SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA TEVBE SURESİ 78. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
ALLAH KALPLERDE OLANI BİLİR
78- Allah’ın onların sırlarını ve fısıltılarını bildiği, O’nun “gayb “leri çok iyi bildiğini halâ öğrenemediler mi?”
Onlar iman ettiklerini iddia ettikleri halde yüce Allah’ın her gizli sırrı bildiğini, kendi aralarındaki tüm konuşmalardan haberdar olduğunu, insanlardan gizli olarak kendi aralarındaki gizli fısıldaşmalarını gördüğünü bilmiyorlar mı? Yüce Allah’ın her türlü gizli kapalı “gayb” bildiğini, gönüllerdeki niyetlerin gerçek mahiyetinden haberi olduğunu bilmiyorlar mı? Halbuki Allah’ın bunları bildiğini bilmelerinin sonucu olarak hiçbir niyetlerini, Allah’tan gizlememeleri gerekirdi. Allah’a verdikleri sözden caymamaları ve verilmiş olan taahhütte yalancılık yapmamaları gerekirdi.
Bu üç ayetin iniş sebebiyle ilgili birtakım rivayetler vardır. Biz bunlardan İbn-i Cerir ve İbn-i Ebu Hatemin Mua’n hadisinden aldıkları rivayet ile Ebu Umame el Bahili’nin Salebe İbn-i Hatıp el-Ensari’den aldığı rivayeti burada vereceğiz. Bu rivayete göre Salebe, Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun”Allah’a dua et ki, bana bir servet versin” demiştir. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-:
“Yazıklar olsun sana ey Salebe! Şükrünü eda ettiğin az bir mal güç yetiremeyeceğin kadar çok maldan hayırlıdır” buyurmuştur.
Salebe Allah’ın peygamberi gibi olmaya razı değil misin? Allah’a yemin ederim ki: “Eğer ben dağların altın ve gümüş olmasını dileseydim, olurlardı'” buyurdu.
Salebe şöyle dedi:
“Seni gerçek bir peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, eğer sen benim için dua etsen ve Allah da bana bir servet verecek olsa, şüphesiz bir hak sahibine hakkını veririm.”
Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurdu:
“Allah’ım Salebe’ye bir servet ver.”
Rivayete göre Salebe kendisine bir koyun aldı ve bu koyunu böcekler gibi çoğalmaya başladı. Artık Medine ona dar gelmeye başladı. Medine’den ayrılarak yakındaki bir vadiye yerleşti. Bu sırada öğlen ve ikindi namazlarını cemaatle birlikte kılıyor, diğerlerinde cemaate gelemiyordu. Sonra sürüleri daha da çoğaldı. Salebe bir daha uzağa çekildi. Artık beş vakit namaza gelemiyordu. Sadece Cuma namazlarına gelebiliyordu. Malları çoğalmaya devam ediyordu, neticede Cuma’yı da terketti. Şimdi Cuma günleri kervanların yolunu bekliyor, onlardan haber almaya çalışıyordu.
Bir ara Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-:
“Salebe ne yapıyor acaba? diye sordu. Ashab:
“Ey Allah’ın Rasulü, bir koyun satın almıştı. Sonra mallarına Medine dar gelmeye başladı”… diyerek durumu anlattılar.
Rasulullah buyurdu ki:
“Yazık oldu Salebe’ye! Yazık oldu Salebe’ye! Yazık oldu Salebe’ye!
Yüce Allah onların mallarından sadaka al… ayetini indirdi. Sonra zekâtı nereye verileceğini belirten ayetler indi. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- müslümanlardan iki kişiyi zekât gelirlerini toplamak üzere görevlendirdi. Bu adamlardan biri Cüheyne kabilesinden, diğeri Süleym kabilesindendi. Peygamber onlara müslümanlardan zekât gelirlerini nasıl toplayacaklarını belirten bir de yazılı belge verdi. Ve onlara şöyle dedi:
“Salebe’ye ve beni Süleym kabilesinden falan adama uğrayın ve onların zekât gelirlerini alın.”
Görevliler Salebe’ye gittiler ve ondan zekât gelirlerini istediler. Peygamber’in -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerine vermiş olduğu mektubu ona okudular. Salebe:
“Bu cizyeden başka bir şey değildir. Bu istediğiniz zekât cizyenin kardeşinden başka bir şey değildir. Ben bunun ne olduğunu anlayamadım? Gidiniz, işlerinizi bitirdikten sonra tekrar bana geliniz.”
Süleym kabilesinden olan adam ise, bu görevlilerin geleceğini duymuştu. Develerinin en güzellerini tesbit etti ve onları zekât için ayırdı ve Allah Resulü’nün görevlilerini onlarla karşıladı. Görevlileri onun bu hareketini gördüklerinde:
“Sana bu kadarı zorunlu değildir. Ve biz senden bunu almak istemiyoruz” dediler. Adam:
“Yok, alın. Ben bunu kendi gönül rızamla veriyorum, ben bunları onun için ayırmıştım” dedi.
Görevliler de onun bu mallarını aldılar, başkalarına da uğrayıp zekât gelirlerini topladılar. Tekrar Salebe’ye döndüklerinde:
“Şu mektubunuzu gösterin bana” dedi. Mektubu okudu ve:
“Bu cizyeden başka bir şey değildir. Bu istediğiniz zekât, cizyenin kardeşinden başka bir şey değildir. Gidiniz, ben biraz düşüneyim” dedi.
