sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İBRAHİM SURESİ 1. ve 4. AYETLER ARASI

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İBRAHİM SURESİ 1. ve 4. AYETLER ARASI
21.06.2021
806
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

1- Elif, Lâm, Ra. Bu Kur’an, insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarasın, üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna iletesin diye sana indirilmiş bir kitaptır.

2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Uğrayacakları ağır azaptan ötürü vaygele kâfirlerin başına! (İbrahim Suresi 52)

3- Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir sapıklık içindedirler.

4- Biz bütün peygamberleri soydaşlarının dili ile gönderdik ki, onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatabilsinler. Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O üstün iradelidir ve her işi yerindedir.

Elif, Lâm, Ra. Bu Kur’an, sana indirilmiş bir kitaptır.”

Bu tür harflerden meydana gelen bu kitap, bizim sana indirdiğimiz bir kitaptır. Onu sen meydana getirmedin. Ve bu kitabı bir amaç için indirdik sana:

“İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye.” Şu insanlığı karanlıklardan çıkarasın diye…

Kuruntu ve hurafelerin karanlığından… Siyasal rejim ve toplumsal geleneklerin karanlığından… Değişik Rabblerin neden olduğu bunalımın, şaşkınlığın, farklı düşüncelerin, değer yargılarının ve ölçülerin meydana getirdiği kararsızlığın karanlığından… İnsanlığı bütün bu karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye… Bu karanlıkları dağıtan aydınlığa… Hem vicdan aleminde, hem düşünce dünyasında karanlıkları ortadan kaldıran aydınlığa… Ardından hayatın pratiğinde, değer yargılarında, siyasal rejimlerde ve toplumsal geleneklerde karanlıkları dağıtan, ortadan kaldıran aydınlığa…

Allah’a iman, kalpte parlayan bir aydınlıktır. Katı çamurdan ve Allah’ın ruhundan bir soluktan oluşan insanın yapısı bununla aydınlanır. İnsan denen varlık bu soluğun aydınlığından yoksun olduğu zaman, içinde bu aydınlık sönüverdiği zaman kapkaranlık bir çamura dönüşür. Hayvanlar gibi, et kandan oluşan bir çamura dönüşür. Eğer insanın yapısında yeralan ve Allah’ın ruhundan gelen bu ışık iman sayesinde aydınlanıp parlamasa, bu karanlık bedende ışımasa, bu karanlık varlığı aydınlatmasa, tek başına et, kan ve çamurdan başka bir anlam ifade etmez, çünkü bunların üçü aynı maddelerden meydana gelmektedirler.

Allah inancı ruhu aydınlatan bir ışıktır. Artık insan bu ışık yardımı ile yolunu seçer. Allah’a giden yolu apaçık görür. Hiçbir karanlık, hiçbir sis gizleyemez, örtemez bu yolu. Efsanelerin karanlığı ve hurafelerin sisi bu ışık sayesinde dağılır gider. İnsan ruhu bu aydınlık aracılığı ile yolunu seçtiği zaman, dosdoğru yol alır, artık ayağı kaymaz, tökezlemez, sağa sola sapmaz, yolunu şaşırmaz.

Allah inancı hayatı aydınlatan bir ışıktır. Bu sayede insanlar birbirinden farksız, eşit kullar olurlar. Onları birbirine bağlayan bağ Allah inancıdır. Başkasına değil, sadece O’na boyun eğerler. Bölük pörçük olup tağutlara (zorbalara) kul olma durumuna düşmezler. Onları evrene bağlayan bilgi bağıdır. İçindeki herkesi ve her şeyi ile birlikte şu evrende yürürlükte olan yasalar sistemini bilmektir bu. Böylece onlar, içindeki herkes ve her şeyle birlikte şu evrenle barışık bir hayat yaşarlar.

