SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HAC SURESİ 26. VE 29. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
26- Hani İbrahim’e Beytullah’ın yerini gösterdik ve kendisine şöyle dedik; “Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve bu evimi tavaf edenler, ayakta dikilenler, rükua ve secdeye varanlar için temiz tut. “
27- İnsanlara haccı ilân et. Gerek yaya olarak ve gerekse uzak yolları aşarak yorgun develer üzerinde sana gelsinler.
28- Gelsinler de çeşitli yararlarını gözleri ile görsünler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Bu hayvanların etinden hem kendiniz yiyiniz, hem de sıkıntı içinde bulunan yoksullara yediriniz.
29- Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve bu tarihi evi (Kâ’be’yi) tavaf etsinler.
Şu halde bu ev ilk andan itibaren tevhid için kurulmuştur. Yüce Allah yerini Hz. İbrahim’e -selâm üzerine olsun- göstermiş, mülkiyetini üzerine almış ve bu temele dayalı olarak kurmasını emretmiştir.
“Bana hiçbir şeyi ortak koşma.”
Çünkü burası Allah’ın evidir, başkasının değil… Ayrıca hacılar ve orada namaz kılanlar için temizlenmesini emretmiştir:
“Tavaf edenler, ayakta dikilenler, ve secdeye varanlar için temiz tut.”
Bu ev onlar için kurulmuştur çünkü. Allah’a ortak koşanlar, O’ndan başkasına kulluk ederek yönelenler için değil.
Sonra kendisine gösterilen temel üzerine evin kuruluşunu tamamladıktan sonra yüce Allah evin kurucusu İbrahim’e, insanları hacca, Allah’ın dokunulmaz evini ziyaret etmeye çağırmasını emrediyor. İnsanların O’nun bu çağrısına olumlu karşılık vereceklerini, her taraftan eve akın edeceklerini, kimisinin yaya kimisinin de binek sırtında uzak yoldan çağrısına koşacağını vadetmişti.
“İnsanlara haccı ilan et. Gerek yaya olarak ve gerekse uzak yolları aşacak yorgun develer üzerinde sana gelsinler.”
Kuşkusuz yüce Allah’ın vaadi Hz. İbrahim’in yaşadığı günlerde gerçekleşmişti. Bugün de yarın da böyle olacaktır. İnsanlar gruplar halinde bu dokunulmaz eve yönelecekler, onun çevresinde dönmeye koşacaklar. Zengin olan, binek bulabilen, ona, binerek gelir. Değişik araçlara binip oraya koşarlar. Fakirler, yoksullar da, ayaklarıyla gelirler. Binlerce yıldan beri Hz. İbrahim’in -selâm üzerine olsun- insanlara duyurduğu Allah’ın davetine koşmak üzere binlerce insan uzak yerlerden akın ederler buralara.
Bu noktada surenin akışı hac esnasında uygulanan bazı işaretlere ve bu işaretlerle gözetlenen hedefe değiniyor.
“Gelsinler de çeşitli yararlarını gözleri ile görsünler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Bu hayvanların etinden hem kendiniz yiyiniz hem de sıkıntı içinde bulunan yoksullara yediriniz.”
“Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler ve bu tarihi evi (Kâ’be’yi) tavaf etsinler.”
Hacıların gördüğü birçok yararlı şeyler vardır. Bir kere hac bir mevsim, bir kongredir. Hac bir ticaret ve ibadet mevsimidir. Toplanma ve tanışma kongresidir. Dünya ve ahiretin buluştuğu, aynı şekilde inanca ilişkin uzak-yakın anıların buluştuğu bir farzdır. Ticaret ve pazar esnafı hac döneminde oldukça hareketli, bol sürümlü bir mevsim yaşarlar. Çünkü bu dönemde bu dokunulmaz evin çevresine, dünyanın dört bir yanından, birçok ürün gelir. Her taraftan, her kafileden akın eden hacılar, değişik mevsimlerin yaşandığı farklı ülkelerden birçok ürünler sunarlar. Ama bu farklı mevsimlerde yetişen ürünler bir mevsimde bu kutsal evin çevresinde toplanır. Bu haliyle hac bir ticaret mevsimi, ‘ürünlerin sergilendiği bir panayırdır. Her sene kurulan uluslararası bir pazardır.
