sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 74. VE 81. AYETLER ARASI

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN BAKIŞ AÇISIYLA ENBİYA SURESİ 74. VE 81. AYETLER ARASI
09.03.2021
631
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

74- Lut’a da bir hüküm ve ilim(67) verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi.
75- Onu rahmetimize soktuk, çünkü o, salihlerdendi.
76- Nuh da; daha önce çağrıda bulunduğu zaman,(68) biz onun çağrısına cevap verdik, onu ve ailesini büyük bir üzüntüden kurtardık.(69)
77- Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden ‘ona yardım edip-öcünü aldık.’ Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, biz de onların tümünü suya batırıp boğduk.
78- Davud ve Süleyman da; hani kavmin hayvanlarının içine girip-yayıldığı ekin-tarlaları konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahidler idik.
79- Biz bunu (hükmü) Süleymana kavrattık, her birine de hüküm ve ilim verdik.(70) Davud ile birlikte tesbih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik.(71) (Bunları) Yapanlar biz idik.
80- Ve sizin için ona, zorlu-savaşınızda sizi korusun diye, ‘(madeni) giyim-sanatını’ öğrettik.(72) Buna rağmen siz şükredenler misiniz?(73)
81- Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi.(74) Biz her şeyi bilenleriz.

AÇIKLAMA

67. “Hükm” kelimesi çok geniş bir anlama sahiptir. Yargı, hikmet, doğruyu yanlıştan ayıran ölçü ve Allah’tan gelen yetki anlamlarına gelir. “İlim”, ise vahyolunan gerçek bilgi anlamındadır. O halde “Lut’a hükm ve ilm verdik” ayeti, “Lut’u peygamber kıldık” anlamına gelir (Lut kıssası için bkz. A’raf: 80-84; Hud: 69-83; Hicr: 57-76 ve bunlarla ilgili açıklayıcı notlar)
68. Burada Nuh’un kavmini ıslah için elinden geleni yaptıktan sonra en sonunda yaptığı şu dua kastedilmektedir: “Rabbim, ben yenik düştüm bana yardım et.” (Kamer: 10 ve “Rabbim, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma” (Nuh: 26)
69. “Büyük sıkıntı” ile onların günahkar bir topluluk içinde yaşadıkları sıkıntılı hayat ve Tufan kastedilmiş olabilir. (Bkz. A’raf: 59-64; Yunus: 72-74; Hud: 25-48; İsra: 3 ve bunlarla ilgili açıklayıcı notlar.)
70. Bu olaya ne Kitab-ı Mukaddes’te ne de Yahudi eserlerinde değinilmemiştir. Müslüman müfessirlere göre bu olay şöyle meydana gelmiştir: Bir adamın davarları geceleyin başka bir adamın ekinine girmişti. Ekin sahibi Davud’a (a.s) şikayet etmiş, o da davarların tarla sahibine verilmesine hükmetmişti. Fakat Süleyman (a.s) bir görüşü kabul etmemiş ve ekinler eski haline gelinceye dek davarların tarla sahibinde kalması fikrini öne sürmüştü. Bununla ilgili olarak Allah: “Biz doğru hükmü Süleyman’a öğrettik” buyuruyor. Fakat hukukî yönden böyle bir meselenin İslâmî hükmünün de olduğunu söyleyemeyiz. Bu konuda Rasûlullah’tan (s.a) rivayet olunan bir hadis yoktur. Bu nedenle fakihler bu konuda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.
Fakat ele alındığı çerçeve içinde bu olayın, peygamberlerin de, Allah vergisi güç ve yeteneklerine rağmen sadece birer insan olduklarını vurgulamak için anlatıldığına dikkat edilmelidir. Bu olayda her ikisi de peygamber oldukları halde, Allah Hz. Süleyman’a gösterdiği doğru yolu, Hz. Davud’a (a.s) göstermediği için o yanılmıştı. Bundan sonra gelen bölümlerde her ikisinin sahip oldukları harika yetenekler; bunların Allah tarafından verildiğini, kimseyi ilâh kılmadığını göstermek için anlatılmaktadır.
