sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RAD SURESİ 27. ve 32. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA RAD SURESİ 27. ve 32. AYETLER ARASI
16.06.2021
691
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

27- Kâfirler “Muhammed’e, Rabbi tarafından somut bir mucize,indirilseydi ya ” derler. Onlara de ki; “Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir. “

28- Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşur. Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura erebilirler.

29- İman edip iyi ameller işleyenlere ne mutlu, onları güzel bir gelecek beklemektedir.

30- Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir. Onlar rahmeti bol olan Allah’ı tanımıyorlar. Onlara de ki; “Benim Rabbim O’dur, O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na dayandım, dönüş O’nadır. “

31- Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur’an olurdu. Fakat tüm yetki Allah’ın tekelindedir. Dilese, Allah’ın bütün insanları doğru yola ileteceğini, mü’minler halâ kesinlikle anlamadılar mı? İşledikleri kötülükler yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak belâlar gelir, ya da bu belâlar yurtlarının yakınına iner. Sonunda Allah’ın verdiği söz gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz.

32- Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi. Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına yapıştım. O zaman azabım nice oldu?

Onların olağanüstü bir mucize istemelerine, mucizelerin insanları inanmaya yöneltemeyeceği şeklinde cevap verilmektedir. Çünkü ruhların derinliklerinde imana yöneltici etkenler vardır. Bu etkenlerin sonucu iman olayı gerçekleşir:

“Onlara de ki; “Allah, dilediğini saptırır ve kendisine yöneleni doğru yola iletir.”

Yüce Allah kendisine yöneleni doğru yola iletir. Onların yüce Allah’ın yol göstericiliğini, hidayetini haketmelerinin nedeni O’na yönelmeleridir. Bundan da anlaşılıyor ki, Allah’a yönelmeyenler, sapıklığı hakettikleri için yüce Allah’ın saptırdığı kimselerdir. Bu, kalbin doğru yolu bulma yeteneğine sahip olmasıdır. Hidayete açık olması, onu istemesidir. Doğru yolu bulma, hidayeti elde etme çabası içinde olmayan kalpler ise, hidayetten uzak kalplerdir…

GERÇEK HUZURUN TASVİRİ

Sonra mü’min gönüllerin sempatik ve şeffaf bir tabloları çiziliyor. Huzurun, yakınlığın, sevecenliğin ve esenliğin egemen olduğu bir atmosferde beliriyor bu tablo.

“Onlar iman etmişlerdir ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşur.

Allah’a bağlı olduklarının, O’nun yakınında bulunduklarının, O’nun yanında ve himayesinde güvencede olduklarını hissetmekle huzura kavuşmuşlardır. Yaradılışın, eşya ve olayların başlangıcının ve sonucunun hikmetini kavramak sureti ile yalnızlığın sıkıntısından kurtulmuşlar, yollarını şaşırmayacaklarının güvencesi içindedirler. Her türlü saldırı ve zarar girişiminden korunacaklarını bilmekle huzura kavuşmuştur. Tüm bu girişimlerin ancak yüce Allah’ın dilediği kimseleri etkileyeceğini bilirler çünkü. Bununla beraber sınanmaktan hoşnutturlar, belalara karşı sabırlıdırlar. Yüce Allah’ın kendilerini doğru yola iletmekle, rızıklarını vermekle, dünya ve ahirette barındırmakla kendilerine merhamet ettiğinin bilincinde oldukları için huzurludurlar.

“Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura erebilir.

