EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA AHKAF SURESİ 8. VE 10. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
8- Yoksa: “Kendisi onu uydurdu” mu diyorlar?(9) De ki: “Eğer onu ben uydurdumsa, bu durumda siz, Allah’tan bana (gelecek) olan hiç bir şeye (karşı) malik olamazsınız. Sizin kendisi (Kur’an) hakkında, ne taşkınlıklar yapmakta olduğunuzu O daha iyi bilendir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O yeter. (10) O, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.”(11)
9- De ki: “Ben peygamberlerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uymaktayım ve ben, apaçık bir uyarıcı-korkutucudan başkası değilim.”(12)
10- De ki: “Gördünüz mü-haber verin; eğer (bu Kur’an,) Allah katından ise, siz de ona (karşı) küfretmişseniz(13) ve İsrailoğullarından bir şahid de bunun bir benzerine şahidlik edip iman etmişse ve siz de büyüklük taslamışsanız (bunun sonucu ne olacak) ?(14) Şüphesiz Allah, zalim olan bir kavmi hidayete erdirmez.”
AÇIKLAMA
9. Bu şekilde sorarak beyan etmede şiddetli bir hayret ifadesi vardır. Yani, bunlar o kadar hayasızdırlar ki, Allah Rasulü’nü, Kur’an’ı uydurmakla itham edebilmekteler. Halbuki çok iyi biliyorlar ki, bu onun tasnif ettiği bir kelam değildir.
Onların “sihirdir” demeleri ise bu kitabın sıradan, alalede bir kelam olmadığının ve bunu bir insanın tasnif edemeyeceğinin, bir insan için böyle bir kelamı meydana getirebilmenin mümkün olamayacağının kendi ağızlarıyla itirafıdır.
10. Çünkü onların bu ithamı asılsızdır ve tamamıyla bir inat mahsulüdür. Bu yüzden bir delil ileri sürmeye ihtiyaç duyulmamıştır. Sadece “Gerçekten eğer sizin dediğiniz gibi bu kelamı ben tasnif etmişsem bu, Allah’a en büyük iftiradır. O zaman Allah’ın cezasından beni siz mi kurtaracaksınız? Ve eğer sizin bana yalan iftirada bulunarak reddettiğiniz bu kelam Allah’ın kelamı ise o zaman Allah size ne yapacaktır, göreceksiniz” demekle yetinilmiştir. Allah’tan hiç bir şey gizli kalmaz. Doğru kimdir? Yalancı kimdir? Bunlar hakkında en iyi kararı verecek O’dur. Eğer bir şey hususunda bütün dünya yalan dese ama, Allah’ın indinde o şey doğruysa son karar Allah’ın ilmine göre verilir. Eğer bütün dünya bir şeyi doğrulasa da Allah’ın indinde o şey yalan ise o zaman Allah’ın indinde son karar yine yalan olarak verilecektir. Onun için saçma sapan şeyler konuşmak yerine kendi ahiretinizi düşünün.
11. Bu cümlenin iki manası vardır. Birincisi, sizin hâlâ bu dünyada yaşıyor olmanız Allah’ın bir lütfudur. Eğer Allah’ın rahmeti ve lütfu olmasaydı, O’na karşı yaptığınız iftiralar sizi hemen yok ederdi. İkinci bir nefesi almaya bile size müsade edilmezdi. Diğer bir manası da “Ey insafsızlar! Şimdi artık bu inadınızdan vazgeçin. Allah’ın rahmet kapısı hâlâ açıktır. Yaptıklarınızı affedebilir,” şeklinde olabilir.
