BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
İman hakikâtinin gönülde yerleşmesi demek, kalbin ilahî nurdan bir aydınlık kapması, bu nurun bir sırdaşı ve ilahî takdirin varlık alemine açılan bir aracı olması demektir.
Geçen hafta ki yazımız da, imanın hakikatini varlık alemine ulaştırmak için nice zorluklara sabredildiğini, verilen mücadeleye, çekilen çile ve işkencelere rağmen geri adım atılmadan ne fedakarlıklar yapıldığını ve başarıya ancak bu hakikatle ulaşılabileceğini gördük. Bu hafta ise bunca sıkıntılara katlanıp başarıya ulaşabilmenin altında yatan en önemli etkeni göreceğiz inşallah.
Evet bu başarının asgari ölçüsü, iman hakikatinin bizzat kişinin kalbine yerleşmiş olmasıdır. Ölümle ve hatta ölümden beter durumlarla karşılaşan müminlerin dönmeden ve yılmadan yollarına devam etmeleri; bu hakikati gönüllerinde yaşatmaları sebebiyledir. Dünyanın tüm nimetlerini tepmelerinin, dünyevî cazibeleri aşmalarının ve boyunduruktan kurtulmuş olmalarının nedeni budur. Ve bu, tek başına bile büyük bir kazançtır. Bunca çabadan çok daha büyük bir kazanç…
Bizler Resulullah (sav)’a tabiyiz. Ashap bizim için en güzel örnektir. Yalnız Resulullah (sav)’a tabi olup sahabeyi örnek alan bizler bu büyük kazançla buluşamadık. Dünyanın cazibesinden ve boyunduruğundan bir türlü kurtulamadık. Ne oldu da böyle bir kazançtan mahrum kaldık? Ne oldu da böyle bir nimetten uzaklaştıkça uzaklaştık?
Aslında biz dünyaya yaklaştıkça imanda bizden uzaklaştı. İmanın emarelerini artık yaşantımızda göremez olduk. Göz Allah için bakmadı, kulak Allah için dinlemedi, ayak Allah için koşmadı. Dünya için baktık, dünya için dinledik, dünya için koştuk ve koşuşturduk. Kalpte az bişe iman vardı onu da dünya ve dünyalıklar aldı. Kalpte imandan eser kalmayınca azalar sadece dünya için çalışır oldu. Kalb neye meyletmişse azalar onun esiridirler ve hep o yönde çalışırlar. Dilimizi yalandan, gözümüzü haramdan, nefsimizi kötülüklerden koruyamamamızın sebebi dünyevi arzuların kalbe yerleşmesidir. Dilimizi, gözümüzü ve nefsimizi doğru yönde kullanabilmek için kalbe dünyanın değil imanın yerleşmesi şarttır. Ancak o zaman azalar, o kalpte yerleşen ilahi nurdan aldığı aydınlığı dışarı yansıtabilecektir.
Evet imanın kalbe yerleşmesi demek; Kalbin tamamen vahye bağlanması demektir. İyiyi ve kötüyü, güzeli ve çirkini, faydalı ve zararlıyı vahiy açısından değerlendirmesi demektir.
İşte o zaman kalbin kontrolunde olan göz, kulak, el, ayak ve akıl gibi azalar, kalpte bulunan imanın hakikatini dışarı yansıtacaklardır. Fert veya toplum olarak özgürlüğe ulaşabilmenin başka bir yolu yoktu. Bu ise insanlık için büyük bir kazançtı.O yüzden bu büyük kazanç için her şeyi göze almışlardı.
Evet gerek peygamberlerin gerekse de onları takip eden ümmetlerin gösterdiği bunca çaba ve fedakarlık boşuna değildi. Onlar bir zamanlar dünya ve dünyalığa, puta ve putlaştırdıkları insanlara boyun eğip, onlara kölelik yaparken; kalplerine yerleştirdikleri iman ve çevrelerine ulaştırdıkları imanın hakikatleriyle bataklıklardan kurtulmuş ve yer yüzünün hükümdarları olmuşlardır.
Özgürlüğüne böylesine kavuşan bir insan için yorgunluğun, çaba, meşakkat ve zorlukların hiç bir önemi yoktur. Allah (Subhabehu ve Tealâ) katındaki ağırlığı, yer ve gökyüzünü geride bırakacak imanî hakikatin zaferi yanında, zorluk ve fedâkârlıkların hiç bir önemi yoktur.
Allah (cc), peygamberlik ailesinin tümünü bir tek yolun üzerinde toplamıştır. Bu aile, Rabbinden, ortak bir emir almıştır. Ruh ve kalblerini birbirine bağlayan bir emir… Peygamberlerin yol ve davetleri aynıdır ve hepsi de Allah (azze ve celle)‘ye bağlıdır. Bundan dolayı bir müslüman, derinliklerde kök salmış gür bir ağacın bir dalı olduğunu iyice bilir.
“Sana, senden önceki peygamberlere söylenenden başkası söylenmiyor.” (Fussilet/43)
Bu; bir tek vahiy, bir tek risalet ve bir tek akidedir. Beşerden gelen itiraz, yalanlama ve karşılama da aynıdır. Sonra bu davanın bağlantısı, ailesi, acıları, deneyimleri ve nihaî hedefi de aynıdır. Uzun ve bir birine bağlı bir yoldur bu. Program, güç, sabır ve dayanışma isteyen uzun bir yol… Bu hakikattaki, birliktir söz konusu olan… Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) ve diğer tüm kardeşlerinin yolundaki müminleri birbirine bağlayan bir hakikat birliği…
Yolun zorluk ve akabelerini, diken ve engellerini sabırla aşmayı gerektiren bir yücelik, övünme ve üstünlük şuurudur söz konusu olan… Bundan dolayı muvahhid, yolunda yürürken insanoğlunun en seçkin kimselerini (peygamberleri) izlediğini bilerek yürür:
“Sana, senden önceki peygamberlere söylenenden başkası söylenmiyor.”
Rabbim bizlere şeytanın ve taraftarlarının yolundan kurtulmayı, Allah (c.c.)’un ve Rasullerinin yoluna uymayı nasip etsin. AMİN.