BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd hayatımızı ve varlık âlemimizi yoktan var eden Allah (c.c)’a mahsustur. Salât ve selam hayatımız için en güzel şekilde rol model olan âlemlere rahmet olarak gönderilen son Rasul Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v)’e O’na inanan, itaat eden ve ittiba edenlerin üzerine olsun inşAllah.
Dünya kavramı, Ahiret veya Ahiret hayatının karşılığı olarak, ‘hayatü’d-dünya-yakın hayat’ anlamındadır. Bu kelime Kur’an’da çok sık ve Ahiretten veya ölümden önceki hayatın sıfatı olarak geçmektedir.
Kur’an’ın yanlış anlaşılan kavramlarından bir tanesi de ‘dünya’ kelimesidir. ‘Dünya’ bir sıfat olmasına rağmen, üzerinde yaşadığımız yeryüzünün ismi olarak algılanmıştır. Bu yanlış adlandırma İslâmın dünya hayatına getirdiği tanım ve ölçünün yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Buradan hareketle, İslâmın üzerinde yaşadığımız dünyayı (yer küreyi) kötülediği sanılmış, bu dünyadan yüz çevirmenin fazilet ve yükselme sebebi olacağı iddia edilmiştir.
Hâlbuki Kur’an-ı Kerim, üzerinde yaşadığımız yer küresini, yani jeolojik anlamdaki dünyayı anlatmak üzere ‘arz-yer’ kelimesini kullanıyor.
‘Dünya’ kelimesi ise, yeryüzünde yaşanan hayatın basitliğini, değersizliğini, geçiciliğini ifade eden dinî ve ahlâkî bir anlam kazanmıştır. ‘Dünya’ kelimesi ile burada yaşanılan hayat anlayışı kötülenmiş, hafife alınmış; bununla da yer küresi değil, Ahireti geri plana bıraktıran, Ahireti hesaba katmayan yaşama zihniyeti tenkit edilmiştir.
Şüphesiz yer küre ile onun üzerinde yaşanan hayat arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişkiden dolayı ‘dünya’ kelimesi zaman içerisinde üzerinde yaşadığımız gezegenin adı olarak da kullanılmaya başlanmıştır.
Kur’an, ‘dünya hayatı’ tabirini, kişiyi Allah’tan uzaklaştıran iğreti, âdi, sefil bir hayatın karşılığı olarak kullanmaktadır. Bu kelimeyi çoğunlukla Ahiret hayatı ile birlikte söz konusu etmektedir. İki hayat arasında karşılaştırma yapmakta, Ahiret hayatının üstünlüğünü ve devamlılığını vurgulamaktadır.
Kaç çeşit dünya vardır?
Bizim dışımızda iki dünya bulunmaktadır:
Birincisi: İnsanın yalnızca et, kemik, kan olmadığı, ona ait kalp, ruh, akıl, hafıza ve benzeri özellikleri olduğu gibi; dünya da görünen yeryüzü değil, insan dışında görünmeyen cin, melek ve diğer varlıkların da bulunduğu bir dünyadır.
İkinci dünya ise, duyularımızın ilişkide olduğu hayattır. Yeme-içmeden tutun da, uyumaya, üremeye, sahip olma arzusuna, hırs ve arzulara kadar geniş bir duyular dünyası… Nefsin arzu ettiği ve oyalandığı, kişiyi asıl hedefinden, Ahirete giden yolda oyalayan dünya.
Bir başka deyişle, insanın imtihana tabi tutulduğu, kulluğunu yapabilme imkânını sağlayan geniş bir hayat.
İşte bu ‘dünya’, ‘ednâ’, yani yakın, diğer anlamıyla aşağı, iğreti, değersiz ve geçici bir dünyadır.
Allah’tan gelen vahye sırtını dönenler ve aklını kullanmayanlar işte bu ‘ednâ’ dünyayı tercih ederler, Ahireti ve oradaki ebedî hayatı unuturlar.
Said Nursî’nin deyişi ile ‘dünya hayatının üç yüzü vardır:
Bunlardan birincisi; Allah’ın güzel isimlerine bakar. O isimlerin evrendeki nakışlarını görür, o isimlere aynalık yapar. Dünyanın bu yüzü güzeldir ve nefret değil, tam tersine aşk kaynağıdır.
Dünyanın ikinci yüzü Ahirete bakar. Bu anlamda Ahiretin tarlasıdır, Cenneti kazanma yeridir. Bu yüz de nefret edilecek yüz değil, sevilmeye layık bir yüzdür.
Dünyanın üçüncü yüzü insanın hevâsına bakar. Gaflet perdesidir ve dünyayı çok sevenlerin hevâlarının arzu ettiği yüzüdür. Bu yüz çirkindir. Çünkü fanidir (geçicidir), yok olmaya mahkûmdur, üzüntü vericidir, aldatıcıdır. Bu nedenle, yüz çevirmek gerekir.
Dünya hayatının anlamı
Dünya kavramından herkesin ne anladığına da bakmak gerekir.
İnsanlar onu kendi meslek, arzu, istek, hedef ve gayelerine göre değerlendirirler. Herkesin kendine ait bir dünyası vardır. Dünya, bir çiftçiye göre ekmek-biçmek, bir ilim adamına göre ilim (bilgi) alanı, bir âbide (çok ibadet edene) göre bir ibadet yeri, bir sarhoşa göre içme ortamı, nefsinin esiri olan bir kimseye göre de gönlünce eğlenme mekânıdır.
Kimileri onu geçici bir zaman olarak görür ve ona göre değerlendirir. Kimileri de hiç ölmeyecekmiş gibi ona sarılır, ölüm ve ötesini hesaba katmaz.
Birçok Kur’an ayetinde ve birçok hadiste ‘dünya hayatı’ ve ona olan tutkunluk yerilmekte, bazen de ‘dünya hayatı’ övülmektedir.
Aslında bu iki yargı arasında bir çelişki yoktur. Her iki kaynak da ