SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA İBRAHİM SURESİ 5. ve 8. AYETLER ARASI
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
5- Biz Musa’yı “Soydaşlarını karanlıktan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (tarihlerinde iz bırakmış) günlerini hatırlat” direktifi ile somut mucizelerin desteğinde peygamber olarak gönderdik. Bu hatırlatmada sabırlı ve şükreden herkesin alacağı ibret dersleri vardır.
6- Hani Musa, soydaşlarına dedi ki; “Allah’ın size bağışladığı nimetleri hatırlayınız. Hani O oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı erkeksiz bırakmak sureti ile size çok ağır bir işkence çektiren Firavun hanedanından sizi kurtarmıştı. Bu, Rabbinizin size yönelik büyük bir sınavı idi. “
7- Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti; “Eğer şükrederseniz, size yönelik nimetlerimi kesinlikle arttırırım, eğer nankörlük ederseniz, hiç kuşkusuz azabım pek ağırdır. “
8- Musa dedi ki; “Eğer siz. tüm yeryüzü halkı ile birlikte nankörlük etseniz, kuşku yok ki, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve özü itibarı ile övgüye lâyıktır. “
Burada Hz. Musa’ya yönelik emir ile Hz. Muhammed’e -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik emir şekil ve mahiyet itibarı ile aynı kalıplarla ifade edilmektedir. Bu durum suredeki ifade ahengi ile uygunluk arzetmektedir. Nitekim buna az önce değinmiştik. Hz. Muhammed’e -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik emir şöyleydi:
“İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın diye…”
Burada ise Hz. Musa’ya -selâm üzerine olsun- şu direktif verilmektedir:
“Soydaşlarını karanlıktan aydınlığa çıkar.”
Birincisi, tüm insanları kapsarken, ikincisi, Hz. Musa’nın kavmine özgü kılınmaktadır. Ama güdülen amaç birdir:
“Soydaşlarını karanlıktan aydınlığa çıkar.”
“Onlara Allah’ın (kendi tarihlerinde iz bırakmış) günlerini hatırlat.”
Aslında bütün günler Allah’ındır. Fakat burada bütün insanlar ya da bir grup insanı ilgilendiren önemli bir olayın, olağanüstü nimet ya da felaketin yaşandığı günler kastedilmektedir. Nitekim Hz. Musa’nın onlara yaptığı hatırlatmalarda bunlara değinilecektir. Hz. Musa hem onları hem de kendilerinden önce yaşamış Nuh, Ad ve Semud kavimlerini ilgilendiren önemli günleri hatırlatmıştı. İşte kastedilen Allah’ın günleri bu günlerdir.
“Bu hatırlatmada sabırlı ve şükreden herkesin alacağı dersler vardır.”
Ayette kastedilen bu günlerin bazısında büyük zorluklar çekilmiştir ki, bu, sabretmenin işaretidir. Bazı günlerde de bol nimetler verilmiştir. Bu da şükretmenin işaretidir. Sabreden ve şükreden kişi bu işaretleri ve bu işaretlerin ötesindeki hikmeti kavrayan, bunlardan ibret ve öğüt almasını bilen kişidir. Aynı zamanda kendisi için uyulacak ve ders alınacak unsurlar da bulan kişidir.
Hz. Musa, mesajını anlatmaya, soydaşlarını uyarmaya başlıyor:
“Hani Musa, soydaşlarına dedi ki; `Allah’ın size bağışladığı nimetleri hatırlayınız. Hani O oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı erkeksiz bırakmak sureti ile size çok ağır bir işkence çektiren Firavun hanedanından sizi kurtarmıştı. Bu, Rabbinizin size yönelik bir büyük sınavı idi.”