12. Bu buyruğun arka-planı şudur: Nebi (s.a) risaletini ilan ettikten sonra Mekke’dekiler ona acayip şeyler söylemeye başladılar. Diyorlardı ki, “Bu ne biçim Rasuldür, çoluk çocuğu var, pazarda dolaşır, yer içer ve bizim gibi bir insandır. Bizden ne farkı var ki biz onu Allah’ın özel olarak gönderdiği bir elçi olarak tanıyalım?” Ve yine bunlar diyorlardı ki “Eğer bu şahıs Allah’ın Rasulü olsaydı en azından Allah onun peygamberliğini ilan etmek için hizmetine bir melek verirdi. Her kim ona karşı çıkar, saygısızlık yaparsa bu melek onları kamçılardı. Nasıl olur da Allah bir kimseyi Rasul olarak göndersin de o kimseyi Mekke’nin sokaklarında böyle eziyetlere karşı çaresiz bıraksın? Kendi Rasulü için hiç olmazsa bahçe içerisinde muhteşem bir saray yapardı. Hanımının serveti bittikten sonra açlık çekmez ve Taif’e giderken altında bir bineği olurdu.” Dahası ondan acaip acaip mucizeler göstermesini ve gaipten haber vermesini talep etmekteydiler. Onların düşüncesine göre bir kimsenin Allah’ın Rasulü olması, onun insan üstü bazı güçlere sahip olmasını gerektirir.
Bir işaretiyle dağları yerinden oynatır, bir işaretiyle kurak çölleri güllük gülistanlık hale çevirirdi. Bütün olmuş ve olacak her şeyin ilmine sahip olmalıdır. Gaipteki bütün gizli şeyleri görebilmelidir.
Bu itirazlara, her cümlesinde bir anlam taşıyan bu ayette cevap verilmiştir. Buyrulmaktadır ki “Onlara söyle: “Ben türedi bir peygamber değilim” Yani, “Benim peygamberliğim dünya tarihinde ilk kez olan bir şey değildir ki, bu size acaip gelsin. Peygamberlerin böyle değil de şöyle olmasına niye o kadar şaşırıyorsunuz? Benden önce de pek çok Rasul gelmişti. Benim onlardan bir farkım yok. Ne zaman bir peygamber gelmiştir de onun çoluk çocuğu olmamış, yiyip içmemiş ve diğer normal insanlar gibi yaşamamıştır? Hangi peygamberin yanında (onun risaletini duyurmak için) elinde kırbaç bulunan bir melek vardı. Hangi Rasulün bağlar-bahçeler içerisinde bir sarayı vardı? Hangi Rasul, insanları Allah’ın tarafına davet etmek için eziyetler çekmemişti? Ve hangi Rasul kendi yetkisiyle mucizeler göstermiş ve yine kendi izniyle her şeyi bilmiştir. Öyleyse şimdi siz benim peygamberliğimi sınamak için bu acaip acaip soruları nereden çıkarıyorsunuz?” Daha sonra şöyle buyurulmuştur: “Onlara de ki: Bana ve size yarın ne yapılacağını da bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilen şeye uyarım.” Yani, ben gaybı bilen değilim ki geçmiş, hal ve gelecek bana açık olsun ve dünyada her şey benim bilgim içerisinde bulunsun. Değil sizlerin geleceği, ben kendi geleceğimi bile bilmiyorum. Ben ancak vahiy vasıtasıyla bana verilen ilim kadar bilebilirim. Hiç bir zaman bundan daha fazlasını bildiğimi iddia etmedim. Ve hangi Rasul gelmiş ki o şimdi sizin benden istediğiniz gibi herşeyi bildiğini iddia etmiştir? Gayb hakkında bazı haberler soruyorsunuz. Ne zaman bir Rasulün görevi, sizin kaybettiğiniz şeyleri, hamile bir kadının erkek veya kız doğuracağını, falan hastanın öleceğini veya iyi olacağını bildirmek olmuştur.
En sonunda da “Onlara de ki: Ben apaçık uyarıcıdan başka bir şey değilim” buyuruluyor. Yani ben Allah’ın yetkilerine sahip değilim ki her gün sizin istediğiniz acaip acaip mucizeleri göstereyim. Benim gönderilmemin gayesi, size doğru yolu göstermek ve onu reddedenleri de kötü akibetlerinden uyarmak içindir.
