EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA DUHAN SURESİ GİRİŞ
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
044 – DUHÂN SURESİ
GİRİŞ
Adı: Sure, adını 10. ayette geçen “Duhan” kelimesinden almıştır.
Nüzul Zamanı: Bu surenin nüzul zamanıyla ilgili herhangi bir rivayet olmamasına rağmen muhtevasından surenin, Zuhruf ve ondan önceki birkaç surenin nazil olduğu dönemlerde, ancak onlardan sonra indiği anlaşılmaktadır. Tarihsel arka planı şudur: Mekke’de kafirlerin muhalefeti oldukça şiddetlenmişti ve her geçen gün de artmaktaydı. Bu sıralarda Rasulullah (s.a) şöyle duada bulundu: “Ya Rabbi! Yusuf’a kıtlık göndermek suretiyle nasıl yardım ettiysen, aynı şekilde Arabistan’a da kıtlık göndererek bana yardım et.” Böyle dua etmekle Hz. Peygamber (s.a) kıtlık gelince kafirlerin Allah’ı hatırlayacaklarını ve kalplerinin yumuşayıp nasihata kulak vereceklerini ummuştu. Sonuçta Allah, elçisinin duasını kabul etti ve bölgede şiddetli bir kıtlık hüküm sürmeye başladı. Bunun üzerine Kureyş’in bazı ileri gelenleri (İbn Mesud’un rivayetine göre Ebu Süfyan) , Hz. Peygamber’e (s.a) gelip, “Kavmine merhamet et ve Allah’a bizim için yalvar” diye rica ettiler. İşte bu sure tam o dönemlerde nazil olmuştur.
Konu: Sure, Mekke’deki kafirlere bir uyarı ve açıklama niteliğinde birkaç hususla başlamaktadır:
1) “Sizlerin, bu kitabı Muhammed uydurdu” şeklindeki düşünceleriniz yanlıştır. Kur’an’ın bizzat kendisi, “Bu kitabın beşer sözü olmadığına, bizzat Allah gibi yüce bir zat tarafından nazil olduğuna şehadet etmektedir.”
2) “Sizler bu Kitab’ın değerini takdir edemiyor ve onun kendiniz için bir musibet olduğunu zannediyorsunuz. Oysa, Allah’ın elçisini göndererek, O’na yüce bir Kitab indirmesinin sizler için çok mübarek bir hadise olduğu apaçık bir gerçektir.”
3) “Şayet sizler, bu yüce peygamberi ve mübarek Kitab’ı yenilgiye uğratacağınızı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Elçimizi ve mübarek Kitab’ı göndermeye karar verdiğimiz o an, mübarek bir andır. Dolayısıyla Allah’ın kararı kesindir ve hiç kimsenin O’nun kararını değiştirmeye gücü yetmez. Ayrıca O’nun kararlarında bir eksiklik veya yanlışlık ihtimali sözkonusu bile değildir. O, kainatın efendisidir. Herşeyi duyan, bilen ve hikmet sahibidir. Binaenaleyh, O’na karşı çıkmak kolay bir iş değildir.”
4) “Sizlerin de bildiği ve kabul ettiği gibi, yerin, göğün ve kainatın içindeki herşeyin mülkü Allah’ın elindedir. Can veren ve alan O’dur. Fakat sizler tüm bu gerçekleri bilmenize rağmen, Allah’tan başka tanrılara kullukta ısrar ediyorsunuz. Ancak, atalarınızın da o tanrılara tapmış olmasından başka elinizde bir delil bulunmamaktadır. Oysa, şuurlu bir şekilde Allah’ın herşeyi yarattığına ve canı verenin de alanın da O olduğuna inanan bir kimse, Allah’tan başka ma’bud olmayacağını kabul eder. Atalarınız dalâlet içinde yaşadı diye sizlerin de onları taklit ederek dalâlet içinde yaşamanız gerekmez. Sizleri yaratan Allah, onları da yarattı. Onlar da bir tek ilaha kulluk etmeliydi, sizler de bir tek ilaha kulluk etmelisiniz.”
5) “Allah’ın “Rab” ve “Rahim” olmasının anlamı, O’nun sadece sizi rızıklarla beslemesi demek değildir. O, bunların yanısıra, hidayeti vasıtasıyla doğru yolu bulabilmeniz için, sizlere elçisini göndermiş ve bu kitabı indirmiştir.”
