SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA HUD SURESİ 81. VE 83. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
81- Konukları dediler ki; “Ey Lût, biz Rabbinin elçileriyiz; onlar sana ilişemeyecekler. Geceleyin bir ara aileni yanına alarak yola çık, hiçbiriniz geride kalmasın. Yalnız eşini yanına alma. Çünkü soydaşlarının başına ne gelecekse onun da başına gelecektir. Vadeleri tanyeri ağarınca dolacaktır. Tanyerinin ağarması yakın değil mi?”
Evet; “Konukları dediler ki; `Ey Lût, biz Rabbinin elçileriyiz, onlar sana ilişemeyecekler.”
Arkasından ö ana kadar sakladıkları bilgileri kendisine tek tek vermeye koyuldular. Kendisi, soydaşlarının iğrenç sapıklıklarına bulaşmamış aile bireyleri ile birlikte kurtulacaktı. Fakat eşi yanında olmayacaktı, o sapık soydaşlarının safında yeralmıştı. Ayeti okumaya devam ediyoruz:
“Geceleyin bir ara aileni yanına alarak yola çık, hiçbiriniz geride kalmasın. Yalnız eşini yanına alma. Çünkü soydaşlarının başına ne gelecekse, onun da başına gelecektir. Vadeleri tanyeri ağarınca dolacaktır. Tanyerinin ağarması yakın değil mi?”
Ayetteki “esri” kelimesinin kökü olan “sery” sözcüğü “gece yolculuğu”, “bi kitaın minelleyli” ibaresi “gecenin bir bölümü” demektir. Yine ayetteki “Hiçbiriniz geride kalmasın” ifadesi “arkada kalmasın, kafileden ayrı düşmesin” anlamındadır: Çünkü bu sapık toplumun helâk olma zamanı tanyerinin ağarma vaktidir. Kim onlarla birlikte şehirde kalırsa onların yanında helâk olacaktır. Ayetin şu son cümlesi dikkat çekicidir:
“Tanyerinin ağarması yakın değil mi?”
Bu soru onca acılar çekmiş olan Hz. Lût’un gönlünü rahatlatmak amacını taşıyor. Kendisine acı çektirenlerin yok oluşlarının iyice yakınlaştığı vurgulanarak bozulan morali düzeltilmek isteniyor. Gerçekten o cezalandırma anı son derece yakındır. Gün ağarır-ağarmaz gelip çatacaktır. O zaman Hz. Lût’un “keşki gücüm olsaydı yapsaydım” diyerek özlediği, fakat yeterli gücü olmadığı için yapamadığı şeyi yüce Allah’ın sınırsız gücü fazlası ile yapacak, o sapıklara derslerin en ağırını verecektir.
82- Azaba ilişkin emrimiz geldiğinde orayı altüst ettik, oranın halkı üzerine, sağanak halinde balçıkla kaplanmış taşlar yağdırdık.
83- Bunlar Rabbinin katında dökülüp damgalanmış taşlardı. Bu tür bir azap, zalimlerin uzağında değildir.
Bu sapıkların cezalarını infaz etmenin vakti gelince oturdukları şehri “altüst ettik.” Burada her şeyi tersine çeviren, yerden yüksekteki dikili her şeyi kesilerek tanınmaz hale getiren tam bir “yıkım”la eksiksiz bir “imha” tablosu ile karşı karşıyayız. Buradaki “her şeyi tersine çevirme, altını üstüne getirme” imayı, o sapıkların tersyüz olmuş, başaşağı dönmüş, insanlık doruğundan hayvanlık çukuruna, hatta hayvan düzeyinin bile altına gerilemiş olan fıtratlarının alçaklığı ile uyumlu bir çağrışım yapıyor. Onların düzeyi hayvanınkinin bile aşağısına geriledi dedik. Çünkü hayvan, hayvana özgü fıtratın önünde durmakta, fıtri yapısının sınırlarını aşmaya kalkışmamaktadır. Okumaya devam edelim:
“Oranın halkı üzerine sağanak halinde balçıkla kaplanmış taşlar yağdırdık.”
“Balçıkla kaplanmış taşlar.” Cezanın bu özelliği de o sapıkların iğrençliği ile uyumlu ve ölçülüdür.”
“Sağanak halinde yağan” yani birbiri peşisıra iniyorlar başlarına. Ayrıca bu taşlar “Rabbinin katında dökülüp damgalanmış” taşlardır. Tıpkı koyun sürüsü örneğindeki kuzuların büyütülüp çoğalsınlar diye çayıra salınmaları gibi. Bu taşlar da döküldükten sonra gerektiğinde kullanılmak üzere bir yere yığılıp çoğaltılıyor gibi bir tasvir ile karşı karşıyayız. Tasvir gerçekten enteresan. İnsanın zihninde öyle somut çağrışımlar meydana getiriyor ki, açıklama ve anlatım yöntemi ile aynı etkiyi meydana getirmek mümkün değil. Devam ediyoruz:
“Bu tür bir azap, zalimlerin uzağında değildir.”