Allah’a inanmak aydınlıktır. Adalet aydınlığı, özgürlük aydınlığı ve bilgi aydınlığı… Allah’a yakın olmayı hissetmenin, yoklukta ve bollukta, darlıkta ve genişlikte O’nun adaleti, rahmeti ve hikmeti ile güven duymanın aydınlığı… Bu güven sıkıntıda sabretmeyi, bollukta da şükretmeyi sağlayan bir duygudur. Bunun yanında imtihandaki hikmeti kavrama aydınlığıdır bu.

İlah ve Rabb olarak sadece Allah’a inanmak eksiksiz bir hayat sistemidir. Sadece vicdanı kaplayan ve onu aydınlatan bir inanç değildir. Tek başına Allah’a kul olma, sadece O’nun Rabblığına boyun eğme, kulların Rabblığından kurtulma ve kulların egemenliklerinin üstüne çıkma ilkesine dayanan bir hayat sistemidir.

Bu sistem, insan fıtratı ile uyuşan ve bu fıtratın gerçek ihtiyaçlarına cevap veren ilkeler içermektedir. Bu sayede hayata, mutluluk, aydınlık, güven ve huzur havası egemen olur. Bu sistemde süreklilik ve değişmezlik esastır. Kulların Rabblığına ve hakimiyetine boyun eğen toplumlarda görülen, kulların ortaya koyduğu politik, idari ve ekonomik sistemlerin ahlâk ve hayat tarzına ilişkin kuralların, gelenek ve göreneklerin karşı karşıya kaldığı değişimlerden, çalkalanmalardan korunmuştur. Bütün bunların yanında bu sistem insan enerjisini kulların ilahlaşması uğruna harcanmaktan, tağutların (zorbaların) borazanı, davulu, çığırtkanı olmaktan korumaktadır.

Kuşkusuz şu kısacık ifadenin:

“İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye” ardından hem akıl ve kalp dünyası, hem hayat ve realite dünyası ile ilgili gerçekleri içeren engin ufuklar yeralmaktadır. Ama insanın ifade yeteneği bu ufukları olduğu gibi tasvir edemez, sadece onlara kısaca işaret edebilir.

“Rabblerinin izni ile insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye.” Peygamberin elinden tebliğden başka bir şey gelmez. Onun görevi açıklamaktır, başka bir şey değil. İnsanların karanlıklardan aydınlığa çıkarılması ise, yüce Allah’ın iradesinin öngördüğü evrensel yasa uyarınca yine O’nun izni ile gerçekleşir. Peygamber ise sadece peygamberdir.

“İnsanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarasın, üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah’ın yoluna iletesin diye…”

Ayette geçen “es-Sırat = yol” kelimesi “en-Nur = aydınlık” kelimesinin açıklaması niteliğindedir. Allah’ın yolu da; onun belirlediği, uyulmasını istediği çizgi, kural, varlıklar aleminde yürürlüğe koyduğu evrensel yasası ve insan hayatına hükmeden şeriatıdır. İşte aydınlık (nûr) insanı bu yola iletir. Ya da bizzat bu yolun kendisi aydınlıktır. Anlam olarak bu daha güçlüdür. İnsan ruhunu aydınlatan nûr, evreni de aydınlatan nûrdur. İlahi yoldur bu. Bu nûr evrene egemen olan yasal sistemdir. Allah’ın şeriatıdır. Bu aydınlığın içinde yaşayan insan ruhu, meseleleri kavramada, düşüncede ve hayat tarzında yanılmaz artık. Çünkü O, dosdoğru yolu izlemektedir. “Üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah’ın yolu”nu takip etmektedir. Karşı konulmaz ve her şeye egemen bir güce sahip, aynı zamanda övgüye ve şükre lâyık Allah’ın yoludur bu.

Burada yüce Allah’ın gücünün ön plana çıkmış olması kâfirleri tehdit etme amacına yöneliktir. Hamd ise, şükredenlerin tavrını vurgulamak için ön plana çıkıyor. Ardından yüce Allah’ın tanıtımı yeralıyor. O, göklerde ve yerde bulunan her şeyin sahibidir. İnsanlara muhtaç değildir. İçindeki canlı cansız tüm varlıklarla birlikte evrene egemen olan O’dur:

“O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur.”