Böyle bir girişten sonra Arabistan’daki yaygın kıtlık olayı ele alınmıştır. Yukarıda da açıklandığı gibi, bu kıtlık Rasulullah’ın (s.a) duası sonucunda vuku bulmuştur. Rasulullah, kıtlığın tesiriyle Kureyşlilerin kibirinin azalacağını ve Allah’ın gönderdiği mesaja kulak vereceklerini düşünüyordu. Nitekim birçok Kureyşli, Allah’a “Eğer bizi bu musibetten kurtaracak olursan, sana halis olarak kulluk edeceğiz” diye yalvarmaya başlamışlardı. Bunun üzerine Allah, Peygamberine “Bunların ders alacağını sanma. Onlar sana karşı geldiler. Senin ahlâkından, hayat içerisindeki her davranışından hak peygamber olduğunun anlaşılmasına rağmen, onlar yine de sana inanmadılar. Dolayısıyla bu kıtlıktan bir ders almayacakları da bellidir.” diye nasihat etmiştir.
Diğer yandan kafirlere hitaben de “Sizler yalan söylüyorsunuz. Biz sizin üzerinizden bu musibeti defetsek bile, sizler yine bundan ders almazsınız. Aslında sizler daha büyük bir musibet istiyorsunuz.” denilmiştir.
Aynı konu işlenmeye devam edilerek, Firavun ve kavminden bahsedilmiş ve şöyle denmiştir: “Biz, Firavun ve kavmini de tıpkı Kureyş’i ve ileri gelenlerini imtihan ettiğimiz gibi imtihan etmiş ve onlara şerefli bir elçi göndermiştik. Ancak onlar, o elçinin apaçık mucizelerini gördükleri halde, hak peygamberi yalanlamışlar ve inatlarında ısrar ederek onu öldürmeye bile kalkışmışlardı. Oysa onun, Allah’ın bir elçisi olduğunu biliyorlardı. Biz de onları, sonradan geleceklere ibret olacak bir azab ile yakaladık.
Daha sonra Mekkeli müşriklerin inkar ettikleri ahiret konusuna değinilmiştir. Çünkü onlar, “Ölümden sonra diriltilmiş herhangi bir kimse görmedik, şayet doğru söylüyorsan bizim ölmüş atalarımızı bir dirilt bakalım” diyorlardı. Ahiret ile ilgili olmak üzere iki delil öne sürülmüştür:
1) Ahiret akidesini inkar etmek, beraberinde her zaman ahlâkî bir çöküntüyü de getirmiştir.
2) Bu kainata dikkatlice bakıldığında, kainatın bir oyun ve onu yaratanın da eğlence arayan biri olmadığı açıkça görülecektir. Bu, hikmet üzere kurulmuş bir nizamdır, onu yaratan ve sahibi olan Allah hikmet sahibidir. O, anlamsız hiçbir şey yaratmaz. Kafirlerin “Eğer hak peygambersen ve ölümden sonra diriliş mümkün ise, bizim ölmüş atalarımızı dirilterek bu iddianı ispatla” şeklindeki sorularına gelince, bu soruya da şöyle cevap verilmiştir: “Bu, hiçkimsenin keyfine göre yapılmaz. Bunun için belli bir vakit tayin edilmiştir. O vakit geldiğinde tüm insanlar diriltilecek ve Allah’ın huzuruna getirilerek hesaba çekileceklerdir. O vakti bir düşünün. Şayet kurtulmak istiyorsanız, davranışlarınızı ona göre ayarlayın. O gün hiç kimse kendi gücüyle kurtulmayacağı gibi, kimsenin de birbaşkasını kurtarma gücü yoktur.”
Kıyamet gününde kurulacak olan mahkemeden bahsedilerek, suçluların feci akibeti ve salih amel işleyenlerin görecekleri mükafat hakkında açıklamalar yapılmıştır. Ve en sonunda da “Bu Kur’an, sizlerin kendi dilinde ve anlaşılır bir uslupla nazil olmuştur. Fakat sizler yine de anlamamakta diretiyorsanız, o takdirde başınıza gelecek olan akibeti bekleyin. Nitekim peygamberler de beklemektedir. Vakti gelince hep birlikte olacakları görürsünüz.” denilerek sureye son verilmiştir.