SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUNUS SURESİ 59. VE 60. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
59- De ki; `Baksanıza Allah’ın size gönderdiği rızıklara? Bunların bir bölümünü haram ve bir bölümünü de helâl saydınız. “De ki; “Bu konuda Allah mı size izin verdi, yoksa O’na iftira mı ediyorsunuz?”
60- Allah’a iftira edenlerin kıyamet günü görecekleri işleme ilişkin görüşleri nedir acaba? Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı lütufkârdır, fakat onların çoğu şükretmezler.
De ki; Allah’ın size gönderdiği rızıklar hakkındaki görüşünüz nedir? Allah katından yüce değeri içinde insanlara gönderdiği rızıklar hakkındaki görüşünüz nedir? Allah katından yüce değeri içinde insanlara gönderilen her şey, bu yüce makamdan indirilmiş, gönderilmiş demektir. Kendi izni ve yasasına uygun biçimde kullanmanız için Allah’ın size verdiği bu rızık hakkında nasıl düşünüyorsunuz? Yüce Allah bu şartlarda onu size vermişken siz kalkıyorsunuz, kendi arzularınıza göre ve Allah’ın izni olmadan onun bir kısmını haram kılıyorsunuz, bir kısmını da helâl sayıyorsunuz! Haram kılma ve helâl sayma ise, bir yasamadır. Yasama ise, hakimiyettir. Hakimiyet ise, Rububiyettir, ilahlıktır. Halbuki siz kendi kendinize bunları rahatlıkla yapıyorsunuz!..
De ki; “Bu konuda Allah mı size izin verdi, yoksa O’na iftira mı ediyorsunuz?”
Bu Kur’an-ı Kerim’de sık sık gündeme getirilen bir meseledir. Zaman zaman cahiliye sistemini bu mesele ile yüzyüze getirir. Çünkü bu mesele, “Allah’dan başka ilah olmadığına şehadet getirme’ ilkesini hayatta bir realite olarak uyguladığımızda, kelime-î şehadetin kendisi olur.
Allah’ın yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul etmenin hemen arkasından zorunlu olarak Allah’ın ibadet edilen varlık olması ve insanların bütün işlerine hükmeden varlık olması gelir. O’nun hükmü altında bulunan meselelerden sadece birisi, insanlara rızık vermesidir. Onlara rızık vermek, Allah’ın yerde ve gökte verdiği bütün nimetleri kapsar. Cahiliye döneminde Araplar, yüce Allah’ın varlığını kabul ediyorlardı. O’nun yaratıcı ve rızık verici oldu unu da… `Müslüman olduklarını söyleyen bugünkü insanlar da böyledir. Cahiliye Araplar’ı bunları kabul etmelerine rağmen, Allah’ın kendilerine verdiği rızıklar konusunda helâl sayma ve haram kılma yetkisini kendileri kullanıyorlardı. Nitekim bugün `müslüman’ olduklarını söyleyenler de böyle yapmaktadırlar. Kur’an onların bu çelişkilerini yakalıyor. Çünkü onlar Allah’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ediyorlar. Bununla beraber, kendi hayatlarında Rububiyet (ilahlık) yetkisini, yani yasama yetkisini kendilerinden birine veriyorlar! Bu apaçık bir çelişkidir ve onları “şirk” ile damgaladığı gibi, bugün, yarın ve kıyamete kadar bu çelişkiye düşecek olan herkesi de `şirk’le damgalamaktadır. İsimler ve yaftalar ne kadar değişirse değişsin, farketmez. Çünkü islâm, sırf bir etiket değildir, realiteye dayalı bir gerçekliktir!
Cahiliye dönemindeki Araplar, bugün `müslüman’ olduklarını zanneden insanlar gibi, helâl kılmalarının ve haram yapmalarının ancak Allah’ın izniyle gerçekleşmekte olduğunu söylüyorlardı. Veya bu yaptıklarına, `Allah’ın yasası budur diyorlardı!
En’am suresinde geçen ayette, bu haram yaptıklarının ve helâl kıldıklarının Allah’ın yasası olduğu şeklindeki iddialarına yer verilmişti. Sözkonusu o ayeti burada da veriyoruz:
“Onlar saçma inançları uyarınca, `Bu hayvanlar ve ekinler dokunulmazdır. Bizim istediklerimizden başka hiç kimse onları yiyemez, bunlar da sırtlarına yük vurulması, binilmesi yasak hayvanlardır’, dediler. Bazı hayvanları keserken de Allah’ın adını anmazlar, bunu yaparken, `Allah’ın emri böyledir’ diye O’na iftira ederler. Allah onları yaptıkları bu iftiralardan ötürü cezalandıracaktır.” (En’am Suresi, 138)
Onlar diyorlardı ki, Allah şunu istiyor, bunu istemiyor… Tamamen iftira olarak… Nitekim bugün de `müslüman’ olduğunu iddia eden bazı insanlar, kendilerine göre hükümler belirlemekte ve sonra da, `işte Allah’ın yasası”! demektedirler.