Bu ayetten, bir mesele de iki yargıç farklı hükümler verdiğinde, sadece birisinin hükmü doğru olduğu halde her ikisinin de hüküm verme yetkisine sahip olmaları şartıyla ikisinin de doğru kabul edileceklerini öğreniyoruz. Peygamber (s.a) aynı ilkeyi daha açık bir şekilde ifade etmiştir. Buhari’de Amr İbn el-As’ın rivayet ettiği hadiste Peygamber’in (s.a) şöyle dediği nakledilmektedir: “Eğer bir yargıç doğru hükme varabilmek için elinden gelen çabayı harcarsa, doğru hüküm verdiğinde iki sevap, yanlış hüküm verdiğinde ise bir sevap kazanır. Ebu Davud ve İbn Mace’de Bureyde’den rivayet edilen bir hadiste de Peygamber’in (s.a) şöyle dediği nakledilmektedir. “Yargıçlar üç çeşittir ve sadece bir tanesi cennettedir. O da Hakkı kabul eden ve ona göre hüküm verendir. Diğer taraftan hakkı bildiği halde, ona aykırı hüküm veren ile yeterli bilgi ve yetkisi olmadığı halde hüküm mevkiinde oturan kimse ise cehennemdedir.”
71. Metindeki ifadeden “Dağların ve kuşların” Davud’a (a.s) boyun eğdirilmediği, bilakis Allah’ı tesbihte ona katıldıkları anlaşılmaktadır. Bu, Sad Suresi 18-19. ayetlerle de desteklenmektedir: “Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah onunla (Davud) birlikte bizi tesbih ederlerdi. Toplanıp gelen kuşları da. Hepsine onunla birlikte bizi tesbih edin diye emrettik, kuşlara da aynısını emrettik.” Bu ayetin şu anlama geldiği görüşündeyiz: “Davud (a.s) güzel ve tatlı sesi ile Allah’ı zikr edip tesbih ettiğinde dağlar onun güzel sesini yankılandırıyor, kuşlar da çevresine toplanıyor ve bu manzara çok etkileyici oluyordu.” Bu görüş şu hadisle de desteklenmektedir:
Güzel bir sese sahip olan Ebu Musa el-Eşari (r.a) Kur’an okurken oradan geçen Peygamber (s.a) ayakta durup uzun bir süre onu dinlemiş ve o Kur’an okumayı bitirdiğinde: “Bu adama Davud’un güzel sesinden bir parça verilmiş’ demiştir.”
72. Sebe Suresi, 10-11. ayetlere göre bu olay şöyledir: “… ve ona demiri yumuşattık (ve şöyle emrettik) : “geniş zırhlar yap ve onları düzenli bir biçime sok”. Bu, Allah’ın Davud’u (a.s) demiri kullanmada usta kıldığını ve özellikle korunma amacıyla ona zırh yapma sanatını öğrettiğini gösterir. Bu gerçek, arkeolojik ve tarihi araştırmalarla da desteklenmektedir. Çünkü bu araştırmalara göre demir devri M.Ö. 1200 ile 1000 yılları arasında başlamıştır ve bu da Davud’un (a.s) yaşadığı dönemdir. İlk önce Suriye ve Anadolu’da M.Ö. 2000-1200 yılları arasında yaşayan Hititler, demiri eritip şekil vermek için bir metod icad etmişler, fakat bunu diğer insanlardan gizlemişler, bu nedenle de demir yaygın bir kullanıma geçmemiştir. Daha sonra Filistiler bunu keşfetmiş fakat yine bir sır olarak saklamışlardı. Hükümdar Seul’den (Talut) önce İsrailoğulları’nın Hititler ve Filistiler’e defalarca yenilmelerinin nedeni karşılarındakinin savaşlarda demiri kullanmasıydı.
