SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA ARAF SURESİ 193. VE 198. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
MÜŞRİKLERİN ACİZLİĞİ
193- “Eğer onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar; onları çağırsanız da karşılarında suskun dursanız da sizin için birdir. “
194- “Allah’ın dışındaki yalvardıklarınız tıpkı sizin gibi birer kul, birer yaratıkdırlar. Eğer onlara ilişkin düşünceniz doğru ise, çağırın onları da, size karşılık versinler bakalım. “
195- “Onların yürüyecek ayakları mı var, tutacak elleri mi var, görecek gözleri mi var, yoksa işitecek kulakları mı var? De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız, sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz. “
196- “Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an-ı indiren Allah’tır. O iyileri dost edinir, koruması altında tutar. “
197 “O’nun dışındaki yalvardıklarınız ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler. “
198- “Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler, onları sana bakar gibi görürsün, fakat görmezler. “
Daha önce de belirttiğimiz gibi, müşrik Araplar’ın putperestlikleri basit ve ilkel bir putperestlikti. Bütün aşamalarında beşeri aklın ölçülerine göre gerçekten basit bir anlayıştı. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim onların akıllarını harekete geçirmeye çalışmış, bu tür ilâhlara taptıklarından, bunları Allah’a ortak koştuklarından onları basitlikle nitelemiştir.
Onların bu basit putları dış görünüşleri ile yürümelerinde kendilerini taşıyacak ayaklara, tutabilecek ellere, görebilecek gözlere, işitebilecek kulaklara sahip değillerdir. Onlara bu organları sağlayanlar, onlara tapanların kendileridir. Onlar nasıl olur da kendilerinden daha aşağı bir seviyede bulunan bu cansız taşlara tapabilirler?
Bazan meleklerin sembolü, bazan da atalarının, ecdadının sembolü olarak kabul ettikleri putlara gelince, bunlar da Allah tarafından yaratılan kullardır. Onlar hiçbir şeyi yaratamazlar. Aksine kendileri de birer yaratıktırlar. Onlara yardım edemedikleri gibi, kendilerine bile yardım edemezler!
Bizce müşrik Araplar’ın akidelerinde somut putlar ile soyut sembollerin kaynaştırılması, bu ayette onlara bu şekilde hitab edilmesine neden olmuştur. Bazan bu sembollerin gerisindeki varlıklar kastedilerek akıllı varlıklar için kullanılan zamirlerle, bazan da bizzat bu putların kendilerine işaret edilerek onların hayattan ve hareketten yoksun oldukları dile getirilmiştir. Aslında bunların tümü Kur’an tarafından uyandırılan ve bu gülünç gafletten kurtarılan insan aklının, mantığının kurallarına göre de apaçık bir sapıklıktan başka bir anlam ifade etmez! ,
Bu karşılıklı delil getirmeden sonra yüce Allah Peygamberimizi -salât ve selâm üzerine olsun- hem onlara hem de onların güçsüz olan tanrılarına meydan okumaya sevkediyor. Yalnız Allah’ı dost edindiğini ortaya koyan saf ve yalın akidesini açıkça ilân etmesini istiyor:
MÜŞRİKLERE MEYDAN OKUMA
“De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz. Benim dostum koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, iyileri dost edinir, koruması altında tutar. O’nun dışındaki yalvardıklarınız ne size ne de kendilerine yardım edebilirler. Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler, onları sana bakar gibi görürsün, fakat görmezler.”
Bunlar mesaj sahibinin, cahiliyenin yüzüne haykırdığı sözlerdir. Gerçekten de Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- bu sözleri Rabbinin emrettiği şekilde onlara karşı söylemiş, müşriklere ve onların sahte ilahlarına karşı meydan okumuştur:
“De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız, sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz…”
Gerçekten de peygamberimiz onlara ve onların sahte ilâhlarına karşı bu meydan okuyuşla ortaya atılmış ve onlara şöyle demiştir: Hiç göz açtırmadan ve hiç bekletmeden sizin ne kadar gücünüz varsa, ilâhlarınızın ne kadar gücü varsa hepsini toplayın ve bana tuzak kurun’.. Bu sözleri tam bir güven içinde sırtını dayadığı desteğe gönül huzuru içinde yaslanarak ve bu destekleyici gücün, kendisini onların hepsinin tuzaklarına karşı koruyacağına inanarak söylemiştir:
“Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O iyileri dost edinir, koruması altında tutar.”
Böylece yüce Allah, peygamberin bu işte kime dayandığını açıkça ortaya koymuştur. Buna göre, yüce Allah’a dayanmıştır. Allah, Kitab’ı kendi yüce iradesine uygun olarak indirmesi, Peygamberin bu kitabın içerdiği gerçekle insanların karşısına çıkması gerektiğini göstermiştir. Bunun yanısıra, bu gerçeği bozguncuların boş çabalarına karşı üstün kılmayı da takdir eylemiştir. Ayrıca bu gerçeği insanlara ulaştırmak, onlara götürmek ve Peygamberine güvenlerini sağlamak için çalışan iyi kullarını korumayı da üstlenmiştir.