Yüce Allah, burada onlara iftira ettiklerini belirterek karşılık vermektedir. Sonra da kendisi adına iftira düzdükleri Rabblerinin, kıyamette haklarında nasıl hüküm vereceğini sormaktadır:
“Allah’a iftira edenlerin kıyamet günü görecekleri işleme ilişkin görüşleri nedir acaba?”
Burada üçüncü şahıs zamirinin kullanılması, Allah adına yalan iftira eden herkesi kapsamına alır. Ve onların hepsini aynı hizaya getiriyor. Acaba onlar bunu ne sanıyorlar? Kıyamet gününde, kendilerine ne yapılacağını düşünüyorlar! Bu öyle dehşet bir sorudur ki, onun önünde kaskatı ve kupkuru karakterli insanlar bile erir giderler!
“Hiç kuşkusuz Allah, insanlara karşı lütufkârdır, fakat onların çoğu şükretmezler.”
Gerçekten de bu maddi rızkı ile yüce Allah, insanlara lütuf etmektedir. O, bu rızık için evreni elverişli yaratmıştır. Bunun kaynağını bulmaları için, onlara da güç ve kudret vermiştir. Bu kaynaklara hükmeden yasaları görmelerine zemin hazırlamıştır. Onun şekillerini çoğaltma ve bu şekilleri arttırmak için gereken tahlil ve terkipleri yapabilme yeteneği vermiştir. Evrende ve kendilerinde bulunan bu nimetlerin hepsi de Allah’ın rızkındandır.
Bundan ayrı olarak yüce Allah rızkı, fazileti ve rahmeti ile de insanlara yardımcı olmaktadır. Kendi yolunu göstermişse, onlara doğruyu, gönüllerini rahatlatan bir sistemi göstermiş bulunmaktadır. Böylece onları doğru ve sağlam olan bir hayat sistemine iletmektedir. İnsanlar bu hayat yolu ile, insanlıklarının en hayırlı nimetlerini elde ederler. Güçlerini enerjilerini, duygularını ve yönelişlerini düzeltirler. İnsanlar bu yolla, dünya mutluluğu ile ahiret mutluluğu arasında bir ahenk kurarlar. Aynı şekilde kendi fıtratları ile, içinde yaşadıkları ve kendileriyle ilişki içinde bulundukları evrenin doğası arasında uyum sağlarlar.
Fakat insanların çoğu, ne bu rızka, ne ötesine şükretmezler. Bir de bakarsınız ki, Allah’ın yolundan ve yasasından yüz çeviriyorlar. Bir de bakarsınız ki, onlar, başkasını Allah’a ortak koşuyorlar… Sonuçta bütün bunlarla mutsuz oluyorlar… Mutsuz oluyorlar, çünkü onlar gönüllere şifa veren bu Kur’an’dan yararlanmıyorlar!
Bu, derin bir gerçeği vurgulayan hayret verici bir ifadedir… Evet bu Kur’an, şifa kavramının kapsadığı bütün anlamları ile, gönüllere şifadır… Kur’an, ilacın hastanın bedenine tesir etmesi gibi, kalplerin içine yayılır! Hayret verici gizli gücü ile kalpler üzerinde etkisini gösterir. Fıtratın alıcı cihazlarını uyarıp, yönlendirmeleri ile kalplerin içine sızar. Böylece kalpler sarsılır, açılır, mesajları almaya ve karşılık vermeye başlar. İnsan toplulukları arasında günlük hayatta meydana gelen sürtüşmeleri mümkün mertebe asgariye indirmeyi garanti eden düzenlemeleri ve yasamaları ile kalplere sirayet eder. Onları, yargıda adil olmaya, iyiliğin üstün gelmesine çağırarak güzel bir sonuca doğru yönelten huzur verici mesajları ile etkisi altına alır…
Bu öyle bir ifadedir ki, yığınlarca anlamı ve yığınlarca delili bir anda harekete geçirmektedir. İnsan bunları ifade etmekten bile acizdir… Halbuki bu kısacık ayeti kerime onlara, bu hayret verici ifade ile rahat bir şekilde ışık tutuyor!
ALLAH’I BİRLEMEK
Şükretmiyorlar… Onların kalplerinden geçenleri bilen, gizli-açık her şeyi kuşatan, yeryüzünde ve gökyüzünde zerre kadar hiçbir şey denetimi dışında olmayan ve ilminden saklanmayan Allah’tır. İşte surenin akışı içinde bu duygulara ve vicdanlara yönelik yeni bir dokunuştur. Böylece Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- ve onunla beraber olanlar, yüce Allah’ın koruması ve emniyeti altında olduklarına, kuruntuya kapılarak Allah ile birlikte ortaklar edinen yalanlayıcıların kendilerine zarar veremeyeceklerine kesin kanaat getirirler: