ALLAH’IN İZNİ İLE BİR DAVETÇİ VE AYDINLATAN KANDİL
Hamd, sena ve övgülerin en güzeli, ezelde ve ebedde var olan, lutfuyla kainatı ve bizleri yaratıp var eden, sayısız nimetlerle yaşatan ve rahmetiyle doğru yolu gösteren Allah (cc.)’a mahsustur.
Salat ve selam da, alemlerin Rabbi tarafından sevilen, insanların ise tanıyıp, idrak edebilme nisbetînce sevebildikleri, efendimiz, önderimiz, rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)ya, a’line, ashabına ve onun yolunu izlemeye çalışan ümmetin üzerine olsun.
Geçen haftaki yazımız da şahitliğin üzerinde durmuştuk. İnşaallah bu hafta ki yazımız da Resulullah (sav)’in bir davetçi ve aydınlatan bir ışık olarak tanıyacağız.
“Seni (ey Muhammed!) bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın (dinine) kendi emriyle bir davetçi ve aydınlatan bir yıldız (ışık) olarak gönderdik.” (Ahzab/45,46)
Her konuda olduğu gibi bu konuda da Resulullah (sav) bizim için yegane örnektir. Örnek alabilmek için Resulullah (sav)’i daha yakından ve daha iyi tanımamız gerekmektedir. O yüzden sözü çok uzatmadan alimlerimizin (rahimetullahi aleyh) bu ayet hakkında ki izahlarına geçelim.
ALLAH’IN EMRİYLE BİR DAVETÇİ ; “Allah’ın izniyle Allah’a davet eden bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzab 46)
Cenab-ı Hakk’ın “O’nun izniyle” ifadesinin manası, O’nun sana emretmesiyle ve bunu vaktinde ve zamanında takdir etmesiyle, demektir. (Tef. Münir)
“Ey Peygamber! Biz seni şahid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzab, 45) buyrulduğu halde, burada bir de “O’nun izni ile” kaydı ile kayıtlanması, bu çağrının Allah tarafından özellikle yardım olmayınca yapılamayacak gayet zor bir iş olduğuna işaret ifade eder. (Elmalılı)
Ayeti kerimede beyan edildiği üzere Resulullah (sav) sıradan bir tebliğci değildir. “Burada da sıradan bir insanla Peygamber’in tebliği arasındaki farka değinilmektedir. Her tebliğci Allah’a çağırabilir fakat Allah tarafından tayin edilmemiştir…” (Tefhimul Kur’an)
Yeryüzünde bir çok davetçi bulunmaktadır. Bunların kimi dünyalığa, kimi şöhrete, kimi milli gurura, kimi cahiliyye bağnazlığına, kimi ganimete, kimi mevki ve makama, kimi kendi düşüncesine, kimi kendi sistemine, kimi de kendi inancına çağırır. Oysa Allah (cc) Kur’an da (mealen) şöyle buyurmaktadır:
(Ey Resulüm!) (İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir. (Nahl 125)
(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir? (Fussilet 33)
Yani insanları Rablerine kulluk etmeye, O’na taatte bulunmaya, gizli ve açık O’nun murakabesi altında olduğunu bilmeye, O’nu ikrar etmeye ve O’nun için vacip olan kemal sıfatlarına iman etmeye çağırıyor. Ve ey Muhammed! Seni bunlara davet eden bir davetçi olarak gönderdik. (Tef. Münir)
“O (peygamber) insanları dünyaya, şöhrete, milli gurura, cahiliye bağnazlığına, ganimete, mevkiye ve koltuğa çağırmaz; yalnızca “Allah’a çağırır”. “Allah’ın izni ile” O’na ulaştıran tek yolun yolcuları olmalarını ister. O bu konuda yeni bir çığır açmıyor, aklına eseni yapmıyor, söylediklerini kafadan atmıyor. Yüce Allah’ın iznine ve buyruğuna göre hareket ediyor, yüce Allah’ın kendisi için çizdiği sınırı aşmıyor.” (S.Kutub)
O yüzden Resulullah (sav)’i tanımadan, usulünü bilmeden, kimi neye çağıracağını bilmeden yapılan davet, davet değildir. yine bu konu da Seyyid Kutub bakın ne diyor:
“Davetçi, Allah’ın davetçisidir. Yani o, ne bir dünyalığın, ne bir onurun, ne ulusal bir üstünlüğün, ne cahilî bir ırkçılığın, ne ganimetin ve ne de iktidar veya makamın davetçisidir. O, sadece Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın davetçisidir. Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘ya ulaştıran değişmez bir yolda Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘nın davetçisi…
Allah’a davet, kapalılık ve karmaşası olmayan açık ve arık bir davettir.
“Rabbine davet et.” (Kasas/87)
Bu, bir kavmiyet veya ırkın, toprak veya bayrağın, çıkar veya ganimetin, bir arzu veya şehvet doyumunun daveti değildir. Tüm bunlardan soyutlanarak davete uymak isteyen varsa uysun. İlahî davetle beraber başka bir şey isteyen varsa, bu yola başvurmasın. Davaların galibiyeti, bağlılarının sayısıyla ölçülmez. Dava adamlarını yöneteyim diye, kişisel arzuları gidereyim veya satılıp alınan bir ticarî meta haline getireyim diye davalara sahip olunmaz. Davaların zaferi; halis bir şekilde Allah (Subhabehu ve Tealâ)‘ya yönelmiş ve makam, mevki ve çıkar aramaktan arınmış gönüllerin varlığına bağlıdır. Bir dava adamı, Allah’ın rızasından başka bir şeyi arayıp ummaz.”
AYDINLATAN BİR IŞIK ;
“Sirâcen” kelimesi, kandil gibi apaçık beyan eden, yolu gösteren, durumu açıklayan, insanları Hakk’a ve doğru yola ileten, demektir.
İnsanların seninle hidayet bulmaları için, dünya ve ahiret saadetini gerçekleştirme hususunda senin dininle aydınlanmaları için seni nurlu kandil sahibi olarak, ya da karanlıklarda kendisiyle aydınlanan ışık saçan bir kandil gibi kıldık. (Tef. Münir)
Yüce Allah, peygamberi nurlu kandile benzetti. Çünkü nurlu kandille gecenin karanlığı giderildiği ve yol bulunduğu gibi, Allah, şirk karanlıklarını peygamberle giderdi. Sapıklar da onunla doğru yolu buldu. (Zemahşerî – Keşşaf, 3/432)
Bizler Resulullah (sav)’in nurundan ne kadar aydınlanırsak, etrafımızı da o kadar aydınlatabiliriz. Rabbim bizlere; davette ve kandil olmada Allah Rasulü (sav)’i en güzel şekilde örnek almayı nasip etsin. (Amin)