Allah’ı anmakla mü’min kalplerde gerçekleşen bu huzur, gerçek ve köklü bir duygudur. İmanın tadına varan ve Allah’a bağlanan gönüller bilir bu duyguyu. Bu duyguyu bilirler ama bunu, bu duygudan habersiz olanlara sözcükler aracılığıyla aktaramazlar. Çünkü bu duyguyu sözcüklerle ifade etmek mümkün değildir. Bu, kalbi bürüyen, onu dinlendiren, neşelendiren, yumuşatan, rahatlatan, kendini güvencede hissetmesini sağlayan ve esenlik bahşeden bir duygudur. Kalp, varlık aleminde tek başına, yapayalnız olmadığını anlar. Çünkü çevresindeki her şey himayesinde bulunduğu yüce Allah’ın eseridir…

Şu yeryüzünde, Allah’a yakınlıktan doğan huzurdan yoksun olandan daha bedbaht birisi olamaz. Çevresindeki evrenle ilgisini kesmiş olarak şu yeryüzünde dolaşan birinden daha mutsuz, dàha zavallı birisi olabilir mi? Çünkü o, şu evrenin yaratıcısı olan yüce Allah adına, kendisini çevresinde yer alan varlık alemine bağlayan sağlam kulptan kopmuştur. Şu yeryüzüne niçin geldiğini? Neden gideceğini? ve hayatta katlandığı şeylere neden katlandığını’. bilmeyen birisi kadar mutsuz, bedbaht kimse olamaz. Çevresinde yeralan her şeyden ürken, sürekli korkarak yeryüzünde dolaşan birisi, bedbahtlığın girdabında yüzmektedir. Çünkü kendisi ile diğer varlıkları birbirine bağlayan gizli bağdan habersizdir. Hayır, hayır, ıssız çöllerde, tek başına, yapayalnız kimsesiz olarak yol kateden birisinden daha mutsuz, daha bedbaht birisi olamaz. Arkadaşsız, kılavuzsuz, yardımcısız, tek başına mücadele etmek zorundadır.

Yüce Allah’a dayanılmadığı, O’nun himayesi ile güvencede olunmadığı sürece dayanılamayacak çok anlar yaşanır hayatta. Büyük bir güce, dayanıklılığa, salamlığa ve hazırlığa sahip olmak fayda etmez böyle durumlarda. Hayatta öyle anlar olur ki, tüm bunları silip süpürür. Ortalığı kasıp kavuran böylesi zorluklara Allah’a sığınmak suretiyle huzur bulan, kendini güvencede hisseden birinden başkası dayanamaz.

“Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura erebilir.

Şu Allah’a sığınanlar, O’nu anmakla huzura kavuşanlar… Yüce Allah onların katındaki yerlerini de güzelleştirmiştir. Çünkü onlar Allah’a sığınmakla güzel davranmışlar, dünya hayatında güzel işler yapmışlardır.

“İman edip iyi ameller isteyenlere ne mutlu! Onları güzel bir gelecek beklemektedir.”

Ayette geçen Tûba = kelimesi `Tabe’ fiilinden gelir ve `Kubra =’ veznindedir. Övgü ve yüceltme için kullanılır. Dünya hayatında yöneldikleri yüce Allah’ın katında güzel bir dönüş yeri vardır onlar için.

Fakat mucize gösterilmesini isteyen ve imanın verdiği huzuru hissetmeyenlere gelince, onlar büyük bir sıkıntı içinde oldukları için mucizeler, olağanüstülükler istemektedirler. Üstelik sen kavmine böyle bir çağrı ile gelen ilk peygamber değilsin ki, bu olayı yadırgasınlar. Hiç kuşkusuz onlardan önce birçok ümmetler ve peygamberler gelip geçmiştir. O halde onlar kâfir oluyorlarsa, sen hareket metodunu izle ve Allah’a dayanıp güven.

“Ey Muhammed sana vahyettiğimiz mesajı kendilerine okuyasın diye seni öyle bir ümmete gönderdik ki, onlardan önce birçok ümmetler gelip geçmiştir.