Yakınlarındadır bu ceza ve sadece yüce Allah’ın dilemesine bağlıdır. Gerektiğinde bu taşlar atılır ve başlarına isabet ettirilir. (Ayetteki “musevvetin” kelimesinin bir anlamı da “damgalı, özel işaretli markalı”dır. Fakat tasvir yöntemli bu ifadeye bizim tercih ettiğimiz anlam daha uygun düşer.)
Hz. Lût’un soydaşlarına inen ceza ile ilgili olarak bu ayetin çizdiği tablo, bazı yönleri ile volkanik bir patlamayı çağrıştırıyor. Yerin yarıldığı ve çevresindeki her şeyi yuttuğu bir volkanik patlama ve bu patlamaya eşlik eden püskürtülmüş lavlar, taşlar ve çamurlar gözlerimizin önüne gelir gibi oluyor. Hiç kuşkusuz yüce Allah’ın zalimlere verebileceği cezaların pek çok türü vardır.
Böyle derken “Bu olay bildiğimiz volkan patlamalarından biridir, o anda faaliyete geçmiş ve olanlar olmuştur” demek istemiyoruz. Bu ihtimali reddetmek de istemiyoruz. Meydana gelen olay, böyle bir olay olabilir de. Fakat “kesinlikle böyle olmuştur” da demiyor, böylece yüce Allah’ın takdirini, bildiğimiz bir olgu ile sınırlamaktan kaçınıyoruz.
Gerek bu ve gerekse benzeri olağanüstü olaylar konusunda söyleyebileceğimiz sözün özü şudur: Yüce Allah’ın tam o zaman, o cezanın infaz anında meydana gelmek üzere bir volkanik patlama olayı planlamış olması, böylece Hz. Lut’un soydaşlarını cezalandırmaya ilişkin ezeli ilmi uyarınca, olayın meydana gelişini cezalandırmanın anı ile çakıştırmış olması mümkündür. Bu çakışma ve zaman uyumu, yüce Allah’ın ilahlığının ve “Rabb”liğinin evrene yansıyan bir tezahürüdür. Evrende olup biten her olay, O’nun kapsamlı takdiri ve canlıların tümü ile uyumlu olarak O’nun tasarrufu altında meydana gelir.
Ayrıca bu olayın özel bir plan sonucu meydana gelmiş olması, yüce Allah’ın o sapıkları o biçimde ve o anda imha etmek isteyen dileğine bağlı özel bir irade ile gerçekleşmiş olması da mümkündür. Eğer yüce Allah’ın dileği ile evren arasındaki ilişkiyi az önce yukarıda Hz. İbrahim’in eşine ilişkin olağandışı olayı değerlendirirken yaptığımız yorumun ışığında anlarsak, bu tür olayları, bu çeşit olağanüstülükleri kavramakta, kafalarımıza sığdırmakta herhangi bir zorlukla karşılaşmayız.
ŞUAYB PEYGAMBER VE KAVMİ
Şimdi yine ölümsüz İslâm inancının peygamberlik misyonlarından biri karşısındayız. Bu misyonu üstlenen peygamberin adı Hz. Şuayb’dır. O, bu misyonu soydaşları olan Medyenliler arasında yürütmekle görevlidir. Bu misyonda Allah’ın birliği çağrısı yanında başka bir mesele daha ön plandadır. Bu mesele insanlar arası ilişkilerde adaleti, güvenirliği ve dürüstlüğü egemen kılma meselesidir. Bu mesele ile Allah’ın birliğine inanma, egemenliği O’nun tekeline verme, O’nun yasalarına ve buyruklarına uyma tutumu arasında köklü ve sıkı bir bağ vardır. Oysa Medyenliler bu yoldaki çağrıyı son derece büyük bir hayretle karşılamışlar, insanlar arasındaki mali ilişkiler ile yüce Allah’ın egemenliğini benimsemiş olmanın eylemsel bir ifadesi olan namaz arasındaki ilişkiyi kavrayamamışlardır.
Hikâyenin akışı, “Hz. Hud ile Adoğulları” hikâyesine “Hz. Salih ile Semudoğulları” hikâyesine benziyor. Gerçi gerek sonucu, gerek anlatım üslubu ve gerekse sonucuna ilişkin değerlendirmesi açısından Hz. Salih ile Semudoğulları’na daha çok benziyor. Hatta bu iki hikâyede, günahkârlara verilen ceza ile bu cezayı anlatan ibareler ortaktır.