Hz. Musa -selâm üzerine olsun- onlara yüce Allah’ın üzerlerindeki nimetlerini hatırlatıyor. Firavun hanedanı tarafından gördükleri korkunç işkenceden kurtuluş nimetini… Firavun hanedanı onlara sürekli kesintisiz ve herkesi kapsayan sistematik bir işkence çektiriyordu. Bu işkencenin en belirgini erkek çocukların boğazlanıp, kız çocukların sağ bırakılması idi. Bununla caydırıcı güce sahip olmalarını önlemek, sürekli zayıf ve ezilen kimseler olarak kalmalarını sağlamak hedeflenmişti. Yüce Allah’ın onları bu durumdan kurtarması, hatırlanması gereken bir nimettir. Ama şükretmek için hatırlamak gerekir.
“Bu Rabbinizin size yönelik büyük bir sınavı idi.”
Bu, öncelikle azapla denemekti. Sabrın, dayanışmanın, direnmenin, kurtuluş için kararlı olmanın, onun uğruna çalışmanın düzeyini, derecesini ölçmek içindi bu sınama. Çünkü sabır, sadece zillete, işkenceye katlanmak değildir. Sabır, sarsılmadan, ruhsal hezimete uğramadan işkencelere katlanmaktır. Kurtuluş ümidini, kararlılığını sürekli diri tutmaktır. Zulüm ve azgınlığın karşısına dikilmek için hazırlık yapmaktır. Aksi taktirde bu, övgüye lâyık sabır olmayacak; zillete, aşağılanmaya katlanmak, teslim olmak olacaktır. İkincisi de kurtuluşla denemekti. Şükürlerinin, yüce Allah’ın nimetini itiraf edişlerinin, kurtuluş karşılığında doğru yolda kararlı oluşlarının düzeyini ölçmek içindi bu sınav.
Hz. Musa, yüce Allah’ın onların hayatında yereden önemli günlerini hatırlattıktan sonra soydaşlarına anlatmaya devam ediyor. Onları işkence ve kurtuluşun ötesinde güdülen amacı düşünmeye yöneltiyor. Bu amaç, işkenceye karşı sabretmek, kurtuluş için de şükretmektir.
Hz. Musa, yüce Allah’ın şükür ve inkâr karşılığında kulları için belirlediği akıbeti anlatmakla açıklamalarına devam ediyor.
“Hani Rabbiniz size şöyle bildirmişti; “Eğer şükrederseniz, size yönelik nimetlerimi kesinlikle arttırırım, eğer nankörlük ederseniz, hiç kuşkusuz azabım pek ağırdır.”
Şu büyük gerçek karşısında durup düşünüyoruz. Şükür etmekle nimetin artması ve nankörlükle korkunç azabın hakedilmesi gerçeği…
Evet bu gerçek karşısında biz de durup düşünüyor ve daha ilk anda içimize güven duygusu doluyor. Çünkü bu, yüce Allah’ın vaadidir. Her halukârda gerçekleşmesi kaçınılmazdır bu vaadin… Bu sözün kanıtlarını hayatımızda görmek kavrayabilecéğimiz sebeplerini araştırmak istesek, çok geçmeden birçok sebeple, kanıtla karşılaşacağız.
Hiç kuşkusuz yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükretme, insan ruhundaki ölçülerin doğruluğunun göstergesidir. İyi olan şükreder, çünkü bozulmamış fıtrata göre şükür onun tabii tepkisidir.
Bu bir… Diğeri de, nimetine karşılık yüce Allah’a şükreden kişinin bu nimet üzerindeki uygulamalarında, şımarmadan, diğer halka karşı büyüklük taslamadan, bu nimeti baskı, kötülük, pislik ve bozgunculuk aracı olarak kullanmadan yüce Allah’ı gözeteceği, onun hoşnutluğunu gözönünde bulunduracağı gerçeğidir.