Onlar rahmeti bol olan Allah’ı tanımıyorlar. Onlara de ki; “Benim Rabbim O dur. O’ndan başka ilah yoktur, ben yalnız O’na dayandım, dönüş O’nadır.” Onların Rahmanı inkâr etmesi şaşılacak bir şeydir. Sonsuz merhamet sahibi, zikri ile kalplerin huzur bulduğu, büyük rahmeti sayesinde neşelendiği yüce Allah’ı inkâr etmeleri hayret vericidir. Sana vahyettiğimiz ayetleri onlara okumandan başka bir şey yapman gerekmez. Biz bunun için gönderdik seni. Seni inkâr ediyorlarsa, sadece Allah’a güvenip dayandığını, O’na tevbe edip sığındığını, O’ndan başka hiç kimseye yönelmeyeceğini açıkça duyur.

Biz sadece onlara bu Kur’an’ı okuman için gönderdik seni. Bu eşsiz Kur’an’ı… Şayet bu Kur’an’dan dağları yerinden sökmek, yeri yarmak veya ölüleri konuşturmak istenseydi, hiç kuşkusuz bu olağanüstülükleri bu mucizeleri gerçekleştirecek özelliklere, etkenlére sahipti. Ne var ki, Kur’an sorumluluk sahibi canlılara hitap etmek için gelmiştir. Onlar da olumlu karşılık vermiyorlarsa mü’minlerin onlardan ümit kesmeleri ve yüce Allah’ın gerçeği yalan sayanlara ilişkin va’dinin gerçekleşmesini beklemeleri gerekir:

“Eğer dağların yürümesini, yeryüzünün parçalanmasını ve ölüler ile konuşabilmeyi sağlayan bir kitap olsaydı, o bu Kur’an olurdu. Fakat tüm yetki Allah’ın tekelindedir.

Dilese, Allah’ın bütün insanları doğru yola ileteceğini, mü’minler hala kesinlikle anlamadılar mı? İşledikleri kötülükler yüzünden kâfirlerin başlarına sürekli olarak belâlar gelir, ya da bu belâlar yurtlarının yakınına iner. Sonunda Allah’ın verdiği söz gerçekleşir. Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz.”

Kuşkusuz bu Kur’an kendisini algılayan ve ona göre şekillenen ruhlarda dağların yerinden sökülmesinden, yerin yarılmasından ve ölülerin konuşturulmasından daha büyük, daha köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Kur an bu ruhlarda olağanüstü değişiklikler meydana getirdiği gibi, bu ruhlar aracılığı ile etkileri, hayatın boyutlarını hatta tüm yeryüzünün görünümünü aşan harikulade olaylar gerçekleştirmişti. Nitekim İslâm ve müslümanlar tarihin görünümünde yaptıkları değişikliğin yanında dünyanın görünümünde de büyük değişiklikler yapmışlardır.

Bizzat bu Kur’an’ın tabiatı… Davetinin ve ifade yönteminin tabiatı… Konularının ve konuları sunuş yönteminin tabiatı… Gerçekliğinin ve etkinliğinin tabiatı… Evet bu Kur’an’ın tabiatı özünde son derece etkin ve olağanüstü bir güç barındırmaktadır. Söz sanatından, zevk almasını bilen, görüş ve kavrayış sahibi kimseler bunu bilirler. Kur’an’ın direktiflerini ve ilham ettiği gerçekleri kavrama yeteneğine sahip olanlar bunun farkındadırlar. Bu Kur’an’ı gereği gibi algılayan ve kişiliklerini ona göre şekillendirenler dağlardan daha köklü, daha büyük şeyleri yerinden sökmüş, hareket ettirmişlerdir; milletlerin ve nesillerin tarihini değiştirmişlerdir. Topraktan daha sert, daha katı şeyleri parçalamışlardır. Düşünce ve geleneklerin donukluğunu parçalamışlardır. Ölülerden daha hissiz, daha sessiz olanları canlandırmışlardı. Azgınlığın ve mitolojik kuruntuların ruhlarını öldürdüğü halk yığınlarını diriltmişlerdir. Araplar’ın ruhlarında ve hayatlarında meydana gelen dönüşüm, gözle görülür maddi bir neden olmaksızın, sadece bir kitabın ruhlara ve hayata yaklaşım metodu ve hareketi ile yaşadıkları bu büyük değişim hiç kuşkusuz dağların köklerinden sökülmesinden, yeryüzünün donukluğundan kurtulmasından ve ölülerin dirilmesinden daha büyük, daha görkemli bir değişimdir.

