KELİMELER VE KAVRAMLAR (44) HEVA
HEVA
Şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek; düşmek; yukarı fırlamak; yıldızların doğuşu ve batışı; mahvolmak; rüzgârın esmesi; kabın boş olması; hava gibi anlamlara gelir. Ayrıca boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara da gelir.
Hevâ, nefsin şehvetlere eğilimi, keyfe düşkünlük, şehvete düşkün ve ilim sahibi olmadan sahibine hükmeden nefs anlamında Kur’anî bir kavramdır. Nefis; şehvet ve keyiflere düştüğü gibi sahibini de uçurumlara, cehennem çukuruna sürükler, aslında nefis, yapısı bakımından şehvet sahibi olmak durumundadır. Fakat bu şehvet “ilm”e tabi olduğunda fıtri bir nitelik kazanır ve günah olmayan yararlı yönlere kanalize edilir. Sözgelimi, yeme-içme ihtiyacı helâlinden ve normal ölçülerde giderilir, karşıt cinse duyulan arzu, nikâh ile meşru yollarla doyurulur. Fakat nefis, bütünüyle sınır tanımaz şehvet ve arzulardan ibaret hale gelirse, o zaman sahibini saptırır ve onu hem dünyada, hem de âhirette felâkete sürükler. İşte heva kelimesi Kur’an’da bu tür bir nefsi ifade eden bir kavramdır.[1]
Hevayı ilah edinmek:
Bir kimse kendi düşünce ve kararının dışında kimsenin istek ve arzularına uymadan haraket ediyor ise bu insan kendi hevasını, kendi nefsini ilah edinmiş demektir. Hayat rehberimiz Kur’an’ı Kerimde şöyle buyrulmaktadır;
“İstek ve arzularını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Yoksa onu kollayıp, koruyan sen mi olacaksın?” (Furkan 43)
Böyle kimseler nefislerinin isteklerinin dışında başka kutsal bir şey tanımazlar. Peşine düştükleri istekelrin çoğuda normal olmayan kuruntulardan ibarettir. Böyle kişiler için Hak, hukuk, adalet, insanlık ilk sıradaki esaslar değildir. Bu sebeple önce kendi nefislerini doyurmayı keyiflerinin hali üzere haraket etmelerinden başka bir şey yapmazlar.
“Kendi arzu ve hevesini ilah edinen ve Allah’ın bir bilgi sebebiyle saptırdığı, kulak ve kalbini mühürlediği, gözüne perde çektiği kişiyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra, kim onu doğru yola iletebilir. O halde hiç düşünüp ders çıkarmazmısınız.” (Casiye 23)
Kur’an ve sünnette hevasına uyanların özellikleri:
Bu yol üzerinde hareket eden insanların kalplerinde başta şirk olmak üzere bütün kötü davranışlar ve olumsuz düşünceler baş göstermektedir. Bu tarz insanlar hevalarının benzeri olan zan ve kuruntudan kurtulamayıp nefislerinin peşinden giderler. Allah’ın bildirmiş olduğu hidayet yolundan hiçbirşey kabul etmezler. Kişinin kendi hevasına tabi olması haktan ve hakikatten yüz çevirmesi demektir.
“…O putlara tapanlar, sadece zanlarının ve kuruntularının peşine takılıyorlar. Hâlbuki şimdi onlara, Rablerinden bir yol gösterici de gelmiştir.” (Necm 23)
“Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.”( Sad 26)
“Eğer hak, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) bozulmaya uğradı…” (Mu’minun 71)
“Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine ‘süslü ve çekici gösterilmiş’ ve kendi heva (istek ve tutku) larına uyan kimseler gibi midir?” (Muhammed 14)
İnsan Allah’ın hidayet kitabı olarak gönderdiği Kuran’ı yani vahyi dışlayarak her şeyi kendi aklına, kendi hevasına göre çözmeye her şeyin hükmünü işine geldiği gibi vermeye kalkışırsa, insanın içinde ve yeryüzünde de huzurun olması mümkün değildir. Vahyi dışlayanlar hem kendilerine yeni ilahlar bulurlar hemde küçük önemsiz ve kısır çekişmelerin içinde ucuz çıkarların peşinde koşar dururlar. Hevasına uyan kimselerin yön verdiği dünyada barış ve adaletin olmasına imkân yoktur.
Ebu Ümame (r.a) den şöylece rivayet edilmiştir: O, demiş ki; Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Yüce Allah’ın yanında sema gölgesi altında Allah’tan başka tapılan ilahlar içinde, uyulan heva (nefsin kendiliğinden yöneldiği istek ve arzu)’dan daha büyüğü yoktur”.[2]
Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? HEVÂ: Nefsin kendiliğinden yöneldiği istek ve arzusu, soyut isteğidir. Kötü duygularını tanrı edinen denilmeyip de ikinci mefulün önce anılması, kısaltma içindir ki, canının istediğinden başkasını tanrı tanımayan, demektir. Böyle kimselerde hiç hak severlilik yok, sadece bir bencillik vardır. İsteği de gerçek bir fayda değil, sadece canının istediği kuru kuruntudan ibarettir. Bunlar, delil, tanık, hak, hukuk tanımaz, yalnız kendi istek ve zevkine taparlar, zevkleri kendilerinin felaketine sebep olduğunu bilseler de yine hakkı zevklerine kurban ederler. Dini de insanın soyut duygularından, yani sadece istek, arzu ve zevklerinden ibaret sayarl a r; gönülleri neye çekerse ona taparlar, gerçeğin zevkini aramaz, hakkın hoşnutluğunu düşünmez, düşünmek istemezler, bilseler bile yine tanımazlar.[3]
“Şeddâd b. Evs (r.a.)’den rivâyete göre; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Gerçekten zeki ve akıllı kişi, nefsinin kötü arzularına hâkim olup ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyarak hayatını devam ettirip, Allah’tan her şeyi ve Cenneti isteyen kişidir.” [4]
Keyyisi Akıllı, şuurlu ve ileri görüşlü demektir. Ekyes de ism-i tafdildir. Yâni Keyyis kelimesinin ifâde ettiği mânâdan daha kuvvetli bir mânâ ifâde eder. Bu itibarla Ekyes: En akıllı, en şuurlu ve en ileri görüşlü demektir.
Âciz: Güçsüz demektir. Burada nefsini yenmekten âciz olup nefsinin esiri durumunda olan kimse anlamında kullanılmıştır.
Bu hadîse göre akıllı, şuurlu ve ileri görüşlü adam o kimsedir ki, nefsini hesaba çeker, Allah’a karşı kulluk görevini yapar, ölümü sık sık hatırlar ve ölüm sonrası için gerekli hazırlığı yapar.
Âciz de o kimsedir ki nefsinin esiri olur, canı ne çekerse helâl haram demeden onu işler, Rabb’ine karşı kulluk görevini ihmal eder ve ölümden sonraki hayat için hiç bir hazırlıkta bulunmaz. Üstelik Allah Gâfûr ve Rahîm dir, keremi boldur. Bana ve benim amelime ihtiyacı yoktur, O, beni bağışlar gibi laflarla bir takım temennilerde bulunur.[5]
[1] Şamil İ.A
[2] Taberânî ve Hılye isimli eserinde Ebu Nuaym,
[3] Elmalılı H. Yazır ( Furkan 43)
[4] (İbn Mâce, Zühd: 31), Tirmizi Kıyamet 25 (2459)
[5] İbni mace zühd