Bunların ikisi de nefsi arındıran, onu iyi işler yapmaya, nimet üzerinde onu geliştirecek, bereketlendirecek, iyi uygulamalarda bulunmaya teşvik eden unsurlardır. Böylece insanlar hem bu nimetten hem de ona sahip olan kişiden memnun olur, ona yardımcı olurlar. Bu sayede toplumda yeralan fertlerin birbirleriyle olan ilişkileri sağlıklı bir yapıya kavuşur, mal varlıkları her yönüyle güvencede olmak üzere gelişme imkânı bulur. Bunun gibi hayatın içinden daha birçok tabii ve gözle görülür sebebi sıralamak mümkündür. Gerçi yüce Allah’ın vaadi mü’min için yeterli bir güvencedir. Mü’min ister sebepleri kavrasın, ister kavramasın, bu bir realitedir ve gerçektir. Çünkü yüce Allah’ın vaadidir.
Allah’ın nimetine karşı nankörlük etmek de, ona karşı şükür görevini yerine getirmemekle olur. Ya da bu nimeti bahşedenin yüce Allah olduğunu inkâr etmekle, bu nimeti bilgiye, tecrübeye, kişisel emek ve çalışmaya bağlamakla olur! Sanki bütün bu yetenekler yüce Allah’ın bahşettiği nimetler değilmiş gibi! Nankörlük, bu nimeti kötü emeller için kullanmakla olur. Nimetle şımarma, büyüklenme, onu insanlara karşı üstünlük sağlama aracı olarak kullanma, ihtiraslar ve bozgunculuk uğruna koz olarak kullanma… Evet bütün bunlar yüce Allah’ın nimetini inkâr etmek anlamına gelmektedir.
Şiddetli azap, nimetin kökten yok edilmesini de içine alır. Bu, ya nimetin tamamen giderilmesi ya da bilinçlerde etkilerinin silinmesi şeklinde olur. Nice nimetler vardır ki, bir felakete dönüşür. Ona sahip olan mutsuzluğa mahkûm olur. Ondan yoksun olanlar da kıskançlık duygusuna kapılırlar. Bu azap yüce Allah’ın dilemesine göre ya dünyada bir süre için ya da ahirete kadar ertelenebilir. Ama kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü yüce Allah’ın nimetini inkâr etmek karşılıksız kalmayacak bir suçtur.
Şükür, yüce Allah’a bir kazanç sağlayacak değildir. Nankörlük de ona zarar verecek değildir. Yüce Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Bizzat övgüye lâyıktır, insanların övgüsü ve bahşettiği nimetlere karşılık şükretmesi ile değil…
“Musa dedi ki; “Eğer siz, tüm yeryüzü halkı ile birlikte nankörlük etseniz, kuşku yok ki, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve özü itibarı ile övgüye lâyıktır.”
Şükretmekle insan hayatı sağlıklı bir nitelik kazanır. Ruhlar Allah’a yönelmekle arınırlar. İyiliğe karşı şükretmekle dosdoğru olurlar, nimeti verene bağlanmanın huzurunu yaşarlar. Nimetin yokolup gitmesi endişesinden kurtulurlar. Allah için harcadıkları ya da kaybettikleri şeylerin ardından hayıflanmazlar, üzülmezler. Çünkü nimetleri veren her zaman vardır. Üstelik nimet şükürle temizlenir, artar.
Hz. Musa -selâm üzerine olsun- soydaşlarına açıklamalarda ve hatırlatmada bulunmaya devam ediyor. Ama, peygamberler ümmeti ile peygamberleri ve peygamberlik gerçeğini yalanlayan cahiliye toplumları arasındaki büyük mücadelenin ön plana çıkması için kendisi sahneden çekiliyor, gizleniyor. Bu tarz bir ifade Kur’an’ın sanatsal güzelliklerinden biridir. Olayları canlandırmak, onları anlatılan bir hikâyeden gözle görülen, işitilen, içinde hareket edilen, şahısların karakterleri ve tepkileri seyredilen bir sahneye dönüştürmek için Kur’an’da bu tarz bir ifadeye sık sık rastlanır.
Şu anda zaman ve mekân kavramlarının dürülüp atıldığı o büyük meydana geçiliyor: ,