SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA NEML SURESİ 61. AYET
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
61- Bu düzmece ilahlar mı daha iyi yoksa dünyayı dengeli bir yaşama alanı yapan, kara parçaları üzerindeki nehirler akıtan, yeryüzünde köklü dağlar yükselten ve farklı yoğunluktaki iki deniz arasına set koyan Allah mı?
İlk evrensel gerçek, göklerin ve yerin yaratılması gerçeğiydi. Bu gerçek ise, yeryüzünün yaratılış şekline ilişkin bir gerçektir. Yüce Allah yeryüzünü hayatın merkezi kılmıştır. Her şeyi yerli yerine oturtulmuş, uyumlu düzenlenmiş ve uygun yaratılmıştır. Burada hayatın oluşması, gelişmesi ve çoğalması için şartlar uygun hale getirilmiştir. Eğer dünyanın Güneşe veya Ay’a uzaklığı değişse, şekil başka biçimde olsa hacmi ile kendisini oluşturan elementler veya kendisini kuşatan atmosferdeki elementler değişse, kendi ekseni etrafında dönme hızı, Güneş etrafında dönme hızı, Ay’ın etrafında dönme hızı daha buna benzer rastlantı eseri meydana gelmesi ve bu kadar olağanüstü bir uyumun oluşması imkansız olan pek çok oluşumlar… Evet bütün bu şartların herhangi birinde en ufak bir değişiklik olsa, yeryüzü hayat için uygun bir yerleşim bölgesi olmazdı.
Kur’an-ı Kerim’in o zamanki muhatapları belki de “Yoksa dünyayı yaşama alanı yapan Allah mı?” ayetinin bu hayret verici hareketini ve durumunu henüz bilmiyor ve anlamıyorlardı. Ama ana hatları ile yeryüzünün hayat için en uygun ortam olduğunu görüyorlardı. Ayrıca kendi tanrılarından hiçbirinin yeryüzünün bu şekilde yaratılmasında ortak bir katkısı olduğunu iddia etmeleri mümkün değildi. Bu kadarını anlamaları yeterliydi. Ayet bunların ötesinde sonradan gelecek kuşaklara açık bulunuyordu. İnsanlığın bu alanlara ilişkin bilimi genişledikçe, nesiller boyunca devam eden ve sürekli yenilenen (yeniden tecelli eden) geniş anlamından bir şeyler daha anlamaya başlamıştır. İşte bu da, Kur’an-ı Kerim’in geçen zamanlara rağmen tüm akıllara kılavuzluk etmekle gerçekle-şen mucizesidir!
“Yoksa dünyayı dengeli bir yaşama alanı yapan, kara parçaları üzerinde nebimler akıtan, yeryüzünde köklü dağlar yükselten ve farklı yoğunluktaki iki deniz arasına set koyan Allah mı?
Yeryüzündeki nehirler hayatın şah (can) damarlarıdır. Doğudan, batıya kuzeyden güneye yayılır giderler.
Akıp giderken yanlarından hayat, bolluk ve bereket götürürler. Nehirler, yağmur sularının toplanması ve yeryüzü şekillerine göre belli bir tarafa doğru akmaya başlaması ile oluşurlar. Bu evreni yaratan Allah, onun özünde bulutların oluşması, yağmurun yağması ve nehirlerin akması için gereken şartları oluş-turan zatın kendisidir. Hiç kimse yaratıcı ve idare edici Allah’ın dışında başka birinin evrenin bu şekilde yaratılışına katkıda bulunduğunu, müşriklerin gözleri önündeki birer somut gerçek olan bu nehirleri oluşturmada yardımcı olduğunu söyleyemez. Peki bu gerçeği yaratan, yoktan var eden kimdir? Allah’ın yanı sıra başka bir ilah mı var?
“Yeryüzünde köklü dağlar yükselten.”
Ayeti kerimede geçen “Revasi” kavramı dağlar demektir. Dağlar yeryüzünde sağlam biçimde yerleştirilmiş sabit kütlelerdir. Bunlar genellikle nehirlerin kaynaklarını da oluştururlar, yağmurun suları onlardan vadilere doğru süzülüp gider. Yüksek dağların zirvelerinden sert ve kuvvetli biçimde kaynayıp geldiği için bu sular vadilerin yataklarını yarıp geçerler.
Kur’an’ın burada sergilediği evren sahnesinde sağlam dağlar akıp-giden nehirleri karşılamaktadır. Kur’an’ın ifade tarzında betimlenen bir birleriyle uyum ve ahengi hep göz önünde bulundurulur. İşte bu sahne de söz konusu olağanüstü bütünleyişin örneklerinden biridir. Bu nedenle nehirlerden hemen sonra dağlardan söz edilmektedir.
“Farklı yoğunluktaki iki deniz arasına set koyan Allah mı?
Deniz suyu tuzlu ve acıdır. Nehir suyu tatlı ve lezzetlidir. Ayeti kerime her ikisini de genelleme yoluyla deniz diye adlandırmaktadır. Zira her ikisinin de ortak maddesi budur. Buradaki engel genellikle doğal olan engeldir. Yani denizin nehrin yatağına geçerek onun suyunu bozamamasıdır. Zira nehrin yatağı denizin yüzeyinden yüksekte olur. İşte her ikisinin birbirine karışmasını önleyen engel de budur. Nehirler denizlere dökülmelerine rağmen nehrin yatağı denizden bağımsız kalır. Deniz orayı kaplayamaz. Herhangi bir nedenle nehrin yüzeyi denizin yüzeyinden daha alçak duruma düşse bile, bu engel, nehir suyuna oranla deniz suyunun yapısındaki yoğunluk nedeniyle iki su arasındaki engel devam eder. Nehir, suyu hafif, deniz suyu daha ağır olduğundan her ikisinin kaynağı birbirinden farklı olup karışmaz. Bu da yüce Allah’ın bu evrenin yaradılışında ve öz olarak onu böyle dakik biçimde düzenlemesinde yerleştirdiği yasalardan biridir.
Bütün bunları yapan kimdir? Kimdir bu olağanüstü güç Allah’ın yanı sıra başka bir ilah mı var?Hiç kimse böyle bir iddiada bulanamaz. İnsanın önünde duran maddenin özündeki birlik unum, yaratıcının birliğini kabul etmesini zorunlu kılar. Aslında onların çoğunluğu her türlü bilgiden yoksundur. “Aslında onların çoğunluğu her türlü bilgiden yoksundur.”
Burada ilimden söz ediliyor. Zira bu evrensel gerçeği kavrayabilmek için bilgiye ihtiyaç duyar. Ancak bilgi ile ondaki sanat ve uygunluk takdir edilebilir. Onu idare eden yasayı ve sistemi düşünébilme olanağı verir. Ayrıca bu surenin bütünüyle üzerinde yoğunlaştığı konu ilimdir. (Nitekim önceki cüzde surenin tanıtım yazısında bu noktaya dikkat çekmiştik)
Sonra onları evrenin sahnelerinden kendi öz benliklerine yöneltiyor.