sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 24. ve 26. AYETLER

EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 24. ve 26. AYETLER
13.08.2021
753
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

24- “Onu ve kavmini, Allah’ı bırakıp da güneşe secde(30) etmektelerken buldum, onlara şeytan(31) yapmakta olduklarını süslemiştir,(32) böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.”
25- “Ki onlar, göklerde ve yerde(33) saklı olanı ortaya çıkaran ve sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da(34) bilmekte olan Allah’a secde etmesinler diye (yapmaktadırlar) .”
26- “O Allah, “O’ndan başka ilah yoktur, büyük Arş’ın da Rabbidir.”(35)

AÇIKLAMA

30. Bu da, Sebe halkının o dönemde, güneşe-tapmayı esas alan bir dine mensup olduğunu gösterir. Eski Arap rivayetleri de bu hususu doğrular mahiyettedir. İbn İshak, Soybilimcilerin bu mealdeki ifadelerini nakletmiş bulunuyor. Şöyle ki, Sebeliler aslında, adı Abdüşşems (güneşin kulu veya güneşe tapan) , ünvanı da ‘Sebe’ olan bir atanın soyundan gelmişlerdir. Böyle bir izah İsrail kaynaklarınca da desteklenmektedir. Bütün bunlara göre, ‘Hüdhüd’ Hz. Süleyman’ın (a.s) mektubu ile bu ülkeye vardığı anda, Sebe melikesi güneş tanrısına tapmak üzere mabede doğru gidiyordu. Ve “Hüdhüd” o sırada getirdiği mektubu melikenin önüne attı.

31. Buradan itibaren paragrafın sonuna kadar olan kısmın, ‘Hüdhüd’ün konuşmasından bir parça olmadığı, aksine konuşmasının, “onları güneşe secde eder gördüm” cümlesiyle bittiğini anlıyoruz. Üslûp da gösteriyor ki bu, kuşun konuşmasına Allah tarafından yapılan bir ilavedir.”

O, gizlediğiniz ve ortaya çıkardığınız her şeyi bilir,” cümlesi ile onun konuşması bitmiştir. Bu ifadeler, burada konuşanın ‘Hüdhüd’, muhatapların da Hz. Süleyman ve maiyyetinin olmadığı, aksine hitapta bulunanın Allah ve muhataplarının da Mekkeli müşrikler olduğu intibaını veriyor. Bu kıssa, ibret alsınlar diye onlara anlatılmıştır. Müfessirlerden ‘Ruhu’l-Meanî’ sahibi Allame Alûsî de aynı görüşü tercih etmiştir.

32. Yani “Şeytan onları, maddî ve manevî güçlerini, dünya nimetlerini elde etmek ve hayatlarını giderek daha müreffeh ve görkemli hale getirmek uğrunda harcamalarının yegâne gerçek ve yerinde kullanma yolu olduğuna inandırmıştı. Ayrıca, başka bir şeyi ciddi olarak düşünmeleri de gerekmezdi. Bu görünen hayatın ötesinde fiilî bir gerçeklik olup-olmadğı hususunda düşünüp kendilerinin huzursuz olmalarının da bir mânâsı yoktu. Aynı zamanda, din, ahlâk, kültür ve hayat tarzlarını şekillendiren sistemin dışında bir gerçeğin (Hakikat) varlığı ve yaşayışlarının bütünüyle buna zıt olup-olmadığını düşünmek artık onlar için anlamsız bir iş idi. Zengin olma, güç ve maddî refah yönünde yeterli gelişmeyi sağlamakta oldukları hususunda şeytan onları ikna edince, artık onlar da inanç, ilim ve kanaatlerinin doğru olup-olmadığı konusunda düşünmeye hiç ihtiyaç duymadılar. Çünkü kendilerince doğru olduklarının tek delili; servet elde etmeleri ve gönüllerince hayatlarını yaşamaları idi.”

33. Yani yerden bitmelerinden önce şurada-burada gizli olarak bulunup etrafımızda görmekte olduğumuz şeyleri Allah (c.c.) , sürekli olarak varlık alemine çıkarıyor; sayısız bitki türlerini ve maden çeşitlerini toprağın derinliklerinden devamlı bir şekilde ortaya çıkarıyor; bitmeden önce insanın hayal bile edemeyeceği şeyleri, uzayın üst tabakalarından sürekli olarak gözlerimizin önüne seriyor.

34. Yani, Allah’ın (c.c) ilmi her şeyi kuşatır; gizli-aşikâr O’nun için farketmez; O, her şeyden haberdardır.

Allah’ın (c.c) bu iki sıfatının zikredilmesinden maksat, şeytan aldatmamış olsaydı, onların hakkı açıkça görebilmiş olacakları hususunu vurgulamaktır. Yani, kendi varlığından habersiz kızgın (ateşten) güneş küresinin tapılmaya layık olmadığının farkına varmış olacaklardı. Aksine ibadetin, Alîm, Hakîm ve her yeni şeyi varlık alemine çıkaran ve sonsuza dek çıkaracak kadir-i mutlak yalnız tek Allah’a ait olduğunu anlarlardı.

35. Bu, okunduğu zaman secde yapmanın vacip olduğu Kur’an ayetlerinden birisidir. Bu konuda müçtehidlerin icmaı vardır. Burada secde etmenin mânâsı şudur: Bir müminin, kendisini güneşe tapanlardan ayırması ve bu davranışıyla, ilah ve rabb olarak yalnızca Yüce Allah’ı tanıdığını fiilen ilan etmesidir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.