Aslında bu sözler Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- hayatından sonra insanları .Allah’a çağıran her dava sahibinin her yerde ve her zaman söyleyeceği sözler olmalıdır.
“De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız, sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz…” Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, iyileri dost edinir, koruması altında tutar.”
Hiç şüphesiz Allah yoluna davet edenlerin yeryüzünün her çeşit dayanaklarından soyutlanmaları gerekiyor. Aynı şekilde yeryüzünün dayanaklarını basit ve önemsiz görmeleri icab ediyor.
Yeryüzünün dayanakları ne kadar güçlü ve sağlam görünseler de aslında basit ve zayıftırlar.
“Ey insanlar: Size bir örnek verilmişti. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek bile yaratamazlar, hepsi bu iş için yardımlaşsalar dahi. Eğer sinek o putlardan bir şey koparsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar. Put da zayıf ve aciz, sinek de.” (Hacc Suresi: 73)
“Allah’tan başka dost edinenlerin hali, kendine bir yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Keşke bunu bilselerdi!.. (Ankebut Suresi: 41)
Allah yolunda davet edenler Allah’a dayanırlar. Öyleyse, Allah’ın dışındaki bu dostlar ve dayanaklar neci oluyorlar? Dava adamına eziyet yapacak güçte olsalar bile, onun gözünde kaç paralık değerleri vardır? Onların Peygambere eziyet yapmaları da, ancak Peygamberin dostu olan Allah’ın izni ile gerçekleşebilmektedir. Allah’ın diğer varlıkların ona yaptıkları eziyete izin vermesi, onu başkalarının eziyetinden korumaktan aciz olduğundan veya dostlarına destek vermediğinden değildir. Yüce Allah bu tür noksanlıklardan münezzehtir. Başkalarının eziyetlerine izin vermesinin nedeni eğitme, arındırma ve alıştırma gibi nedenlerle iyi kullarını denemek istemesindendir. Zalim kullarına zaman tanıması, bu zalimlerin günahlarının çoğalması ve sağlam bir tuzağa düşmeleri için imkân tanımasıdır!
Müşrikler Ebu Bekir’e eziyet yaparken, mübarek yüzüne pençeli ayakkabılarla vururken; yüzüne gözüne, darbeler indirirken, ağzını ve gözünü tanınmaz hale getirirken… Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- sonra yeryüzünün en erdemli insanı Ebu Bekir bütün bu çirkin ve azgın saldırılar boyunca hep şöyle diyordu: “Allah’ım sen ne kadar sabırlısın!.. Allah’ım sen ne kadar sabırlısın! Allah’ım, sen ne kadar sabırlısın!..” Çünkü o kendi iç dünyasında, bu eziyetlerin ötesindeki Rabbinin sabrını gayet iyi biliyordu. O Rabbinin düşmanlarını yoketmekten aciz olmadığına kesin güveniyordu. Aynı şekilde Rabbinin dostlarını yalnız bırakmayacağına güveni tamdı! Abdullah b. Mesud -Allah ondan razı olsun- müşriklerin Kâbe avlusunda yaptıkları toplantıda onlara Kur’an okuduğu için, müşrikler tarafından yolda doğru yürüyemeyecek ve belini doğrultamayacak kadar dövülmüş, eziyet edilmişti!.. Fakat bunca çirkin ve azgın eziyetlere rağmen o şöyle demişti. “Vallahi onlar o günkü kadar hiç gözümde basitleşmemişlerdi!” Çünkü o, müşriklerin bu hareketleriyle aslında Allah’a karşı geldiklerini biliyordu. Allah’a karşı gelenin ise kesin yenilgiye uğrayacağına, Allah karşısında basitleşeceğine kuşkusuz inanıyordu. Bu nedenle onların Allah’ın dostları gözünde de basitleşmeleri gerekiyordu.
