SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KEHF SURESİ 83. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
83- Ey Muhammed, sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. Onlara de ki; ‘ `Size onun hakkında bazı düşündürücü bilgiler vereceğim. “
Muhammed b. İshak, bu surenin indiriliş sebebine ilişkin olarak unları anlatıyor: “Bize, kırk küsür seneden beri yanımıza gidip gelen Mısırlı bir ihtiyar anlattı, o da İkrime den, o da İbn-i Abbas’tan dinlemiş: Kureyşliler, Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt’ı Medine’ye yahudi hahamlarının yanına göndererek şöyle dediler: “Onlara Muhammed hakkında bazı şeyler sorun, onun niteliklerini ve söylediklerini anlatın. Çünkü yahudiler kendilerine kitap gönderilen ilk toplumdurlar, onlar, peygamberler hakkında bizim bilmediğimiz bilgilere sahiptirler.” Bunun üzerine bu şahıslar çıkıp Medine’ye gittiler. Onlara Peygamber Efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- ilişkin birtakım sorular sordular. Onun durumunu anlatıp bazı sözlerini aktardılar. Ardından şunları söylediler;
Siz Tevrat a bağlı kimselersiniz, bu arkadaşımız hakkında bize fikir verirsiniz diye geldik.” Bunun üzerine hahamlar şöyle dediler. “Size söyleyeceğimiz üç şeyi sorun. Eğer bu konularda size bilgi verirse Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Aksi taktirde yalancı birisidir, artık ona karşı nasıl isterseniz öyle davranın. İlk çağlarda kaybolan gençlerin başına ne geldiğini sorun. Çünkü bu gençlerin hikâyeleri oldukça ilginçtir. Sonra yeryüzünün doğusuna, batısına ulaşan gezgin adamın durumunu anlatmasını isteyin. Bir de O’na ruhun ne olduğunu sorun. Eğer bunlardan size bilgi verirse, O bir peygamberdir, O’na uymalısınız. Yok eğer gerekli bilgiyi veremezse yalan uyduran birisidir. Bu durumda O’na karşı neyi uygun görürseniz onu yapın”… Nadr ve Ukbe Kureyşliler’in yanına dönüp şöyle dediler: “Ey Kureyşliler, sizinle Muhammed arasında başgösteren sorunu çözüme bağlayacak bazı bilgiler getirdik. Yahudi hahamları, O’na bazı meseleleri sormamızı tavsiye ettiler.” Sonra da hahamların dediklerini onlara anlattılar. Bunun üzerine Kureyşliler kalkıp Peygamberimizin yanma gelerek: “Ya Muhammed, bize bilgi ver” diye hahamların dediklerini sordular. Bunun üzerine Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- “Sorduğunuz konular hakkında yarın size açıklamada bulunacağım” dedi. Fakat “inşaallah” demedi. Kureyşliler geri dönüp gittiler. Peygamberimiz onbeş gece beklediği halde yüce Allah bu konuda kendisine vahiy indirmedi. Cebrail de gelmedi. Öyle ki Mekkeliler “Muhammed bize yarın demişti, ama bugün onbeşinci gündür, henüz sorularımıza bir cevap vermiş değildir” diye yaygara kopardılar. Valıyin gecikmesi, Peygamberimizi üzüyor ve Mekkeliler’in söyledikleri, zoruna gidiyordu. Sonra Cebrail -selâm üzerine olsun- yüce Allah katından ona Eshab-ı Kehf suresini getirdi. Bu sure, müşriklerin tutumlarına üzülen Peygamberimize yönelik serzeniş niteliğindeki ayetleri içeriyordu. Ayrıca bu sure, gençler ve gezgin adam hakkında sorulan sorulara ilişkin bilgileri ihtiva ediyordu. Bir de şu ayet inmişti: “Sâna ruh hakkında soru sorarlar. De ki; “Ruh Rabb’imin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir.” (İsra, 85)
Bu bir rivayettir. Özel olarak “Ruh” ayetinin indiriliş sebebine ilişkin İbni Abbas’tan bir başka rivayet nakledilmiştir. Avfi bu rivayetten söz eder. Rivayete göre yahudiler, Peygamber Efendimize şöyle demişler: “Bize ruhtan söz et. Cesetteki ruh nasıl azap görür, halbuki ruh doğrudan doğruya Allah vergisidir.” Bu konuda Peygamberimize herhangi bir vahiy inmedi. Onlara herhangi bir açıklamada da bulunamadı. Daha sonra Cebrail geldi ve ona şu ayeti indirdi: “Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki; “Ruh Rabb’imin tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir.”