M.Ö. 1020’de Talut, Allah’ın emri ile İsrailoğulları’nın hükümdarı olduğunda (M.Ö. 1004-965) sadece tüm Filistin’i ve Ürdün’ü değil, Suriye’nin bir bölümünü de İsrail krallığına kattı. İşte o zaman Hititlerin ve Filistilerin bu kadar gizledikleri zırh yapımı sırrı açığa çıktı ve demirden günlük ucuz eşyalar bile yapılmaya başlandı. Filistinin güneyinde demir madenleri bakımından zengin bir bölge olan Edom’da yapılan yeni arkeolojik kazılar, demir eritme ve şekil verme işleminde kullanılan ocakları açığa çıkarmıştır. Akabe Körfezi’nde, Elat’ın yakınlarında, Süleyman (a.s) zamanında bir liman olan “Ezion-Geber”de yapılan kazılarda açığa çıkan bir ocağın, bu günkü modern eritme fırınlarında kullanılan ilkelere uygun bir şekilde inşa edildiği sanılmaktadır. O halde Davud’un (a.s) bu keşfi ilk önce savaş gayesi ile kullanılmış olması doğaldır. Çünkü kısa bir süre öncesine kadar hükümdarlığının çevresinde yaşayan Kenanlılar halkını rahatsız ediyorlardı. Kitab-ı Mukaddes’de Davud’un (a.s) savaşta kullanılmak üzere demiri eritme ve kullanmada usta olduğunu belirtir. (Bkz. Yeşu, 17: 16 Hakimler, 1: 19, 4: 2-4)
73. Davud (a.s) hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Bakara 251, İsra: 55 ve bunlarla ilgili açıklayıcı notlar)
74. Bu, Sebe Suresi, 12. ayette de açıklanmıştır. “Süleyman için de, sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü de bir ay olan rüzgara boyun eğdirdik”. Sad Suresi, 36. ayette de şöyle buyurulmaktadır: “Böylece biz rüzgarı onun buyruğu altına verdik. Onun emriyle dilediği yöne yumuşakca eserdi.” O halde rüzgar Süleyman’ın (a.s) emrindeydi ve o, bir aylık uzağa deniz seferleri düzenliyebiliyordu. Çünkü rüzgar onun gemileri için istediği yönde esiyordu.
Kitab-ı Mukaddes’de Süleyman’ın (a.s) büyük bir deniz ticareti geliştirdiğini kaydeder. (I Krallar, 10: 22) Bir taraftan onun ticaret gemileri Kızıldeniz boyunca Ezion-Geber’den Yemen’e ve diğer doğu ve güney ülkelerine gidip geliyor, diğer taraftan Tarsis adı verilen donanması Akdeniz’de batı ülkelerine seyahat ediyordu. Edon’da Akabedeki maden ocaklarından çıkarılan bakır ve demirleri eritmek ve işlemek için Ezion-Geber’de onun kurduğu fırın, bugün yapılan arkeolojik araştırmalar tarafından da doğrulanmaktadır. Bu eritilmiş demir ve bakır, başka faydalarının yanı sıra gemi yapımında da kullanılıyordu. Kur’an bu konuya şöyle değinmektedir: “Erimiş bakır madenini ona (Süleyman’a) sel gibi akıttık.” (Sebe: 12)
Rüzgarın ona boyun eğdirilmesi konusuna gelince, bu Allah’ın lütfu ile rüzgarın yönünün hep Süleyman’ın (a.s) gemilerinin gideceği yöne esmesi -ki o dönemde gemiler tamamen rüzgara bağlı olarak hareket ediyorlardı- anlamına gelebilir. Fakat 81. ayette geçen “Onun emriyle eserdi” ifadesini zahiri anlamda olduğu gibi kabul etsek de bir sakıncası yoktur. Çünkü Allah, kullarından dilediğine böyle güçler verebilir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.