Kim karanlıklardan çıkıp doğru yolu bulursa O’dur kurtulan. Bunun dışında fazla bir şey söylenmiyor burada. Ayetlerin akışı kâfirleri tehdit etmekle sürüyor, onları çekecekleri şiddetli azaptan sakındırıyor. Vay onların haline. Nimeti inkâr etmelerinin karşılığıdır bu ceza. Karanlıklardan aydınlığa çıkarılmaları için kitapla birlikte peygamber gönderilmesi nimetini inkâr etmelerinin cezası işte bu korkunç azaptır Halbuki bu nimet yeryüzünde insana bahşedilen en büyük nimettir, insanların şükrü bu nimete karşılık hep yetersiz kalır. Bu yüzden bu nimeti inkâr etmek en büyük suçtur.

“Uğrayacakları ağır azaptan ötürü vay gele kâfirlerin başına.”

Sonra kâfirlerin yüce Allah’ın kerim peygamberinin kendilerine sunduğu nimeti inkâr etmelerinin nedeninin anlamını somutlaştıran bir sıfatları gözler önüne seriliyor:

“Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler.”

İnsanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu yolu eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir sapıklık içindedirler.”

Dünya hayatını ahirete tercih etmek, imanın gerektirdiği sorumluluklarla çelişir. Yolu kararlı bir şekilde izlemekle uyuşmaz. Ama ahiret tercih edildiği zaman durum böyle değildir. Çünkü bu durumda dünya hayatı da düzelir. Dünya hayatının nimetlerinden yararlanmak dengeli bir düzeyde tutulur ve bu noktada yüce Allah’ın hoşnutluğu gözetilir. Bu durumda ahireti tercih etmekle, bu dünyanın nimetlerinden yararlanmak arasında bir çelişki sözkonusu olmaz.

Kalplerini ahirete yöneltenler -sapık, akımlarda olanın aksine- dünya nimetlerinden yararlanma bakımından bir şey kaybetmezler. Çünkü İslâma göre ahiretin iyiliği, dünyanın iyiliğini gerektirmektedir. Allah’a inanmak yeryüzünde Allah’ın halifeliği görevini iyi bir şekilde yerine getirmeyi gerektirmektedir. Yeryüzünde Allah’ın halifeliği görevini iyi bir şekilde yerine getirmek yeryüzünü kalkındırmak, yeryüzünün iyiliklerinden, güzelliklerinden yararlanmak demektir. Çünkü İslâm sisteminde ahireti beklemek bahanesi ile hayatı boş vermek gibi bir düşünceye yer yoktur. Aksine, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak ve ahirete hazırlık yapmak için hak, adalet ve doğruluk ilkelerine göre hayatı biçimlendirmek, onarmak vardır İslâm anlayışında… İşte budur İslâm.

Dünya hayatını ahirete tercih edenler ise, yeryüzünün zenginlik kaynaklarını talan etmek, haram kazanç elde etmek, insanları sömürmek, aldatmak ve köleleştirmek gibi hedeflerine, Allah’a iman etmenin aydınlığında, O’nun yol göstericiliğinin ışığında ulaşamazlar. Bu yüzden Allah’ın yoluna engel olurlar. Hem kendilerini, hem de insanları Allah’ın yoluna girmekten alıkoyarlar. Allah’ın yolunu doğruluk ve adaletten uzak eğri bir yol gibi göstermeye yeltenirler. Hem kendilerini, hem de başkalarını Allah’ın yoluna girmekten alıkoymada başarıya ulaştıkları zaman, bu yolun doğruluk ve adaletinden yakalarını kurtardıkları zaman… Evet sadece o zaman, zulmedebilirler, azgınlaşabilirler, çeşitli yöntemlere başvurarak, insanları aldatabilir, kandırıp saptırabilirler. Böylece, yeryüzünün zenginlik kaynaklarını talan etmek, çılgınca ve rezilce eğlenmek, yeryüzünde büyüklük taslamak, hiçbir direniş ve tepki ile karşılaşmaksızın insanları kul-köle haline getirmek gibi hedeflerine ulaşabilirler.

