KELİMELER VE KAVRAMLAR 1) ADALET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıklardan uzaklaşarak orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Geniş kapsamlı bir kavram olan adaletin zıttı zulüm, gadr ve insafsızlıktır.
İslâm’da adalet, hukuk önünde herkese eşit davranmak, kültür, bilgi ve mevki farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmamak demektir. İslâm bu anlamda her ferdin ve her toplumun karşılıklı olarak işlerinde değişmez bir ölçü şeklinde yerini almış, istek ve heveslere yer vermemiş, sevgi ve nefretlere uymamış, akrabalık ve yakınlık bağlarına göre ayarlanmamış, zengin-fakir ayırımı gözetmemiş, kuvvetli ve zayıf farkını göz önüne almış bir adalet anlayışı getirmiştir.
Bunun için İslâm, toplum içinde yaşayan bütün kesimlerin birliğini sağlayan prensipler koymuş, ümmetin güvenliğini garanti altına alan bir düzen kurmuştur.[1]
Adalet mülkün temelidir. Hz. Ömer (RA)
Bu sözden de anlaşılacağı gibi her şeyin bir temelinin olduğu yani kısacası mülkün Sahibinine karşı adaletli olmalıyız. O’na karşı adaletli olmamız O’nun emirlerine uymamız ve sözümüze sadık kalmamızdır.
Kur’an’da ve Sünnet’te Adalet
“Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.”(Al-i İmran/18)
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”(Nisa/58)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(Maide/8)
“Rabbinin sözü, doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitendir, bilendir.” (En’am/115)
“Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.”(Nahl/90)
“Allah, hak ve adâletle hükmeder. Allah’tan başka taptıkları ise hiçbir hükümde bulunamazlar. Şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Mü’min/20)
Hz. Peygamber (s.a.s.) de adalet ve adaletle hükmedenler hakkında birçok hadîs buyurmuşlardır:
“Hükmünde, yönetimi ve velâyeti altındakiler hakkında adîl davrananlar, Allah katında nurdan minberler üzerinde olacaklardır.”[2]
“Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lûtfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.”[3]
“Ey insanlar! Sizden evvel yaşamış toplumların neden dolayı yollarını şaşırıp saptıklarını biliyor musunuz? Asilzâdeleri bir hırsızlık* yaptığı zaman onu affeder, zayıf ve kimsesizleri bir şey çalarsa onları cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, böylesine kötü bir hırsızlığı Mahzum kabilesine mensup Fatıma değil, kendi kızım Fatıma yapmış olsaydı, kesinlikle onun elini kestirirdim.”[4]
Adaletle Hükmetmek
“Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sad/26)
“Ey Davud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık.” Allah Tealâ, Hz. Davud’a hitap ederek, kendisini yeryüzünde insanlar arasında hükmeden bir halife yaptığını bildirmektedir. Saltanat, iktidar ve hüküm Hz. Davud’un olacak, diğer insanlar ise onu dinleyip kendisine itaat edeceklerdir. Daha sonra Allah Tealâ, Hz. Davud’a, diğer insanlara öğretmek amacıyla hüküm ve idare etmenin kurallarını beyan buyurmaktadır:
1- “O halde insanlar arasında hak ile hükmet.” Yani insanlar arasında, göklerin ve yerin kendisiyle kaim olduğu “adalet” ile hükmet. Bu, hüküm vermenin ilk ve en önemli şartıdır.
2- “Hevâna tabi olma.” Yani hüküm verirken nefsinin istek ve arzularına meyletme, yahut da dünya lezzetleri sebebiyle haktan ayrılma. Zira hevâya tabi olma, kişinin ayaklarını kaydırarak cehenneme götüren bir davranıştır. Bunun için Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“… bu seni Allah yolundan saptırır.” Yani hevaya tabi olmak, hak yoldan ayrılma ve sapma sebebidir ve sonucu, yardımsız kalıp hor ve zelil olmaktan başka bir şey değildir. Zira Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“Çünkü Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unuttukları için onlara çetin bir azap vardır.” Yani hak ve adalet yolundan ayrılan kimseler için, bu günün dehşetini ve bu günde her insan için görülecek ince ve hassas hesabı unuttuklarından ve bu gün için amel işlemeyi ki yargıda adaletli hüküm verme de buna dahil dir terkettiklerinden dolayı kıyamet günü şiddetli bir azap ve uhrevî hesap vardır.
Bu konudan çıkarılacak ibret ve alınacak ders şudur: Yüce Allah, idarecilere insanlar arasında adaletle hüküm vermelerini ve adaletten ayrılmamalarını tavsiye buyurmaktadır. Zira böyle yaparlarsa Allah yolundan sapmış olurlar. Yüce Allah, yolundan sapanları ve hesap gününü hatırla-mazlıktan gelenleri şiddetli bir şekilde tehdit etmektedir.
İbni Ebî Hâtim’in rivayet ettiğine göre Ebû Zür’a, Velîd b. Abdulmelik’in huzuruna girmiş, Velîd kendisine şöyle demişti: “Bana haber ver! Halîfe de hesaba çekilecek mi? Zira sen Kur’an’ı okuyor ve tefakkuh ediyorsun.” Ebû Zür’a, “Ey müminlerin emiri! Bunu gerçekten söyleyeyim mi?” dedi, o da “Söyle. Allah’ın emniyetindesin.” karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebû Zür’a, “Ey müminlerin emiri! Sen mi Allah katında daha şereflisin, yoksa Davud (a.s.) mu? Allah Tealâ ona hem hilafet, hem de nübüvvet vermiş, sonra da onu Kitab’ında tehdit ederek, “Ey Davud, biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. Hevana tabi olma ki bu seni Allah yolundan saptırır…” buyurmuştur.[5]
Adaleti ayakta tutan şahitler olmak
Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (Maide/8)
Ey imân edenler!. Allah Teâlâ için) Onun emir ve yasaklarına ilâhi hukukuna riâyet için fazlasıyla çalışarak (onu ayakta tutanlar) olunuz bundan ayrılmayınız ve (adaletle şahitler olunuz) haklarında şahitlik edeceğiniz kimselere karşı olan bağlılık veya düşmanlığınız sizi hakkiyle şahitlikten geri bırakmasın. Ve (bir kavme olan buğzunuz) şiddetli dargınlığınız (sizi adalet etmemeğe) onların haklarında gerçek dışı şahitliğe ve lâyık olmayan hükme ve yapılması caiz olmayan hareketlere (sevk etmesin) içinizi rahatlatmak ve intikam almak hissine mağlûb olmayınız, herhalde (adalette bulununuz) adaletten ayrılmayınız, (o) Adalet (takvaya en yakındır) size emredilen takva vazifesini yerine getirmeğe hizmetçidir, (ve Allah Teâlâ’dan korkunuz) en büyük bir kulluk vazifesi olan takvadan ayrılmayınız. Selâmetiniz bununladır. (şüphe yok ki. Allah Teâlâ yapacağınız şeylerden tamamen haberdardır.) Artık O Yüce Yaratıcının, bu gibi emir ve yasaklarına bütün varlığınızla uyunuz ki, o Yüce Mabudun lütuflarına mazhar olasınız, onun elem verici azaplarından emin bulunasınız. Bütün bu ilâhi emirler, yasaklar insanlığın selâmet ve saadeti için birer muazzam ilâhi nimettir. Bunların şükrünü ifaya çalışmalıdır.
İslâm dininin yüceliğini bir kere düşünmeli, bu dini mübin, düşman milletlere karşı bile müslümanların adaletle hareket etmelerini emir etmektedir. Artık Müslümanların birbirine karşı adâletden sapmaları etmeleri nasıl caiz olabilir! İslamiyet’in bu husustaki bu yüce hükmünü de düşünerek bu kutsi dini dâima yüceltmeye ve kutsallaştırmaya çalışıp durmak bütün insanlık âlemi için en mühim bir vazîf eşidir.[6]
Adaletli olmak
Bugünkü beşerî sistemlerde hâkim zümre ve belirli sınıflar için dokunulmazlıklar söz konusu olduğu halde İslâm hukuku önünde hiç kimsenin bir ayrıcalığı ve imtiyaz hakkı yoktur.
Adil Halife Hz. Ömer, hilâfeti döneminde ashâbtan Übey b. Ka’b ile aralarında bir konuda anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlığı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sâbit*’e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd hemen devlet başkanı olan Hz. Ömer’e karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir minder sermişti. Fakat adil insan Hz. Ömer bu davranış karşısında şöyle demişti:
“İşte bu davranışın, şimdi vereceğin hükümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım.”
Sonra davacı Übey b. Ka’b davasını ileri sürünce Hz. Ömer bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Hz. Ömer’in yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd İbn Sâbit, Übey’e şöyle dedi:
“Gel Halife’yi yemin ettirme, onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim.” Bu teklifi duyan Hz. Ömer son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonra da Zeyd b. Sâbit hakkında şöyle dedi:
“Halife ile herhangi bir müslüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir.”
Adalet ve eşitlik arasındaki fark
İnsan vicdanı, bu zirveye; Allah ile direkt bağlantı kurup bu konuda gayret sarf etmeden, bunu da Allah’ın dışındaki herşeyden uzaklaşıp ve herşeyi yalnızca O’nun için yerine getirmeden, O’ndan sakınmanın bilincine varıp, gizliliklerin ve kalplerin özünün O’nun gözetiminde olduğunu duymadan, kesinlikle ulaşamaz. Kendini Allah’a adamak ve O’nun gözetiminde eylemlerde bulunmak, tüm diğer değerlerden soyutlanmak dışında; yeryüzü kaynaklı hiçbir değer yargısı, insan vicdanını, bu zirveye ulaştırıp yükseltmeye güç yetiremez. Yalnızca yukarda bahsettiklerimiz, bu vicdanı, o zirveye ulaştırmaya yeteneklidir.
Yeryüzündeki hiçbir inanç veya sistem, taraftarlarına, kin besledikleri düşmanlarına karşı, “katıksız adalet” ile davranmaya sorumlu tutmamıştır. Yalnızca bu din, müminlere, bu emri Allah için yerine getirmelerini, O’nun gözetiminde amele koyulmalarını ve diğer tüm bakış açılarından uzaklaşmalarını öğütlediğinden onlara, bu sorumluluğu yüklemiştir.