Ayetlerin indiriliş sebepleri ile ilgili çeşitli rivayetler vardır. Ancak biz, doğruluğunda kuşkuya yer bulunmayan Kur’an ayetinin sınırları içinde kalmayı tercih ediyoruz. Bu ayetten anlıyoruz ki, Zülkarneyn hakkında bir soru sorulmuş ama kesin olarak kimin sorduğunu bilmiyoruz. Soruyu kimin sorduğunu bilmek, hikâyenin ifade ettiği anlama bir katkıda bulunmayacaktır. Bu yüzden biz hikâyeye herhangi bir eklemede bulunmadan Kur’an ayetini ele alıyoruz.
Ayet, Zülkarneyn’in şahsı, yaşadığı dönemi ve yeri hakkında herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu belirsizlik, Kur’an’da yeralan hikâyelerin değişmez özelliğidir. Çünkü Kur’an’da yeralan hikâyelerin asıl amacı, tarihi tespit değildir. Amaç, hikâyeden yararlı sonuç çıkarmaktır. Çoğu zamanda yer ve zaman tespitine gerek kalmadan hikâyelerden istenen sonuç çıkarılabilir.
Yazılı tarih, İskender-i Zülkarneyn adlı bir kraldan söz eder. Ancak bu kralın Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen Zülkarneyn olmadığı kesin. Çünkü Yunan Kralı İskender putperestti. Oysa Kur’an’da sözü edilen Zülkarneyn Allah’ın birliğine inanan bir mü’mindir, ölümden sonra dirilişe ve ahirete inanan birisidir.
Astronomi bilgini Ebu Reyhan el-Biruni “Geçmiş yüzyıllardan geride kalan izler” adlı eserinde şöyle der: “Kur’an-ı Kerim’de sözü edilen Zülkarneyn, bu isimle anılan bir Himyer kralı idi. Çünkü Himyer kralları, isimlerinin başına “zi” eki bitiştirilerek anılırlardı. “Zinüvas, Ziyezn” gibi. Sözünü ettiğimiz kralın da adı Ebubekir b. İfrikaş idi. Bu kral, orduları ile birlikte Akdeniz sahillerine kadar gitmiş, Tunus ve Merakeş gibi yerlere uğramıştı. Orada İfrikiye şehrini kurmuştu. Daha sonra tüm kıta, bu adı (Afrika) almıştı. Güneşin doğduğu ve battığı yerlere ulaştığı için Zülkarneyn adını almıştı.”
Bu sözler doğru olabilir. Ancak bu sözlerin doğru olup olmadığını kesin şekilde belirleme imkânına sahip değiliz. Çünkü hayatının bir bölümü Kur’an’da anlatılan Zülkarneyn’le ilgili olarak yazılı tarihte bir araştırma yapmak mümkün değildir. Bu hikâyenin durumu, tıpkı Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Nuh, Hud, Salih kavimleri gibi diğer hikâyelerin durumuna benzer. Çünkü insanlığın ömrüne oranla tarih ilminin doğuşu çok yeni bir olaydır. Kuşkusuz yazılı tarihten önce hakkında hiçbir şey bilinmeyen çok olaylar yaşanmıştır. Dolayısıyla bu tür olaylar hakkında, henüz yeni doğmuş olan tarih ilminden açıklama beklenemez.