Bir ibadet mevsimidir hac. Orada ruhlar arınır. Allah’ın dokunulmaz evinin çevresinde Allah’a yakınlığı hisseder. Parlak ve güzel hayaller gibi canlanan hatıralar bu evin çevresinde uçuşur, mü’minler kendinden geçer, huzura kavuşurlar.
Önce, ciğerparesi İsmail’i ve annesini bu evin yanına bırakıp ürperen, sızlayan kalbi ile Rabb’ine yönelen Allah’ın dostu İbrahim’i -selâm üzerine olsun canlandırır hayalinde.
“Ey Rabb’imiz, ben ailemin bir bölümünü senin dokunulmaz evinin, (Kâ’be’nin) yanı başındaki bitkisiz, kıraç bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabb’imiz, bunu namazı kılsınlar diye böyle yaptım. Buna göre insanlardan bir bölümünün gönüllerinde onlara karşı özlem uyandır ve onlara rızık olarak çeşitli meyvalar bağışla, umulur ki, sana şükrederler. (İbrahim Suresi, 37)
Hacer canlanır bu sefer hayalinde… Hem kendisi hem de süt emen yavrusu için bu kavurucu sıcağın altında bu evin çevresinde su aramaya çıkıyor. Susuzluktan bitkin düşmüş bir halde safa ile merve arasında koşup duruyor. Dayanacak halı kalmamış ama yavrusunun çaresizliği karşısında yerinde duramıyor yine su aramaya koşuyor. Yedinci turun sonunda artık bütün ümidi kırılmıştır. Ama bir de bakıyor ki, çaresiz yavrucağın ayaklarının altından su fışkırıyor… Zemzem… Ümitsizlik ve kuraklık çölünde rahmet kaynağı…
Yine İbrahim’in -selâm üzerine olsun- hayalı canlanıyor… Bir rüya görmüş İbrahim. Ciğerparesini kurban etmekte tereddüt etmiyor. İşte bu mü’mince itaat tavrı ile o erişilmez ufka yükseliyor:
“İbrahim ona, `Yavrum, dedi, ben uykuda görüyorum ki, seni kesiyorum; düşün, bak ne dersin”?
Hz. İsmail, memnuniyetle ve uysallıkla karşılar babasını:
“Babacığım, sana emredileni yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın dedi.”
Birden bu evlat kurbanı meselesinde yüce Allah’ın rahmeti beliriyor:
“Biz ona `İbrahim’ diye seslendik. `Sen rüyayı doğruladın, işte biz güzel davrananları böyle mükafatlandırırız. Gerçekten bu apaçık bir imtihandı. Ve fidye olarak ona büyük bir kurban verdik.” (Saffat Suresi, 102-107)
Bu sefer Hz. İbrahim ve İsmail’in -selâm üzerlerine olsun- hayalleri birlikte canlanıyor. Birlikte evin temellerini yükseltiyorlar. Allah’a yönelik bir yakarış ve’ bir ürperti içindedirler.