Benimsesin benimsemesin, tüm insanları, adalet gölgesi altında yaşatmayı üstlenmiş ve taraftarlarına -kin ve düşmanlık duydukları insanlara karşı bile bu adaleti, Allah için uygulamayı farz kılmış olan bu din, bu prensipleri sebebiyle tüm insanlığa gönderilen evrensel son dindir.
Bu, güç ve gayret isteyen bir iş olmasına rağmen, bu ümmetin insanlara karşı yerine getirmesi zorunlu bir görevdir.
Bu ümmet, İslâm’a göre yaşadığı günlerde, prensipleri yerine getirmiş ve sorumluluğunu yüklenmiştir. Bu, soyut bir tavsiye ve sırf bir yüce örnek değildir. Aksine, günlük hayatta uygulanan bir realite, insanlığın gerek daha önce ve gerek daha sonra benzerini göremediği bir gerçektir. Bu aydınlık İslâm devirleri dışında, böylesi bir seviyeye ulaşılmamıştır.
Bu konudaki pek çok örnek, tarih sayfalarında yer almaktadır. Bu örnekler şuna tanıklık etmektedir:
Bu ilahî öğütler ve farzlar; bu ümmetin hayatında ve gerçeklik dünyasında rahatlıkla uygulanabilen dolayısıyla bu ümmetin günlük yaşamında somutlaşan bir sisteme dönüşmüştür. O, ne ulaşılmaz hayalî bir örnektir, ne de ferdi bir misaldir. Bu noktada o, insanların ona denk başkaca bir yol bulamadıkları hayat realitesidir.
Bu yüce zirvenin, her yerde ve her dönemde -Modern cahiliyet de dâhil bütün cahiliye türlerine olan üstünlüğü göz önüne alınca; Allah’ın insanlık için ortaya koyduğu sistem ile insanın insan için icad ettiği sistem arasındaki büyük farklılık ortaya çıkıyor. Bu sistemin sonuçları ile o sistemin sonuçları arasında; hem realitede hem de, zihinlerde kat edilemez mesafeyi görüyoruz.[7]
Bozulması mümkün olmayan ADALET
Allah azze ve celle’nin en güzel isimlerinden bir taneside El-Adl ‘dır. Dolayısıyla Hz Muhammed sas bir hadisi şerifte:
“Ebu İdris el-Havlânî, Ebu Zerr (radıyallahu anh)’den anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), aziz ve celil olan Rabbinden naklen anlattığına göre, Rabb Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin… “ buyurmaktadır. Ulema Allah cc için zulüm müstahildir yani mümkün değildir demişlerdir. Allah cc mutlak adaletinin dışında kalan her türlü sistem zulme dayanmaktadır. Temel sebeplerinden bir tanesi Allah cc kainatın mutlak sahibi, hâkimi, idarecisidir. Dolayısıyla haşa tasarrufundan alınıpta Allah azze ve celleninde zulümle onu geri alması gibi bir durum düşünülemez. Hayata standartları olarak bakıldığında insanların birbirlerinden menfaat elde etmeye çalışması hakkını gözetememesi mümkündür, çünkü elde etmeye çalışılan neyse o insalarında ona ihtiyacı vardır. Fakat Allah cc için düşünülemez, durum böyle olunca bizlere inzal etmiş olduğu kitap ve onun gereği olan yaşantı biçimi şeriat’ta da adaletsizliğin olması mümkün değildir. Çünkü vaaz edilen kanun ve kuralların yerine getirilmesi yada getirilmemesi sonucu kulların Allah cc bir menfaati yada zararı sözkonusu dahi değildir.
Nasıl ki kainat nizamı içerisinde sorumlu tutulan her varlık görevini yerine getirdiğinde ki zıddı mümkün değildir, ortaya insanı hayrete sevkeden baktığında heyecanlandıran içine huzur serpen o işaretler çıkıyorsa, İnsanoğluda vaaz edilen şeriat ile hükmolunduğunda gerçek mutluluk ve kalplerin kötülüklerden arınarak, adalete ulaşması umulabilir.
Allah cc Ayeti Kerime de mealen; “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, kesinlikle ikisinin de düzeni bozulurdu. Demek ki, Arş’ın Rabbi Allah, onların nitelemelerinden uzaktır, yücedir.” Buyurmaktadır.
O halde insanoğlunuda mutlak Adaletin tek sahibi Allah idare ettiğinde yerdeki bozulma ifsad gidip yerine adalet ve düzelme gelecektir. İnsanlar bunu anladığında artık hayatlarda doğru kulluk istikrar bulmaya başlamış demektir.
[1] Şamil İ.A.
[2] Müslim, İmâre, 18
[3] Buhârî, Edep, 36
[4] Müslim, Hudûd, 2
[5] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 12/185-189.
[6] Ömer Nasuhi Bilmen tef.Maide-8
[7] Fi Zilali-l Kur’an Maide 8