SEYYİD KUTUB’UN BAKIŞ AÇISIYLA YUSUF SURESİ 49. VE 50. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
49- “Bunun arkasından da halkın bol yağmura kavuşacağı, üzümlerini ve zeytinlerini sıkıp şıra ve yağ elde edebilecekleri bereketli bir yıl gelir.
Sonra, bolluk yıllarındayken biriktirip depoladıklarınızı tüketen bu kuraklık yılları sona erer. Ve ardından yine bir bolluk yılı gelir. O zaman insanlar yine ekin ekebilme ve su olanağına kavuşurlar. Bağları, susamları ve zeytinleri yine ürünle dolar. Böylece şıra sıkmaları, yağ yapmaları mümkün olur…
Burada bu son bolluk yılına ilişkin kralın rüyasında herhangi bir işaretin bulunmadığını görüyoruz. Öyleyse Yusuf bunu, Allah’ın kendisine bahşettiği ilahi bilgiye dayanarak söylemiştir. Aracının kral ve insanları açlık ve kıtlık döneminden böylesine verimli ve bereketli bir yılın gelişiyle kurtulacaklarını müjdelemesi için, ona bu müjdeyi de eklemiştir.
50- Kral “O adamı bana getiriniz” dedi. Yusuf, yanına gelen kralın elçisine dedi ki; “Efendinin yanına dön ve ellerini yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin olayın içyüzünü kendisine sor. Gerçi Rabbim, o kadınların bana kurdukları tuzağı iyi bilir.”
Bu ayetin ardından bir başka sahneye geçiliyor. İki sahne arasında yine bir boşluk bırakılarak, bu arada olup bitenler okurun kendi kendine tamamlanmasına terkediliyor. Perde açıldığında yine kralın huzurundayız. Aracının rüyanın yorumunu krala aktarışına, rüyanın yorumlayıcısı Yusuf’a, onun hapisliğine, tutukluluk nedenine ve yaşadığı koşullara ilişkin sözlere ayetlerde yer verilmeksizin geçiliyor. Tüm bunların yaşandığı sahneyi anlatmadan geçen ayetlerde doğrudan doğruya, sonuçta kralın Yusuf’u görmek istediğini ve onun kendisine getirilmesini emrettiğini görüyoruz:
“Kral: O adamı bana getiriniz, dedi.”
Burada üçüncü kez yine ayetlerde, kralın bu isteğinin nasıl uygulandığı gibi ayrıntılara yer verilmeksizin geçildiğine tanık oluyoruz. Birden, kralın elçisine yanıt vermekte olan Yusuf çıkıyor karşımıza. Bu elçi, daha önce gelip Yusuf’la görüşmüş olan aracı mı? Yoksa bu tür durumlarla görevli yetkili bir başka elçi mi? Bunu bilemiyoruz. Ancak, yıllardır hapiste olan Yusuf’un kurtulmak için hiç de acele etmediğini görüyoruz. Tam tersine o öncelikle meselesini halletmek; kendi durumuna ilişkin gerçeği tümüyle açığa çıkarmak; karanlık bir biçimdeki dedikoduların, komploların ve jurnallerin hiç de doğru olmadığını -tanıklar huzurunda- ortaya koyarak beraat etmek istemektedir… Zira O, Rabbince eğitilip terbiye edilmiş durumdadır. Bu eğitim, bu terbiye sonucudur ki, yüreği rahatlık, güven ve huzur doludur. Bu nedenle böylesi bir. olay karşısında aceleciliğe ya da tezcanlılığa gerek yoktur!
Yusuf’un iki tutumu arasındaki farklılık, sözkonusu ilahi terbiyenin izini somut bir biçimde ortaya koymaktadır. Daha önce hapishane arkadaşına, “Efendinin yanında benden söz et.” demiş olan Yusuf.. Şimdi ise, “Efendinin yanına dön ve ellerini yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin olayın içyüzünü kendisine sor!” diyen Yusuf… Bu iki tutum arasında, dağlar kadar fark vardır…
“Yusuf dedi ki; `Efendinin yanına dön ve ellerini yemek bıçakları ile kesen kadınlara ilişkin olayın içyüzünü kendisine sor. Gerçi Rabbim, o kadınların bana kurdukları tuzağı iyi bilir…”
Hz. Yusuf, kralın kendisini huzura çağıran buyruğunu reddetmişti! Reddetmişti, çünkü bir şartı vardı! Öncelikle kral, meselesini gerçek yüzüyle bilmeli; kadınların ellerini neden kestiklerini soruşturup öğrenmeliydi… Bu sözüyle aynı zamanda olayı ve görünümlerini, kadınların birbirlerinin kuyusunu kazdıklarını, sonuçta da bir hileyle kendisinin kuyusunu kazdıklarını hatırlatıyordu… Dolayısıyla bu davanın soruşturulması, Hz. Yusuf’un bulunmadığı ve tartışmalara girişmediği bir ortamda yapılmalıydı ki, gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıksın! .. Zira Yusuf kendine güveniyordu, suçsuzluğundan emindi. Gerçeğin ve hakkın uzun süre örtbas edilemeyeceğinden, gerçeğin ve hakkın uzun süre çarpıtılamayacağından kesinkes emindi o!
Hz. Yusuf’un gerek kendisiyle, gerekse kralın elçisiyle ilgili olarak kullandığı “rabb/efendi” kelimesiyle, bu sözcüğün içeriğini Kur’an bütünüyle bize aktarmış bulunuyor. Kral, sözkonusu elçinin rabbidir. Zira bu kimse kralı, otoritesine boyun eğdiği bir hüküm koyucu olarak benimsemiş durumdadır. Yüce
Allah da Yusuf un Rabbidir. Zira O, otoritesine boyun eğilecek hüküm koyucu olarak yüce Allah’ı benimsemiş durumdadır.
Elçi dönüp gitti ve durumu krala aktardı. Kral da bunun üzerine kadınları, huzuruna çağırarak sorguya çeker. Bunlardan söz edilmemesine karşın, olayların bu şekilde geliştiğini bir sonraki ayetten anlıyoruz: