SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA HUD SURESİ 99. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
99- Çarpıldıkları azaba ek olarak hem dünyada hem de ahirette lânete uğramışlardır. Paylarına düşen bu armağan ne fena bir armağandır.
Ayetin son cümlesinde bu acı sonları alay konusu ediliyor, içine düştükleri durumun komikliği vurgulanıyor. Okuyoruz:
“Paylarına düşen bu armağan ne fena bir armağandır.”
Bu cehennem ateşi, Firavun’un kendisine bağlı kalan soydaşlarına armağan ettiği bir bağış, bir minnet ödülüdür!
Hani Firavun, Hz. Musa’nın karşısına çıkardığı büyücülerine büyük bir ödül, göz kamaştırıcı bir armağan vaad etmemiş miydi? İşte onun gözü bağlı yandaşlarına verdiği armağan, cehennem ateşi! Ne fena bir varılacak yer ve ne kötü bir armağan! Değil mi?
Burada bu hayrete düşürücü kitabın yani Kur’an’ın, düzeyine erişilmez anlatım ve tasvir sanatının seçkin bir örneği ile karşı karşıyayız.
İNSANLIK AYNIDIR
Hud suresinin bu san bölümü, surenin önceki bölümlerine, surenin giriş kısmına ve surede yeralan hikâyelere dayalı olarak gelişen çeşitli yorumları ve değerlendirmeleri kapsamaktadır. Bu yorumlar ve değerlendirmeler ile surenin geçen bölümleri arasında sıkı bir bağ vardır. Bu bölümleri bütünleyerek surenin hedeflerini gerçekleştirmektedirler.
Şu anda ele almak üzere olduğumuz bu derste yeralan ilk değerlendirme, surede geçen hikâyelerle doğrudan ilgilidir:
“Ya Muhammed, sana anlattığımız bu olaylar, bazı şehirlerin hikâyeleridir. Bu şehirlerin kimisï halâ duruyor, kimisi de biçilmiş ekin tarlasına dönüşmüştür.”
“O şehirlerin halklarına biz zulmetmedik, tersine onlar kendilerine zalimlik ettiler. Allah’ın azaba ilişkin emri geldiğinde Allah dışında imdada çağırdıkları düzmece ilahları, hiçbir dertlerine deva olmadılar, yıkımlarını arttırmaktan başka hiçbir işlerine yaramadılar.”
“İşte Rabbin, zalim halkların şehirlerinin yakasından tutunca böyle tutar. Hiç kuşkusuz O’nun yakaya yapışması pek sert ve acıklıdır.”
İkinci değerlendirme, geçmişte bazı şehirlerin başına inen azabı, ahiret azabından duyulacak şiddetli korkuya bir işaret olarak sunuyor. Ve olay son derece hareketli bir kıyamet sahnesinde canlandırılıyor:
“Ahiret azabından korkanlar için bu olaylardan çıkarılacak dersler vardır. O gün tüm insanların toplantı günüdür, herkes o günün canlı tanığı olacaktır.”
“Biz o günü, sadece sayılı günlerin sonuna kadar erteliyoruz.”
“O gün geldiğinde Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse konuşamaz. O gün kimi insanlar mutlu, kimisi ise bedbahttır.”
“Bedbahtların varacakları yer cehennem ateşidir. Onların orada ahlandıkları, vahlandıkları, hırıltılı seslerle inledikleri duyulur.”
Gökler ile yer dùrdukça, Rabbinin dileği uyarınca cehennemlikler orada sürekli kalacaklardır. Hiç kuşkusuz Rabbin neyi isterse onu yapar.”
“Mutluların varacakları yer ise cennettir. Gökler ile yer durdukça Rabbinin dileği uyarınca, cennetlikler kesintisiz bir bağış olarak orada sürekli kalacaklardır.”
Bu değerlendirmeyi, geçmişteki şehirlerin akıbetinin ve kıyamet sahnesinin uzantısı bir başka değerlendirme izliyor. Bu değerlendirmenin amacı da Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- karşı koyduğu müşriklerin kendilerinden önce yaşamış müşriklerden farklı olmadığını vurgulamaktır. Şayet bunlar da geçmişteki müşrikler gibi kökten yokedilme azabı ile cezalandırılmıyorlarsa, bu Rabbinin belli bir süreyi kapsamak üzere verdiği bir sözden dolayıdır. Nitekim kendilerine kitap geldikten sonra aralarında görüş ve inanç ayrılığına düşmelerine rağmen Musa’nın kavmine ilişkin azap da ertelenmiştir. Ne var ki, bunlar da, onlar da kesinlikle yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. O halde, ey peygamber, seninle birlikte Allah’a yönelen mü’minlerle birlikte kendi yolunu izle. Sakın zalimlere ve müşriklere dayanıp, güvenme. Namazı kıl ve sabret. Çünkü Rabbin iyi kimseleri mükâfatsız bırakmaz.