Şayet Tevrat bozulmuşluktan ve eklemelerden kurtulabilmiş olsaydı, bu tür olaylar hakkında güvenilir bir kaynak olacaktı. Ne var ki Tevrat; efsane olduğundan şüphe götürmeyen yığınla hurafeyle doludur. Allah tarafından vahyedilmiş olan asıl Tevrat’a eklendiklerinden kuşku duyulmayan birçok rivayet yeralmaktadır. Şu halde Tevrat içindeki tarihi hikâyeler, güvenilir bir kaynak kabul edilemez.
Bu durumda, bozulma ve değiştirilmeden korunmuş bulunan Kur’an’dan başka kaynak kalmıyor. İçindeki tarihi hikâyelerin tek kaynağı odur.
İki açık nedenden dolayı Kur’an’da yeralan hikâyeleri tarih ilmine göre değerlendirmeye tabi tutmanın doğru olmayacağı kesindir.
Birincisi, tarih ilmi yeni doğmuştur. Tarih ilmi doğmadan önce insanlık tarihinde, hakkında herhangi bir şey bilinmeyen sayısız olaylar yaşanmıştır. Kur’an-ı Kerim’de tarihte izine rastlanmayan bu tür olayları zaman zaman anlatır.
İkincisi; tarih -bu olayların bazısını kapsamına alsa bile- her yönüyle yetersiz bir varlık olan insanoğlunun ürünüdür. Bu yüzden insanın ortaya koyduğu her üründe kendini gösteren eksiklik, yanlışlık ve tahrif ona da yansıyacaktır. İletişim araçlarının ve araştırma yöntemlerinin bunca gelişme kaydettiği günümüzde bile bir tek haber ya da olayın değişik şekillerde anlatıldığına tanık olabiliyoruz. Bu bir tek haber ya da olaya farklı açılardan bakıldığını, hakkında birbiriyle çelişen yorumlar yapıldığını görebiliyoruz. İşte tarih dediğimiz ilim bu dedikodulardan, birbiriyle uyuşmayan çelişkili bilgilerden meydana gelmiştir. Bundan sonra incelemeye ve ayıklamaya tabi tutulduğu söylense de. Kur’an-ı Kerim’de yeralan hikâyeler hakkında tarih ilminin görüşüne baş vurmaktan sözetmek, Kur’anın her konuda gerçek ve kesin hükmü belirlediğini vurgulayan inanç sisteminden önce, insanların kabul ettikleri bilimsel kurallara da ters düşmektedir. Dolayısıyla Kur’ana inanan aynı şekilde bilimsel araştırma yöntemlerine inanan birisi böyle saçma bir söz söyleyemez.
Bazıları Zülkarneyn hakkında Peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- soru sormuş, yüce Allah da Zülkarneyn’in hayatının burada anlatılan kısmın vahyetmişti. Zülkarneyn’in hayatını ele alan Kur’an dışında bir başka kaynak da yok elimizde. Bu yüzden bir bilgiye dayanarak hikâyeyi daha geniş boyutlarda ele alma imkânından yoksunuz. Tefsirlerde bu hikâyeye ilişkin çeşitli söylentiler vardır. Ancak biz bu söylentilere kesinlikle güvenemiyoruz. İçindeki israiliyat ve hurafelerden dolayı bu söylentilerden uzak durulmasının gerekliliğine inanıyoruz.
Kur’anın akışında, Zülkarneyn’in çıktığı üç yolculuktan söz ediliyor: Birincisi; yeryüzünün batısına, ikincisi; doğusuna, üçüncüsü de; iki set arasındaki bölgeye yapılmıştır. Şu halde ayetlerin akışı içinde bu üç yolculukta olup bitenleri izleyelim.
Zülkarneyn hikâyesi önce onunla ilgili bir açıklama ile başlıyor.