EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 58 ve 62. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
58- Biz, yaşama biçimleriyle ‘refah içinde şımarıp azmış’ nice şehri yıkıma uğrattık. İşte meskenleri; çok az (bir zaman) dışında (onlarda) kendilerinden sonra oturulabilmiş değildir. (Onlara) Varis olanlar biziz.(82)
59- Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz, halkı zulmetmekte olan şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.(83)
60- Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de akıllanmayacak mısınız?
61- Şimdi, kendisine güzel bir vaadte bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulanlardan olan kişi gibi midir?(84)
62- O gün (Allah) onlara seslenecek: “Benim ortaklarım olarak öne sürdükleriniz nerede?” der.(85)
AÇIKLAMA
82. Bu da onların mazeretlerine şu anlama gelen ikinci bir cevaptır: “Kaybedersiniz korkusuyla haktan yüzçevirip bâtıla yapıştığınız ve bunca övünüp durduğunuz dünya refah ve servetine bir zamanlar Ad, Semud, Sebe, Medyen ve Lût kavmi de sahipti. Peki onları azabtan ne kurtardı? Herşeyden önce yüksek bir hayat standardı hayatın tek payesi olamaz ki, insan, Hakkı-Bâtıl’ı dert etmeyecek kadar refah peşinde koşsun da sırf Hakkı kabul ettiğinde ulaştığı refahı kaybedebilirim düşünücesiyle kabule yanaşmasın. Hem sizin, geçmişin müreffeh kavimlerini mahveden günah ve kötülüklerde ısrar ettiğinizde, emniyet içinde kalacağınıza ve onların karşılaştığı azabla karşılaşmayacağınıza dair garantiniz var mı?”
83. Bu ayette, onların mazeretlerine karşı üçüncü cevabı oluşturmaktadır: “Sizden önce helâk edilmiş topluluklar da ahlâksızlığa dalmışlardı. Onları son bir kez uyarmak için Allah peygamberlerini gönderdi. Fakat onlar kulak bile asmadılar. Aynı şey şimdi sizin için de geçerli. Siz de ahlâksızlığa daldınız ve bir rasûl uyarmak için size de geldi. Eğer küfür ve inkârınızda ısrar ederseniz refah ve rahatınızı korumak yerine onları tehlikeye atmış olacaksınız. Korkup durduğunuz yıkım, inanmanız halinde değil, inanmayı reddetmeniz halinde sizi yok edecektir.”
84. Mazeretlerine dördüncü cevap. Bu cevabı anlamak için iki şeyi gözönünde tutmak gerekir:
Birinci olarak, herkes için nihayet üç-beş yıl olan dünya hayatı bir yolculuğun yalnızca bir merhalesidir. Hiçbir zaman son bulmayacak olan gerçek hayat henüz gelmemiştir. Bu hayatta insan istediği kadar mal biriktirebilir, başarabildiğince konforlu bir hayat sürebilir, fakat her ne olursa olsun hepsinin bir sonu vardır ve insan bu dünyadan boş elle ayrılacaktır. Hiçbir akıllı insan, bu dünyadaki kısa yolculuğunun rahatlık ve zevkleri mukabilince ahirette hiç son bulmayacak azaba maruz kalmak gibi kötü bir pazarlığa girişmez. O böyle yapmayacak, bu dünyadaki üç-beş yıllık zorluğa katlanmayı ve öte dünyadaki ebedî hayatın hiç bitmeyen nimet ve rahatını kazanabilmeyi tercih edecektir.
İkinci olarak Allah’ın dini, insanın dünya nimetlerinden bütünüyle sarfı nazar etmesini ve zinetlerini terketmesini istemez. O’nun tek istediği insanın ahireti dünyaya tercih etmesi, onu üstün tutmasıdır. Çünkü bu dünya fanî, ahiret ebedîdir, bu dünyanın zevkleri süflî, öte dünyanın zevkleri ulvîdir. Dolayısıyla insan bu dünya hayatının mal ve zinetini elde etmek için çabalamalı ki, bu mallar kendisine ahiretteki hiç son bulmayan hayata doğru yola çıkarken gerçek bir veda töreni yapabilme imkânı versin yahut da onu ahiretteki ebedî ziyandan korusun. Fakat asıl konu ikisi arasındaki derece farkı meselesidir; önce dünya mı, ahiret mi, bu ikisi birbirine zıt mı düşer, birbiriyle çelişir mi? islâm’ın talebi, insanın dünya hayatını ahiret hayatı için feda etmemesi ve yalnızca kaçınılmaz şekilde, ebedî ahiret azabına yol açan geçici dünya nimetleri peşinde koşmaması şeklindedir ki bu taleb aklı selimin de gereğidir.
Allah’ın önceki cümlelerde Mekke müşriklerine ne söylediğine bir de bu iki şeyi gözönünde bulundurarak bakalım. O kendilerine işlerini güçlerini bırakmalarını, ticaretlerini durdurmalarını ve Rasûl’un peşinden gidip dilencilik etmelerini söylemiyor. O’nun söylediği, bu kadar bağlandıkları dünya malının hiçbir şey ifade etmediği, bu dünyada ondan yalnızca üç beş gün faydalanabilecekleri gerçeğidir. Buna mukabil Allah katında olan hem kemmiyetçe hem keyfiyetçe daha hayırlıdır ve de son bulmayacaktır… Dolayısıyla onlar bu geçici hayatın sınırlı nimetlerinden faydalanmak uğruna, kötü sonuçları ahirette ebedî bir kayıp şeklinde kendilerini taciz edecek olan yolu benimserlerse doğrusu aptallık etmiş olurlar. Kendileri karar versin kim daha kârlı: Kendisini rabbinin hizmetine adayıp, sonra ebedi olarak O’nun lütfuna mazhar olan mı, yoksa bu dünyada üç-beş gün için gayri-meşru servetten bir faydalanma fırsatı yakaladıktan sonra O’nun mahkemesine bir suçlu olarak çıkarılan mı?
85. Bu söylenenler dördüncü cevabın bir devamıdır ve daha önceki ayetin son cümlesiyle bağlantı içindedir. Mânâsı şudur: “Şirk” ve putperestlik günahında ısrar eden ve sırf dünyevî çıkarları uğruna Rasûl’e inanmayı reddedenler, ahiretteki ebedî hayatta şöyle şöyle kötü sonuçlarla karşılacaklardır. Şu halde dünya hayatının zinet ve servetleriyle iyice keyif sürdükten sonra, isterlerse dünyadayken hiçbir felâkete maruz kalmamış olsunlar, sonunda böyle bir akibetle karşılaşmalarının iyi bir alış veriş olup olmadığına kendileri karar versinler.