EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA TA-HA SURESİ 114. VE 116. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
114- Hak olan, biricik hükümdar olan Allah yücedir.(90) Onun vahyi sana gelip-tamamlanmadan evvel, Kur’an’ı (okumada) acele etme ve de ki: “Rabbim, ilmimi arttır.”(91)
115- Andolsun,(92) biz bundan önce Adem’e(93) ahid vermiştik, fakat o, unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.(94)
116- Hani biz meleklere: “Adem’e secde edin” demiştik, İblis’in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diretmişti.
AÇIKLAMA
90. Bu tür cümleler, Kur’an’da genellikle bir bölümün sonunda, o bölümü Allah’ı övüp yücelterek bitirmek için yer alır. Konunun akışından bu bölümün “Gerçek Efendi” Melik ile bittiği açıkça anlaşılmaktadır.
91. Pasajın sonunda Melek, Peygamber’i (s.a) Allah’ın emri ile vahiy sırasında beliren bir şeye karşı uyarıyor. Vahyin okunuşu sırasında uygun düşmediği için bu uyarı pasajın sonunda yapılmaktadır. Uyarının metninden, Peygamber’in (s.a) Melek vahyi ona öğretirken o bölümü ezberlemeye çalıştığı ve kendi kendine tekrarladığı anlaşılmaktadır. Doğal olarak bu hareket Peygamber’in (s.a) vahyi dinlerken ve kavrarken dikkatinin dağılmasına neden olmuş olabilir. Bu nedenle vahyi öğrenmenin doğru şeklinin ona bildirilmesi gerekmiş ve ona vahyin geldiği sırada ezberlemeye çalışmaması söylenmiştir.
Bu cümle, Tâ Hâ Suresi’nin bu bölümünün nazil olan ilk vahiylerden olduğunu göstermektedir. Çünkü ilk nazil olan diğer surelerden, Peygamberin Kur’an’ı vahyolunduğu sırada ezberlemeye çalıştığını ve Allah’ın onu bu konuda uyardığını öğrenmekteyiz. Örneğin, Kıyamet Suresi 16-19. ayetlerde, Peygamber’e (s.a) şöyle denilmektedir:
“Kur’an’ı kavrayıp bellemek için aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip durma. Hiç şüphesiz onu kalbinde toplamak ve onu sana okutmak bize aittir. Şu halde biz onu okuduğumuz zaman sen de onun okunuşunu izle. Sonra muhakkak onu açıklamak da bize aittir.” A’la Suresi, 6. ayette de Hz. Peygamber, (s.a) “Sana okutacağız, sen de unutmayacaksın” denilerek temin edilmektedir. Sonraları Peygamber (s.a) vahyi nasıl okuyacağını öğrendikten sonra bu durum bir daha meydana gelmemiştir. Bu nedenle sonraki surelerde bu konuyla ilgili uyarılar yer almamıştır.
92. Buradan itibaren, tahminen bir önceki bölümden bir müddet sonra nazil olan yeni bir bölüm başlamaktadır. (Bkz. an: 90) Bu bölüm de Allah’ın emri ile Tâ Hâ Suresi’ne dahil edilmiştir, çünkü her ikisi de aynı konuyla ilgilidir. Her iki bölümün ortak noktaları şunlardır:
1) Her iki pasaj da insanlara “unutulmuş dersleri”, Allah’ın insanları yarattığında onlara öğrettiği gerçekleri (zikri) hatırlatmaktadır.
2) Her ikisi de şeytanın, insanları bu dersleri unutmaları için kandırdığını öğretmektedir. Şeytan ilk insanlara (Adem ve Havva) bunu unutturarak başarıya ulaşmıştır ve o zamandan beri insan, hakikatleri tekrar tekrar unutmakta ve unutmaması için tekrar tekrar uyarılmaktadır.
3) Her iki pasaj da insana, nihaî kurtuluşunun bu “Öğüt”e (Zikr) karşı takındıkları tavra bağlı olduğunu öğretmektedir.
4) Her iki bölüm de insanları, kayıtsız, istemeyerek yapılan hata ile, bile bile, kasten yapılan isyan ve bunların sonuçları arasında bir ayırım yapmaları konusunda uyarmaktadır. Eğer insan (Adem (a.s) ve Firavun’un sihirbazları gibi) kendilerinin ezeli düşmanı olan şeytan tarafından aldatıldığını anlar ve hatasından pişman olup tevbe ederse affolunur. Fakat Firavun, Şeytan ve Samiride olduğu gibi kasten yapılan isyanlar bağışlanmaz.
93. Hz. Adem’in kıssası Bakara: 30-39, A’raf: 11-17, 189, Hicr: 28-42, İsra: 61-65 ve Kehf: 51-52’de yer almıştır. Fakat her yerde kıssanın anlatılan konuyla ilgili olan kısmı alınmış ve vurgulanmıştır. Bu nedenle bu kıssanın tam olarak anlaşılabilmesi için tüm surelerdeki Adem kıssaları ve bunlarla ilgili açıklamalar okunmalıdır.
94. Bu, Adem’in kasti bir isyanla değil, kararlılıktan yoksun olduğu için emre karşı geldiği anlamına gelir. O: “Ben Allah için bir bitkiye aldırmam; eğer bu onun emri ise öyle olsun. Ben dilediğimi yaparım. Benim özel meselelerime Allah nasıl karışırmış?” gibi bir söz söylememiş, tam tersine o Allah’ın emrini unuttuğu için doğru yoldan sapmıştır. Ve şeytanın aldatmalarında ısrar edip isyanında devam etmemiştir. Hemen sonra yaptığı tevbe de bunu göstermektedir.