13. Bu husus bundan önce Fussilet Suresi 52. ayette işlenmiştir. İzah için bkz. Fussilet an: 69.
14. Müfessirlerin çoğu bu şahitten maksat Hz. Abdullah bin Selâm’dır, demişlerdir. Çünkü o, Medine-i Münevvere’deki en meşhur yahudi alimiydi.
Hicretten sonra Allah Rasulü’ne iman ederek müslüman olmuştur. Bu hadise Medine’de meydana geldiğinden müfessirlerin kavline göre bu ayet Medenidir. Bu şekildeki yorumun kaynağı Hz. Sa’d bin Ebi Vakkas’ın açıklamasıdır. O’na göre bu ayet Hz. Abdullah bin Selam hakkında nazil olmuştur. (Buhari, Müslim, Nesai, İbn Cerir) Ve aynı kaynağa dayanarak İbn Abbas, Mücahid, Katade, Dahhak, İbn Sirin, Hasan Basri, İbn Zeyd, Avf bin Malik el-Eşci’ gibi pekçok büyük müfessir bu görüştedirler. Diğer taraftan İkrime, Şa’bi ve Masruk “Bu ayet Abdullah bin Selâm hakkında olamaz, çünkü bütün sure Mekkîdir. Mekke’de nazil olmuştur” demektedirler. İbn Cerir et-Taberî’de aynı görüşe katılarak şöyle söylüyor: “Yukarıdaki bu hitabet silsilesinin muhatabı Mekke müşrikleridir. Daha sonraki ayetlerden de anlaşılıyor ki hep Mekkeli müşrikler muhataptır. Bu siyak ve sibak içerisinde (context) yalnız başına Medine’de nazil olmuş bir ayetin buraya girmesi düşünülemez.” Daha sonraki müfessirler bu ikinci görüşü tercih ederlerken Saad bin Ebi Vakkas’ın rivayetini de inkar etmemekteler. Hz. Sa’d, eskilerin adetine göre bu ayetin tam tamına İbn Selam’a uygun düştüğü mealinde konuşmuştur. Bu sözden, bu ayetin İbn Selam’ın iman etmesi üzerine nazil olduğu çıkarılamaz. Yalnız ne var ki bu ayet gerçekten de tam olarak onun tavsifine uygun düşmektedir.
Zahiren ikinci görüşün daha doğru olduğu anlaşılmaktadır. O zaman şöyle bir soru akla gelir: “Bu şahitten maksat kimdir?” İkinci görüşe sahip olan bazı müfessirler bunun Musa (a.s) olduğunu söylemekteler. Ama bir sonraki “O iman etmiş ve siz kibir içindesiniz” cümlesi böyle bir yorumla hiç de uyum sağlamamaktadır. En doğru izah müfessir Nisaburî ve İbn Kesir’indir. Yani bunlar: “Burada şahitten belirli bir şahıs kastedilmemektedir. Bundan maksat İsrailoğulları’ndan sıradan bir şahıstır” demişlerdir. Allah’ın buyruğunun maksadı şudur: Kur’an-ı Kerim size şimdi sunulmaktadır, bu ilk karşılaştığınız yeni bir şey değildir ki böyle bir şeyi ilk defa görüyoruz diye mazeret ileri sürebilirsiniz. Bundan önce de bu gibi talimatlar İsrailoğulları’na vahiy yoluyla Tevrat ve diğer semavi kitaplar şeklinde gelmiştir. Onları sıradan bir insan bile kabul etmişti. Allah’ın kendi talimatlarını yalnızca vahiy vasıtasıyla gönderdiğini sıradan bir insan bile kabul etmiştir. Onun için vahiy ve onun getirdiği talimatların acaip ve anlaşılmaz bir şey olduğunu iddia edemezsiniz. Aslında sizin inanmanıza mani olan sizin kendi kibir ve böbürlenmenizdir.