EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FUSSİLET SURESİ 31. VE 35. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
31- “Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.”
32- “Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah) tan bir ağırlanma olarak.”
33- Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?(36)
34- İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.(37)
35- Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz.(38) Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.(39)
AÇIKLAMA
36. Mü’minlere cesaret verildikten ve cennet müjdelendikten sonra İslâm üzerinde sebat göstermeleri için teşvik ve tavsiyede de bulunulmuştur.
Onlara bir önceki ayette, İslâm’ı kabul ettikten sonra sebat göstermenin başlı başına salih bir amel olduğu ve bu yüzden meleklerin dostluğuna ve cennete hak kazandıkları bildirilmişti. Burada ise, bundan daha üst bir derece olduğu buyuruluyor. O derece, salih amel işleyen bir kimsenin, başkalarına tebliğ yapması, şiddetli tehlikeler karşısında bile, müslüman olduğunu açıklamaktan çekinmemesi ve musibetlerin gelip gelmediğine bakmadan, İslâm üzerine sebat göstermesidir.
Bu ilahi tavsiyeyi yeterince kavrayabilmek için, ayetin nazil olduğu zamanı gözönüne getirmek gerekir. O dönemlerde bir şahıs müslüman olduğunu ilan ettiğinde, adeta kendisini her an parçalayabilecek vahşi hayvanlarla dolu bir ormanda gibi hissediyordu. Hele bu şahıs daha da ileri giderek İslâm’ı tebliğ etmeye kalkıştığı takdirde “Gelin vahşiliğinizi ispat edin” dercesine bu hayvanlara davetiye çıkarmış olurdu. İşte böyle bir durum muvacehesinde, “Bir kimsenin bu şartlar altında İslâm’ı kabul etmesinin ve sebat göstermesinin salih amel olduğu” buyuruldu. Ayrıca bir şahıs, müslüman olduğunu ilan ettikten sonra, başkalarını da İslâm’a çağırır, Allah’a tevekkül ve ibadet eder ve başkaları, yaşadığı hayat hakkında birşey söylemesin, dolayısıyla da İslâm’a bir leke gelmesin diye amellerine titizlikle önem verirse, bu, o müslümanın vardığı en üst derecedir.
37. Bu ayeti anlayabilmek için, Mekke’deki o atmosferi iyice tasavvur etmek gerekir. Allah, elçisine ve onun vasıtasıyla mü’minlere sözkonusu tavsiyeleri yaptığında mevcut durum şu şekilde idi: İslâm düşmanları, Hz. Peygamber’e (s.a) ve müslümanlara karşı her türlü şiddete başvuruyor ve insanî, ahlâkî ve vicdanî tüm kural ve sınırları bir yana iterek zulmediyorlardı. Ayrıca Hz. Peygamber’i (s.a) ve müslümanları mağlup edebilmek için, her türlü yalan, iftira ve hileyi kullanıyorlardı. Bir ordu gibi çullanarak, müslümanların kalblerinde şüphe meydana getirmek için her yola başvuruyor ve onlara türlü eziyetleri reva görüyorlardı. Sırf çaresiz kaldıkları için müslüman bir grup teşekkül ettirmişlerdi. Tebliğ etmenin tüm yollarının kapandığı böylesine zor ve müşkil bir durumda Allah, elçisine çözüm olarak şu tavsiyelerde bulunmuştur.
a) “İyilik ve kötülük bir olmaz.” Yani kötülük şimdi size çok güçlü gözüküyor ve sizler de kendinizi çok zayıf hissediyorsunuz fakat, kötülüğün tabiatı icabı zayıf ve çökmeye mahkum olduğunu bilmelisiniz. Çünkü insan, fıtratı icabı, kötülüğü sevmez ve ondan nefret eder. Kötülüğe sadece hizmet edenler değil, bayraktarlığını yapanlar bile, haksız olduklarını ve sizlere zulmettiklerini bilmektedirler ama inatlarından ve çıkarları söz konusu olduğundan, sizlere karşı ısrarla direnmektedirler.
Bu davranışları, onları sadece başkalarının gözlerinde değil, bizzat kendi gözlerinde dahi küçültmektedir. Ayrıca onların kalbinde, “İslâm zayıf ve güçsüz olmasına rağmen yayılmaya devam ediyor ve bir gün mutlaka galip gelecektir” şeklinde sürekli bir korku vardır. Gerçekten de iyilik ve doğruluk, “kalpleri fetheden” kendi başına bir güçtür. İyilik ve kötülük açık bir surette savaşa giriştiğinde ve her ikisi de tüm yanlarıyla ortaya çıktığında, ancak çok az insan iyiliği takdir etmeyerek, kötülükten nefret etmez.
b) “Kötülüğe iyilikle, hatta daha fazlasıyla cevap verin” Yani size kötülük yapan bir kimseyi affetmeniz bir iyiliktir. Fakat size kötülük yapan bir kimseye, karşılık verme imkanı bulmanıza rağmen, iyilik yapmanız ise, bir ihsandır.
Bu davranışınızın sonucunda, size en aşırı kötülüğü yapan kimseler bile sizinle dost oluverirler. Çünkü bu, insanın fıtratında vardır. Size söven birine cevap vermediğinizde iyilik yapmış olursunuz ama dua ederseniz şayet, en kötü insan dahi utanır ve ağzını kapatır. Size zarar vermek isteyen birine karşı sabırlı davranırsanız, o daha da cesaret alarak küstahlağını artıracaktır. Ama o şahıs bir tehlike ile karşı karşıya kaldığında, onu kurtarırsanız, muhakkak surette sizin esiriniz olur. Çünkü hiçbir kötülük, iyiliğin karşısında tutunamaz. Ancak bu davranışınızdan dolayı, herkes sizin can dostunuz olacak diye genel bir kaide de yoktur. Çünkü dünyada öyle habis insanlar vardır ki siz ne kadar iyilik yaparsanız yapın, bir akrep gibi sizi sokmaktan vazgeçmezler. Lakin bu tür habis insanlar istisna olarak kabul edilmelidir.
38. Gerçi bu şekilde davranmak çok tehlikelidir ve tatbik etmek de o derece güçtür. Dolayısıyla insanın küçük bir azme, sınırsız bir sabra ve nefsi üzerinde güçlü bir hakimiyete sahip olması gerekir. Geçici olmak kaydıyla bir kimse kötülüğe karşı iyilikle cevap verir ama hiçbir ahlâkî sınır tanımayan hile ve desiseden çekinmeyen, aynı zamanda iktidar sarhoşluğu içinde olan kötülüğe karşı, yıllarca iyilikle cevap vermesi ve sabırlı davranması mümkün değildir. Bu işi ancak hakkın muzaffer olması uğruna soğukkanlı davranan, nefsini kesin bir hakimiyetle akıl ve şuurunun altına almış ve içinde hiçbir kötülüğün nüfuz edemeyeceği derecede iyiliğin kök saldığı bir ruha sahip olan kişi başarabilir.
39. Böylesine önemli özellikleri, ancak yüksek meziyetlere haiz olan insanların taşıması fıtratın bir kanunudur. Bu özelliklere haiz olan kimseleri, hiçbir şey hedefine ulaşmaktan alıkoyamaz. Düşük seviyeli ve hilekar insanların, onları yenilgiye uğratabilmeleri mümkün değildir.