Görevliler de gittiler. Resulullah’ın yanına vardıklarında Peygamber onları görüp daha onlarla konuşmadan “yazıklar olsun Salebe’ye” dedi ve Süleym kabilesinden olan adama bereket için dua etti. Görevliler Salebe’nin yaptıklarını ve Süleym kabilesinden olan adamın yaptıklarını ona haber verdiler. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:
“Onlardan bazıları da “Eğer Allah bize lütfundan bol mal verirse, sadaka verenlerden olacağımıza yemin ederiz” diye Allah’a kesin söz verirler.”
Bu sırada Peygamber’in yanında Salebe’nin yakınlarından biri bulunuyordu. Olup bitenleri duydu. Çıktı, O’nun yanına gitti ve O’na “Yazıklar olsun Salebe! Allah senin hakkında şöyle şöyle ayet indirdi” dedi. Salebe kalktı. Peygamber’in yanına geldi. Ve zekât mallarını kabul etmesini diledi. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-:
“Allah senin zekât gelirlerini almamı yasakladı” buyurunca Salebe, başına toprak saçmaya başladı. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- O’na: “Bu senin kendi yaptığındır, daha önce sana emrettiğim halde sen bana itaat etmemiştin” buyurdu.
Peygamber O’nun zekâtını almayı reddedince, tekrar evine döndü. Resulallah vefat edinceye kadar ondan zekâtı kabul etmedi. Sonra Ebubekir halife seçildiğinde O’na gitti ve:
“Sen peygamberin katındaki derecemi ve Ensar arasındaki yerimi biliyorsun, zekât mallarımı kabul et” dedi. Ebubekir O’na:
“Peygamberimiz senin zekâtını kabul etmedi, ben de kabul edemem” karşılığını verdi. Ebubekir vefat edinceye kadar onun zekâtını almadı. Hz. Ömer halife seçildiğinde yine geldi ve “Ey mü’minlerin başkanı, benim zekât mallarımı kabul et” dedi. Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun-:
Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir onu kabul etmediği halde, ben mi onu kabul edeceğim? karşılığını verdi. Hz. Ömer vefat edinceye kadar onun zekâmı almadı. Hz. Osman halife seçildiğinde ona da geldi ve:
“Zekât mallarımı kabul et” diye teklif etti. Hz. Osman -Allah ondan razı olsun- Peygamber, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer O’nu kabul etmemişken, ben mi onu kabul edeceğim? karşılığını verip zekâtını kabul etmedi. Ve böylece Salebe Hz. Osman’ın halifeliği döneminde öldü gitti.
İsterse bu olay ayetlerin indiği zamanda gerçekleşmiş olsun, isterse ayetlerle ilgili başka olaylar sözkonusu olsun, ayetlerin anlamı geneldir. Genel bir durumu tasvir etmektedir. Tam, kesin bir inanca kavuşmayan ve imanın tam anlamıyla içlerine sirayet etmediği gönüllerin her zaman görülebilecek bir tipini çizmektedir. Eğer ayetlerin inişini bu olaya bağlayan rivayet doğru ise, o zaman peygamberi Salebe’nin zekât gelirlerini ve tevbe edişini kabul etmekten alıkoyan neden, O’nun sözünde durmamak ve Allah adına yalan söylemek gibi sıfatları insanın kalbinde kıyamete kadar bir nifak doğuracak sıfatlar olarak görmesidir. İşte bu nedenle Peygamber onun dış görünüşüne aldanmamış, şeriatın istediği şekilde ona dış görünüşüyle muamele etmemiştir. Kuşkusuz bu şekilde bildiği bir duruma göre onunla muamele etmiştir. Çünkü bunu her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan Allah, ona bildirmiştir. Peygamberin bu uygulaması onun için bir uslandırma amacı güdüyordu. Bu nedenle zekâtı kabul edilmiyordu. Bununla beraber o, mürted sayılmıyor ve riddet cezasına çarptırılmıyordu. Müslüman olarak da kabul edilip zekât alınmıyordu. Fakat bu demek değildir ki, hukuki açıdan zekât münafıklardan alınmaz. İslâm hukuku kesin bir bilginin olmadığı durumlarda insanların dış görünüşlerini esas alır. Ve onlara bu şekilde muamele yapar. Peygamberin bu uygulaması ise özel bir uygulamadır. Başka olaylar ona kıyas edilemez.
Şu kadar var ki, bu olayın rivayeti ilk müslümanların payları belirlenmiş olan zekâta bakış açılarını ortaya koymaktadır. Onlar bunu kendileri için bir nimet olarak kabul etmişlerdir. Kim bu nimeti vermekten veya bu nimetin kendisinden kabul edilmesinden mahrum edilirse, artık o hüsrana uğramıştır. Zekâtı reddedildiğinden dolayı, acınması gereken bir adam durumundadır. Onlar yüce Allah’ın şu sözünde gizli ve gerçek anlamı çok iyi biliyorlardı.
“Mallarının bir bölümünü sadaka olarak al. Ve bu yolla onları temizle. ” (Tevbe 103)
Bu onlar için bir ganimet idi. Yoksa üstlerine aldıkları bir borç olarak görmüyorlardı. İşte Allah’ın rızasını elde etmek amacıyla yerine getirilen bir görev ile kanunun zorunlu kıldığı ve vermeyenlerin cezalandırıldığı bir vergi arasındaki fark da budur!
DİRAYET DERİNLİĞİ
Şimdi ise Kur’an-ı Kerim münafıkların başka bir düşüncesine değinmektedir. Onların zekâta bakış açısı gerçek mü’minlerin zekâta bakış açılarına aykırıdır. Onlar zekâtı olması gerektiği şekilde anlamıyorlar. Yapılarının bozuk ve içlerinin karışık olmalarından kaynaklanan kaş göz hareketlerine başvurmalarının nedeni ortaya konmaktadır.