“Ey Rabb’imiz, ikimizi de sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olan bir ümmet çıkar, bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabul buyur. Hiç şüphesiz sen tövbeleri kabul edensin ve çok merhametlisin.” (Bakara Suresi, 128)
Bu hayaller ve anılar bu şekilde peşpeşe sıralanıp gidiyor. Sonra Abdülmuttalib’in hayalı canlanıyor… Şayet Allah kendisine on tane erkek çocuk bağışlayacak olursa onuncusunu kurban etmeye söz verir. Bu onuncu çocuk Abdullah’tır. Abdülmuttalip verdiği söze bağlı bir insandır. Kavmi de ona oğlu yerine fidye olarak bir hayvanı kurban etmesini önerir. Abdülmuttalip Kâ’be’nin çevresinde kura çekiyor, her seferinde kura Abdullah’a çıkıyor, fidye artıyor. Ta ki, onuncu çekilişte fidye sayısı yüz deveye ulaşana kadar. Bu öteden beri uygulanan diyetin miktarıdır. Böylece fidyesi kabul olunur, develer kurban edilir. Abdullah kurtulur. Yeryüzünde yüce Allah’ın en üstün kulu, Allah’ın peygamberi Muhammed’i -selâm üzerine olsun- Amine’nin rahmine bırakmak için kurtulur, sonra ölür. Sanki yüce Allah onu sırf bu biricik, onurlu ve büyük amacı gerçekleştirsin diye kurban edilmekten kurtarmıştır.
Sonra hayaller ve anılar peşpeşe sıralanıp gidiyor. Allah’ın peygamberi Muhammed -salât ve selâm üzerine olsun- çocukluğunu, gençliğini, bu yerde, bu evin çevresinde geçiyor. Mübarek elleriyle karataşı (Hacarülesved) yerine koyuyor. Böylece kabileler arasında çıkmak üzere olan büyük bir fitneyi önlüyor. Namaz kılması… Kâ’be’nin çevresinde dönmesi… İnsanlara hitap etmesi… İbadet için bir köşeye çekilmesi canlanıyor. Zihinde canlıymış gibi adım atması, Hz. Peygamberin vicdanda olduğu gibi somutlaşması anılar dönemine dalmış hacıyı alıp engin ufuklara yükseltiyor. Onun saygıdeğer arkadaşlarının adımları, hayalleri bu yerlerde, bu evin çevresinde uçuşup duruyor. Kulaklar işitecek gibi oluyor seslerini. Nerdeyse gözle görülecekler.
Bunların. yanısıra hac, dünyanın dört bir yanından gelen müslümanların katıldığı bir kongredir. Ataları İbrahim’in döneminden bu yana zamanın derinliklerine kök salmış asıllarını bulurlar bu kongrede.
“Allah sizi gerek daha önceki kutsal kitaplarda, gerekse elinizdeki Kur’anda `müslüman’ olarak adlandırdı. (Hac Suresi, 78)
Orada topluca bağlandıkları ekseni bulurlar. Hep birlikte yöneldikleri, topluca buluştukları şu kıbledir eksenleri… Altında toplandıkları sancaklarını bulurlar. Tek ve değişmez inanç sancağıdır bu. Irk, renk ve ülke farklılıkları bu sancağın altında kaybolur gider. Bir zaman için farkında olmadıkları gerçek güçlerini bulurlar. Milyonların kenetlenmesinden, birleşmesinden kaynaşmasından doğan güçtür bu. Şayet bu milyonlar tek ve değişmez sancağın inanç ve tevhid sancağının altında toplanacak olurlarsa hiçbir kuvvet karşılarına dikilemez.
Hac, bir tanışma, danışma, hareket çizgilerini uyuşturma, güçleri birleştirme, mal, bilgi ve deneyim alışverişinde bulunma kongresidir. Bu kongrede, Allah’ın gölgesi altında, onun evinin yakınında, uzak-yakın itaatlerin, eski-yeni anıların gölgesinde, en uygun yerde, en uygun atmosferde ve en uygun zamanda o günkü birlik ve beraberlik halindeki İslâm aleminin toplumsal hayatı için birtakım düzenlemeler yapılır.
Yüce Allah “Gelsinler de çeşitli yararlarını gözleri ile görsünler” buyuruyor. Buna göre her kuşak kendi şartları, ihtiyaçları, deneyimleri ve hayatın zorlukları doğrultusunda yarar sağlar. Bunlar yüce Allah’ın müslümanlara haccı farz kıldığı ve Hz. İbrahim’e -selâm üzerine olsun- insanları bu evi ziyaret etmeye çağırmasını emrettiği gün irade ettiği bazı hususlardır.
