sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NAHL SURESİ 106. ve 109. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NAHL SURESİ 106. ve 109. AYETLER
20.09.2021
889
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

İMANDAN SONRA İNKÂR

106- iman ettikten sonra kâfir olanlar, Allah’ın gazabına uğrarlar, onun için büyük bir azap vardır. Yalnız bu hüküm, kalpleri kesin bir imanın hazzı ile donanmış olduğu halde baskı altında kalanlar için değil, fakat gönüllerinin kapısını inkârcılığa açanlar için geçerlidir.

107- Çünkü onlar dünya hayatını ahirete tercih etmişlerdir ve çünkü Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.

108- Bunlar var ya; Allah onların kalplerini, kulaklarını, gözlerini mühürlemiştir; onlar gafillerin, (aymazların) ta kendileridirler.

109- Hiç kuşkusuz, ahirette hüsrana uğrayanlar olacaklardır.

Mekke’deki ilk müslümanlar pek çok eziyet ve işkencelerle karşılaşmışlardı. Bunlara ancak şehit olmaya niyet etmiş, ahiret hayatını dünyaya tercih etmiş, küfre ve sapıklığa dönmektense, dünya azabını yeğlemiş insanlar katlanabilirler.

Buradaki ayeti kerime, iman ettikten sonra Allah’ı inkâr etmenin büyük bir suç olduğunu, kesin bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira bu insan, imanı tanımış ve onun tadına ermiş daha sonra dünya hayatını ahirete tercih ederek dönüş yapmıştır. Dolayısıyla o Allah’ın gazabına uğramış, ağır cezaya mahkûm edilmiş ve doğru yoldan mahrum edilmiştir. Gaflet ile damgalanmış, gözleri ve kulakları üzerine perde indirilmiş ve onun ahirette hüsrana uğrayanlardan olduğuna karar verilmiştir…

Çünkü inancın bir alışveriş konusu yapılması, kâr ve zarar hesabına göre şekillenmesi doğru değildir. Kalp Allah’a iman ettikten sonra artık şu yeryüzünün değerlerinden herhangi birinin onun üzerinde etkili olması doğru değildir. Yeryüzünün hesabı ayrı, inancın hesabı ayrıdır. Bunlar birbirleriyle içiçe değildir. Sonra inanç sistemi bir oyuncak değildir. Alınıp verilebilecek bir alışveriş vasıtası hiç değildir. O, yüce ve çok değerlidir. İşte cezanın bu kadar ağır olmasının ve suçun bu kadar korkunç oluşunun nedeni de budur.

Bu kesin hükmün dışında bırakılan sadece bir olay vardır. O da kalbi iman ile dolu olduğu halde küfre zorlanan insanın durumudur. Yani canını kurtarmak amacıyla kalbi iman üzere sabit, kesin inançtan yana ve onu tam kabullendiği halde, sadece diliyle küfrünü açığa vuranın durumudur. Nitekim bu ayetin Ammar İbn-i Yasir hakkında indiği rivayet edilmiştir.

İbn-i Cerir, İbn-i Yasir’in oğlu Ebu Ubeyde, Hz. Muhammed’den şöyle rivayet eder: Müşrikler Ammar İbn-i Yasir’i yakalamış ve istediklerine yakın şeyler söyleyinceye kadar ona sürekli işkence etmişlerdi. Daha sonra kurtulup Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- gelen Ammar, durumu O’na anlattığında Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- O’na: “Kalbini nasıl buluyorsun” diye sorar. O da “imanla dolu” karşılığını verince Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- “Eğer onlar tekrar işkence ederlerse sen de tekrar o sözleri söylersin” diye buyurur. İşte küfür eylemine ve müşriklerin dediğini yapmaya ilişkin ruhsat böyle durumlar için geçerlidir.

Bazı müslümanlar dilleriyle dahi olsa kâfir olduklarını söylemektense ölümü tercih etmişler de dilleriyle böyle bir sözü söylemeye yanaşmamışlardır. Nitekim Yasir’in annesi Sümeyye ölünceye kadar, iffet yerinden mızrak darbesi yemesine rağmen yine de diliyle dahi olsa küfre dönmemiştir. Yasir’in babası da işkence altında can verirken bu tavrından hiç vazgeçmemişti.