Hiç kuşkusuz Allah’a imanın öngördüğü hayat sistemi, dünya hayatını ahirete tercih edenlerin egemenliğine, hayatın iyiliklerini talan etmelerine karşı hayat ve canlılar için bir güvencedir.

“Biz bütün peygamberleri soydaşlarının dili ile gönderdik ki, onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatabilsinler.”

İşte bu, bütün insanlığı kapsayan ve gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin getirdiği mesajlarda somutlaşan evrensel bir nimettir. Peygamberlerin insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarabilmesi için onların dili ile gönderilmesi kaçınılmazdır. Onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatması, onların da anlatılanları anlaması için bu zorunludur. Böylece peygamberin gönderilmesi ile öngörülen hedefe ulaşılabilir.

Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- bütün insanlara gönderilmiş bir peygamber olmakla beraber soydaşlarının dili ile gönderilmiştir. Çünkü ilerde onun mesajını bütün insanlara duyuracak olanlar onun soydaşları olacaktır. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- ömrü sınırlıdır çünkü. Arap Yarımadası’nın tamamen İslâmın egemenliğine girmesi için öncelikle soydaşlarını İslâma çağırması emredildi. Nitekim burası Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- mesajını dünyanın diğer bölgelerine taşıyan bir üs niteliğini kazanmıştır. Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- vefatı da her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah’ın takdiri sonucu İslâmın yayılışının yarım adanın sınırlarına dayandığı ve Hz. Usame’nin ordusunun yarımadanın dışına gönderildiği günlere denk gelmektedir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- vefat ettiği için Hz. Usame’nin ordusu harekete geçmemişti. Gerçekten Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğinin bütün insanlara yönelik oluşunun kanıtı olarak Arap Yarımadası’nın dışına da İslâma davet mektupları göndermiştir. Ne var ki, yüce Allah’ın onun için takdir ettiği, yine sınırlı insan ömrünün tabiatının öngördüğü ise, Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- mesajını, soydaşlarına kendi dilleri ile duyurması ve bu mesajın bütün insanlara bu bölgeden ulaştırılması olmuştur. Nitekim böyle de oldu. Allah’ın takdirine ve hayatın realitesine göre onun bütün insanlara yönelik , mesajı ile soydaşlarına kendi dilleri ile sunduğu mesaj arasında bir çelişki yoktur.

“Biz bütün peygamberleri soydaşlarının dili ile gönderdik ki, onlara Allah’ın buyruğunu açıkça anlatabilsinler.”

“Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.”

Buna göre peygamberin -her peygamberin- görevi açıklama ile sona eriyor. Bunun sonucu ortaya çıkan doğru yola girme ya da sapıtma durumu üzerinde onun bir etkinliği sözkonusu değildir ve bu onun isteğine göre gerçekleşmez. Bu durum, Allah’ın yetkisinin sınırlarına girmektedir. Bunun için yüce Allah serbest iradesinin hoşnut olduğu bir kanun belirlemiştir. Kim sapıklığı arzularsa ona dadanırsa sapıtacaktır. Kim doğru yolu bulmayı ister, onun için çabalarsa doğru yola ulaşacaktır. Her iki durum da belirlediği kanunu, insan hayatında yürürlüğe koyan yüce Allah’ın iradesine bağlıdır.

“O üstün iradeli ve her işi yerindedir.”

O, insanları ve hayatı dilediği gibi yönlendirme gücüne sahipti. O her şeyi bir hikmet ve takdir doğrultusunda yönlendirir. Hiçbir şey hedefsiz, plansız ve başıboş bırakılmamıştır.

Hz. Musa’nın -selâm üzerine olsun- peygamberliği de öyle idi. O da soydaşlarının dili ile gönderilmişti.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.