Abdullah b. Ma’zun -Allah ondan razı olsun- kendi kardeşleri Allah yolunda eziyetlere, zulümlere maruz kalırken, bir müşrikin himayesine girip eziyetlerden, saldırılardan kurtulmayı onuruna yediremediğinden, müşrik Utbe b. Rebia’nın himayesinden çıkmış, Utbe’nin himayesinden çıktıktan sonra müşrikler başına üşüşmüşler, gözünü çıkarıncaya kadar ona zulmetmişlerdi!.. Utbe onun bu haline acımış ve tekrar himayesine girmeye çağırmıştı. Abdullah ise, ona şöyle demişti: “Şüphesiz ki, ben senden daha güçlü birinin himayesindeyim.” Utbe ona: “Ey kardeşimin oğlu, sen himayemde olduğun sırada gözüne böyle bir darbe inmemişti” dediğinde, şu karşılığı vermişti. “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, diğerini de Allah yolunda feda etmekten çekinmem.” Çünkü Abdullah, Allah’a sığınmanın kulların himayesine girmekten çok daha onurlu bir iş olduğunu biliyordu. Ayrıca Rabbinin kendisini yalnız bırakmayacağına kesin inanıyordu. Eğer yüce Allah, kendi yolunda bu eziyetlere katlanmaya izin veriyorsa, bu mazlumların ruhen engin ufuklara yükselmesi içindir: “Hayır, Allah’a yemin olsun ki, diğerini de Allah yolunda feda etmekten çekinmem.”
İşte bunlar yüce Rabbani direktiflerin atmosferinde Peygamberimiz Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- dizi dibinde eğitim gören, Kur’an ile eğitilen altın nesilden birkaç örnektir.
“De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız, sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz.
Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, iyileri dost edinir, koruması altına alır.”
Müşriklerin kendilerine karşı yaptıkları bu işkencelere katlandıktan, Kitab’ı indiren ve iyileri dost edinip koruması altına alan Allah’a bu şekilde bağlılık gösterdikten sonra ne oldu?
Tarihin bildiği olaylar meydana geldi! Allah’ın dostları zafere, üstünlüğe ve egemenliğe kavuştu. Hezimet, basitlik ve harab olma ancak ve ancak Allah’ın iyi kullarını öldüren azgınların payına düştü. Allah’ın gönüllerini islâma açtığı kimseler de, Allah’a karşı asla sarsılmayan tam bir güvenle, Allah yolunda gevşeklik göstermeyen bir azimle, onca eziyetlere, zulümlere katlanacak o güne çıkmış olan öncüleri her alanda izlemeye koyuldular!
Allah yoluna davet eden insanlar nerede ve ne zaman olursa olsunlar, böyle bir güven olmadan, böyle bir azim olmadan, böyle kesin bir inanç olmadan hiçbir yere ulaşamazlar, hiçbir başarı elde edemezler.
“Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, iyileri dost edinir, koruması altında tutar.”
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- müşriklere meydan okumakla emrolunmuştu. Ve onlara meydan okudu. Müşriklere ilâhlarının acizliğini, şirklerinin saçmalığını açıklamakla emrolunmuştu. O da bu görevi yerine getirdi.
“O’nun dışındaki yalvardıklarınız ne size yardım edebilirler, ne de kendilerine yardım edebilirler.”
Eğer onları doğru yola çağırırsanız size uymazlar, onları çağırsanız da karşılarında suskun dursanız da sizin için birdir.”
Madem ki, bu tesbitler klasik Arap cahiliyesindeki basit putperestliğin ilâhları için uygun düşmektedir, öyleyse aynı tesbitler modern cahiliyenin sahte ilâhlarının hepsine de uygun düşecektir.
Bu modern müşrikler, Allah’ı bırakıp yeryüzünün egemenliğini ellerinde bulunduran çevrelerden dostlar edinmekte ve onları yardımına çağırmaktadırlar! Ne var ki, onların bu dostları ne kendilerine, ne de başkalarına yardım etme gücüne sahip değildir. Yüce Allah’ın takdiri, kulları için planlanan zaman dahilinde dilediği şekilde cereyan ettiğinde, onların gücü hiçbir şeye yetmeyecektir.
Madem ki, Araplar’ın ilkel ilâhları işitmiyordu, boncuklardan veya kıymetli taşlardan yapılan gözleri bakmıyor ve görmüyordu… Öyleyse bugünün modern ilâhları olan vatan, ulus, üretim, makina ve tarihi determinizm de işitemez ve göremez! .. Modern cahiliyenin buna benzer sahte ilâhlarının hepsi de aynıdır. Gören ve işiten insanlardan edindikleri ilâhlar da aslında işitemezler ve göremezler! İnsanlar arasında seçilen, kendilerine ilâhlık özellikleri yakıştırılan, kendilerinin emriyle hukukun ve yargının belirlendiği bu sahte ilâhların durumu da farklı değildir. Bunlar hakkında yüce Allah şöyle buyuruyor: “Andolsun ki, birçok cini ve insanı cehennemlik olarak yarattık. Onların kalpleri var, fakat anlamazlar; gözleri var, fakat göremezler, kulakları var, fakat işitmezler. Onlar hayvanlar gibidirler, hatta hayvanlardan da daha sapıktırlar. Onlar gaflet içindedirler. (A’raf Suresi: 179)
Allah yoluna davet eden insanlar, değişik cahiliye sistemleri tarafından aynı tepkiyle karşılaşırlar… Onlar da, yüce Allah’ın Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- söylemesini emrettiği sözleri bunların yüzüne haykırmaları gerekir:
“De ki, Allah’a koştuğunuz ortakları çağırınız, sonra hiç göz açtırmaksızın bana karşı tuzak kurunuz.