“Fakat tüm yetki Allah’ın tekelindedir.”

Her durumda hareketin türünü ve hareket tarzını seçen, belirleyen yüce Allah’dır.

Bir toplum bu Kur’an’dan sonra bile uyanamıyorsa, kalpleri harekete geçmiyorsa, onları harekete geçirmeye çalışan mü’minler artık ümitlerini késmelidirler, işi Allah’a bırakmalıdırlar. Şayet yüce Allah dileseydi, insanları sadece hidayete erme, doğru yolu bulma yeteneği üzere yaratırdı. Dileseydi melekleri yarattığı gibi insanları da toptan hidayete erdirirdi. Ya da takdiri gereği meydana gelen bir olayla, onları toptan hidayete zorlardı. Ama yüce Allah ne bunu ne de öbürünü dilemiştir. Çünkü yüce Allah insanı özel bir görev için yaratmıştır. Ve yüce Allah insana verilen bu görevin, insanın şu anda olduğu gibi yaratılmasını gerektirdiğini biliyordu.

O halde mü’minler onları yüce Allah’ın emrine havale etmelidirler. Şayet yüce Allah onlardan önce gelip geçmiş kimi toplumları olduğu gibi onları toptan yok etmekle cezalandırmayı takdir etmemişse de O’nun katından ardarda felaketler gelip onlara zarar dokunduracak, onları sıkıntıya sokacaktır. Aralarında helak olmayı hakeden kimilerini de yok edecektir.

“Ya da bu belalar yurtlarının yakınına iner.”

Böylece onları ürkütüp büyük bir sıkıntıya sokacaktır. Benzeri bir felaketin de başlarına gelmesi beklentisi içinde olmalarına yol açacaktır. Hiç kuşkusuz bu da bazı kalpleri yumuşatır, harekete geçirir ve canlandırır.

“Sonunda Allah’ın verdiği söz gerçekleşir.”

Onlara yönelttiği tehdit gerçekleşene ve süresi dolana kadar mühlet verdiği felaket gelene kadar…

“Kuşku yok ki, Allah sözünden caymaz.”

Hiç kuşkusuz bu söz yerine gelecektir ve onlar Allah’ın kendilerine va’dettiği şeylerle karşılaşacaklardır.

Örnekler ortadadır. Geçmiş milletlerin yok edildikleri yerlerde ibret alınacak manzaralar çoktur. ‘Onlar da bekletilmiş, kendilerine mühlet verilmişti.

“Senden önceki birçok peygamber ile de alay etmişlerdi. Ben o kâfirlere bir süre meydan verdim, fakat sonra yakalarına yapıştım. O zaman azabım nice oldu?”

Bu sorunun cevaba ihtiyacı yok. İşte gelip geçmiş nesiller, verilen bu cezadan söz etmektedirler!

ŞİRK SORUNU

Bu bölümde değinilen ikinci sorun Allah’a ortak koşulan sahte tanrılar sorunudur. Surenin ilk bölümünde de irdelenmişti bu sorun. Burada ise sorun, bu sahte tanrıların her nefis üzerinde kesin otoriteye sahip ve onları dünya hayatında kazandıkları ile yargılayan yüce Allah ile karşılaştırılması suretiyle irdeleniyor. Bu gezinti de bu büyük iftirayı atanları dünya hayatında bekleyen azab ile ahirette onlar için hazırlanan ağır azabın tasviri ile son buluyor. Bütün bunlar Allah’dan korkanları bekleyen güven ve esenlik tablosunun karşısında yeralıyor: ,

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.