Surenin akışı hacda yapılan bazı özel ibadetlere, şiarlara ve bunlarla gözetilen hedeflere işaret ederek sürüyor.
“Ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar.”
Bununla bayram ve teşrik günleri kesilen kurbanlar kastediliyor. Kur’an-ı Kerim kurban kesilirken Allah’ın isminin anılmasını öncelikle vurguluyor. Çünkü hava ibadet havasıdır, kurbandan maksat Allah’a yakınlaşmadır. Bu yüzden kurban kesme olayında Allah’ın adının anılması daha bir belirginleştiriliyor. Sanki, kurban kesmenin asıl hedefi budur, kurbanın kendisi hedef değildir, denmek isteniyor.
Kurban İsmail’in -selâm üzerine olsun- fidye ile kurtuluşunun anısıdır. Kurban Allah’ın ayetlerinden birinin Allah’ın kulları İbrahim’le İsmail’in Allah’a yönelik itaatlerinden birinin anısıdır. Bunun ötesinde bir sadakadır fakirleri doyurmak suretiyle Allah’a yakınlaşma aracıdır. Ayette işaret edilen hayvanlar ise deve, sığır, koyun ve keçidir.
“Bu hayvanların etinden hem kendiniz yiyin, hem de sıkıntı içinde bulunan yoksullara yediriniz.”
Kurban bayramında kesilen kurbandan yenmesine ilişkin emir, bu etten yemenin serbestliğine işaret etmek ya da yemeye teşvik etmek amacına yöneliktir. Ama fakiri doyurmaya ilişkin emir, bu eylemin bir zorunluluk olduğunu göstermektedir. Belki de kurban sahibinin de kestiğini yemesinden maksat, bu etin temiz ve güzel olduğunu fakirlere göstermektir.
Kurban kesmekle birlikte ihramda bulunma süresi sona eriyor. Artık hacı saçını kesebilir ya da kısaltabilir. Koltuk altlarını tıraş edebilir. Tırnaklarını kesebilir, banyo yapabilir. Ama bunlar ihramlıyken yasaktır. Ayet buna şu şekilde değinmektedir:
“Sonra kirlerini giderip temizlensinler, adaklarını yerine getirsinler.” Buradaki adak, haccın zorunluluklarından, biri olan kurbandan ayrı olarak adanan hayvanlardır.
“Ve bu tarihi evi (Kâ’be’yi) tavaf etsinler.
Bununla kastedilen Arafat dönüşü yapılan tavaftır. Ve bu hac ibadetinin son şiarıdır. Ama veda tavafından ayrıdır.
Ayette geçen “Beytulatik” bu dokunulmaz mescittir; Kâ’be’dir. Allah onu korumuştur ve hiçbir zorba onu yıkamayacaktır. İbrahim peygamberin -selâm üzerine olsun- döneminden beri hep ayaktadır, bundan böyle de ayakta bayındır kalacaktır.
İşte, dokunulmaz evin, kutsal Kâ’be’nin kuruluş hikâyesi.. Ve işte bu evin dayandığı temel… Yüce Allah bu evi tevhid temeline dayalı olarak kurmasını ve şirkten arındırmasını emretmiştir dostu İbrahim’e. İnsanları Allah’ın adını anmak -düzmece tanrıların adını değil- onun rızık olarak bahşettiği çeşitli hayvanlardan dolayı şükretmek için bu evi ziyaret etmeye çağırmasını emretmiştir. İnsanlar gelsinler Allah’ın rızık olarak bahşettiği hayvanlardan yesinler, Allah adına -başkasının adına değil- fakirleri doyursunlar diye. Burası dokunulmaz evdir. Allah’ın koyduğu dokunulmaz prensiplerdendir. Bunun yanında kanın dokunulmazlığı, antlaşma ve sözleşmelerin saygınlığı barış ve güvenliğin korunması da gözetilmesi gereken hususlardır.