Benim dostum, koruyucum Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren Allah’tır. O, iyileri dost edinir, koruması altında tutar.
O’nun dışındaki yalvardıklarınız ne size yardım edebilirler, ne kendilerine yardım edebilirler. Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler, onları sana bakar gibi görürsün, fakat görmezler.” Müşrikler her yerde ve her zaman aynıdır.
RABBANİ DİREKTİFLER
Surenin bundan sonraki bölümünde, yüce Allah’tan dostlarına yöneltilmiş birtakım Rabbani direktiflere yer verilmektedir. Bunlar Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- ve onunla birlikte iman edenlerdir. Onlar yüce Allah’tan bu direktifleri alırken daha Mekke’de bulunuyorlardı. Arap Yarımadası’nda ve dünyanın her tarafında egemen olan o zamanki cahiliyeye karşı koyuyorlardı. Bu rabbani direktifler, sözkonusu azgın cahiliyeye karşı koyuyorlardı. Bu Rabbani direktifler, sözkonusu azgın cahiliyeye ve şu yolunu şaşırmış insanlara karşı mesaj sahibi olan Peygamberimizi -salât ve selâm üzerine olsun toleranslı davranmaya, kolaylıkla muamele etmeye, beşer fıtratının rahatlıkla kabul edip tanıdığı iyiliği açıklıkla emretmeye, işi çıkmaza ve yokuşa sürmemeye, cahiliyeden yüz çevirmeyenlerin cahilliklerine aldırmamaya, onlarla tartışmamaya, onlarla içli-dışlı oturumlara katılmamaya çağırıyor. Onlar haddi aştıklarında, inatları ve engellemeleri ile onun öfkesini harekete geçirdiklerinde ve şeytan bu öfkeyi körüklemeye kalkıştığında sakinleşmesi, huzura kavuşması ve sabretmesi için Allah’a sığınmalıdır: “Affı, kolaylaştırmayı prensip edin, iyi olanı emret ve cahillere aldırış etme.” Eğer şeytandan gelen bir dürtmeye, bir kışkırtmaya uğrayacak olursan, Allah’a sığın. Çünkü o her şeyi işiten ve her şeyi bilendir. Allah’tan korkanlar şeytandan gelen bir dürtüye, bir kışkırtmaya uğradıklarında Allah’ın uyarılarını hatırlarlar. Ve hemen gerçeği görürler.
Sonra ona, o cahillerin tabiatını, ardlarındaki gizli telkinleri, azgınlık ve sapıklıkla direnmelerini sağlayan vesveseleri tanıtıyor. Onların peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- karşı takındıkları tavırlara ve mucizeler istemelerine bir ölçüde değiniyor. Peygamberliğin tabiatı ve peygamberin gerçekliğini onlara tanıtmak için kendilerine nasıl hitap edeceğini bildiriyor. Cahillerin peygamberlik, peygamber ve peygamberin yüce Rabbi ile nasıl bir bağı olduğu konulardaki yanlış düşüncelerini düzeltmeye çalışıyor ve şeytanların kardeşleri-dostları azgınlıkla şeytanlara yardımcılık ettiğini anlatıyor. Sonra da onlar ellerinden geleni yapmaya devam ederler. Sen onlara bir ayet sunmadığın zaman, kendin bir ayet uydursaydın ya derler. De ki, ben ancak Rabbim tarafından bana indirilen vahye uyuyorum. Bu Kur’an’daki ayetler müminler topluluğu için Rabbinizden gelen kanıtlar, doğru yol kılavuzu ve rahmettir.”
Yüce Allah’ın Peygamberimize Kur’an-ı vahyetmesine işaret etmesi nedeniyle müminlerin Kur’an-ı tam bir edeple dinlemelerine ve Allah’ı anmanın edebine ilişkin bir direktif veriyor. Bunun yanısıra bu zikre devam etmeleri ve ondan gafil olmamalarına dikkat çekiyor. Çünkü günah işlemeyen melekler Allah’ı zikretmekte, O’nu kutsamakta ve O’na secde etmektedirler. Öyleyse günahkâr olan insanların O’nu anmaktan, kutsamaktan ve O’na secde etmekten hiç gafil olmamaları gerekmektedir: “Kur’an okunduğu zaman onu dikkatle ve sessizce dinleyiniz ki, size rahmet edilsin. Rabbinin adını yalvararak, korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabah, akşam an ve gafillerden olma. Rabbinin yanındakiler, burun kıvırıp O’na kulluk etmekten geri durmazlar, O’nu noksanlıklardan tenzih ederler ve yalnız O’na secde ederler.”