“Ey Muhammed, şu müşriklerin taptıkları ilahların düzmece oldukları konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle atalarının yaptıkları gibi asılsız ilahlara tapıyorlar. Onlara hakettikleri karşılığı eksiksiz olarak vereceğiz.”
“Musa’ya da kitap verdik, fakat bu kitap (Tevrat) hakkında insanlar görüş ayrılığına düştüler. Eğer Rabbinin daha önce verilmiş kesin hükmü olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler hakkında çoktan hüküm verilirdi. Müşrikler Kur’an konusunda koyu bir kuşku içindedirler.”
“Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının karşılığını tam olarak verecektir. Hiç şüphesiz O, onların neler yaptıklarından haberdardır.”
“Ey Muhammed, sana emredildiği gibi dosdoğru ol; yanındaki eski sapıklıklarından tevbe edenler de öyle olsunlar. Sakın ölçüleri aşmayınız. Hiç kuşkusuz Allah bütün yaptıklarınızı görür.”
“Sakın zalimlere eğilim, yakınlık göstermeyiniz. Yoksa cehennemin ateşi yakalar sizi; Allah’dan başka bir dostunuz, bir dayanağınız yoktur. O zaman O’nun yardımını göremezsiniz.”
“Gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl; iyi ameller kötülükleri giderirler. Bu hatırlatmalar öğüt alacak yetenekte olanlar için birer öğüttür.”
“Müşriklerin sana çektirdikleri sıkıntılara karşı sabret; çünkü Allah iyi davranışları ödülsüz bırakmaz.”
Ardından, yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan kaçınan çok az kimsenin bulunduğu, çoğunluğunsa bozgunculuğa dalıp, yok edilmeyi hakettiği geçmiş çağlara dönülüyor:
“Sizden önceki kuşaklardan, yeryüzünde bozgunculuktan sakındıran birtakım akıllı ve erdemli kimseler çıksaydı ya! Sadece toplu felâketlerden kurtardığımız az sayıda kimse bu görevi yerine getirdi. Zalimler ise kendilerini şımartan ihtiraslarına kapılarak ağır suçlara daldılar.”
“Sözkonusu şehirlerin hakları doğru yoldayken, Rabbin oraları haksızlıkla helâk etmiş değildir.”
İnsanların tuttukları yol ve eğilimler açısından farklı özelliklere sahip olmalarına ilişkin yüce Allah’ın yasası gözler önüne seriliyor. Şayet Rabbin dileseydi, insanları tek bir ümmet olarak yaratırdı. Ne var ki, onun iradesi insanlara bir ölçüde seçme özgürlüğünü vermeyi öngörmüştür.
“Eğer Rabbin dileseydi, tüm insanları tek-bir ümmet yapardı. Oysa insanlar sürekli görüş ve inanç ayrılığı içindedirler.”
“Yalnız Rabbinin merhametine mazhar olabilenler doğru yolda görüş ve inanç birliği sağlayabiliyorlar. Zaten Allah insanları bunun için yarattı. Rabbinin `Cehennemi, mutlaka insanlarla ve cinlerle dolduracağım” şeklindeki sözü çoktan kesinleşti.”
En sonunda ayetlerin akışı, bu surede yeralan hikâyelerin amaçlarından birini de açıklıyor. Peygamberin gönlünü ferahlatma, azmini pekiştirmek… Hz. Peygambere, müşriklere son sözünü söylemesi, onlara Allah’a özgü gaybın kapsamındaki akıbetlerine havale etmesi, Allah’a ibadet edip O’na dayanması, yaptıklarına karşılık insanları sorgulama işini Allah’a bırakması emrediliyor.
“Sana anlattığımız, önceki peygamberlerin hayatlarına ilişkin her olay, gönlünü ferahlatmayı ve azmini pekiştirmeyi amaçlıyor. Bu hikâyeler sana gerçeği ilettikleri gibi, mü’minler için de öğüt ve hatırlatma niteliğindedirler?”
“İnanmayanlara de ki, “Siz bildiğiniz gibi hareket ediniz, biz de bildiğimiz gibi hareket edelim.”
“Bekleyiniz bakalım, biz de bekliyoruz.”
“Göklere ve yere ilişkin bilinmezliklerin (gaybın) bilgisi Allah’ın tekelindedir. Her işin kesin çözüm mercii O’dur. Öyleyse sırf O’na kulluk sun, yalnız O’na dayan; Rabbin onların neler yaptıklarından habersiz değildir.”