Hz. Bilal’e müşrikler akıllarına gelen her türlü işkenceyi yapıyorlardı. Güneşin kızgın sıcaklığı altında büyük kaya parçalarını onun göğsü üzerine koyuyorlar ve Allah’a ortak koşmasını istiyorlardı. O bunca işkenceye rağmen tekliflerini reddediyor ve `Allah birdir’ diyordu. Ve yine “Allah’a yemin ederim ki, eğer sizi daha çok öfkelendirecek bir söz bilseydim onu da söylerdim” diye ekliyordu.

Ensar’dan Zeyd’in oğlu Habib de, Müseylemetu-l Kezzab tarafından yakalanıp “Sen Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik ediyor musun?” diye sorduğunda “Evet” karşılığını vermiş, bu sefer Müseyleme “Benim Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik ediyor musun?” dediğinde ise o “Ben duymuyorum” demişti. Müseyleme onun etlerini lime lime koparırken o sonuna kadar bu tavrında diretmişti.

Hafız İbn-i Asakir sahabilerden birinin rivayetinden (Allah onlardan razı olsun) Abdullah İbn-i Huzeyfe es Sehmi’nin biyografisinde diyor ki: Bizanslılar Abdullah’ı esir almışlardı, onu krallarına getirdiler. Kral ona dedi ki: “Hristiyan ol, seni mülküme ortak eder ve kızımla evlendiririm” Abdullah şu karşılığı verdi: “Eğer sen kendinin sahip olduğun her şeyi versen buna bir de tüm Araplar’ın sahip olduklarını ilave etsen ve Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- dininden bir saniyeliğine ayrılmamı istesen ben yine ayrılmam.” Kral: “O zaman seni öldüreceğim” deyince Abdullah: “Ne yaparsan yap, dedi.” Kral emretti. Abdullah’ı ellerinden ve kollarından bağladılar, okçularını çağırdı, yakından ellerine ve ayaklarına oklar sapladılar. O bu arada hala hristiyanlık dinini Abdullah’a aşılıyor, O’da hep reddediyordu. Sonra emretti O’nu indirdiler. Bir kazan getirilmesini istedi. Bir rivayete göre ise, bakırdan bir saç getirip kızdırdılar. Müslümanlardan bir esiri getirip içine attılar. Abdullah bu müslümana bakıyordu. Kısa bir süre sonra bu müslüman orada, kızgın kapta parlayan kemiklere dönüştü. Yine Abdullah’a hristiyan olması teklif edildi. O yine reddetti. Kral onun da kazana atılmasını emretti. Kaldırılıp atılacağı zaman, ağladı. Kral biraz umutlandı ve kendisini çağırdı, Abdullah niçin ağladığını şu şekilde izah etti:

“Ben Allah yolunda verecek tek bir canım olduğu için ve bu canım da Allah yolunda kısa zamanda bu kazana atılmakla elimden alınacağı için ağladım. İsterdim ki, vücudumdaki kılların sayısınca canım olsaydı ve her biri Allah yolunda işkence çekerek verilse idi.”

Bir rivayete göre ise, Kral Abdullah’ı hapse atmış, günlerce ona yiyecek ve içecek vermemiş, daha sonra da ona içki ve domuz eti göndermiş, fakat o bunlara yine de yaklaşmamıştı. Kral kendisini çağırtmış ve “Bunları yiyip içmene ne engel olmuştur” diye sormuştu. Abdullah: “Aslında şu anda bunları yemem bana helal kılınmıştır. Fakat ben seni kendime güldürmem” dedi. Bunun üzerine kral kalktı. Alnından öptü ve onu serbest bıraktı. Abdullah bu serbest bırakmayı “Eğer tüm müslümanları benimle birlikte serbest bırakırsan kabul ederim” dedi. Kral bu teklifini de alnından öperek kabul etti ve onunla beraber olan tüm müslümanları serbest bıraktı. Geri döndüğünde Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun) “Her müslümanın Abdullah İbn-i Huzeyfe’nin alnından öpmesi gerekir” dedi ve kalktı Abdullah’ı alnından öptü.

Bütün bunların sebebi, inanç meselesinin son derece önemli olmasıdır. Bu konuda herhangi bir gevşeklik ve toleransa yer yoktur. Onu korumanın faturası ağırdır. Fakat bu mü’minin gönlünde ve Allah katında daha değerlidir. Bu öyle bir emanettir ki, hayatını onun yolunda feda etmeyen, hayatı ve hayatın içindeki tüm nimetleri onun yolunda kaybetmeyi göze almayanlar onun hakkını ödeyemezler.

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.