an’ın hayat yolu, müslüman nefisleri ve islami hayatı bu metod ile şekillendiriyor. Sırf etüd etme amacına yönelik teorik araştırmalara gelince bu ilim, sahibini yeryüzünün ağırlıklarından arzu ve isteklerin itici gücünden ve şeytanın aldatmasından koruyamaz. Beşer hayatı için yararlı bir şey takdim edemez! (En’am Suresinin girişine bkz.)
Burada ayetin akış seyri, bu manzarada tasvir edilen örnek üzerinde bir değerlendirmede bulunmak için kısaca duruyor. Allah’ın kendisine ayetlerini verdiği halde, onlardan sıyrılan adamın hareketi üzerine hidayetin Allah’ın hidayeti olduğunu, Allah’ın kendisini hidayete ilettiği kimsenin gerçekten hidayet üzere bulunduğunu, Allah’ın saptırdığı kimsenin ise hüsrana uğradığını ve hiçbir şey kazanmadığını belirtiyor.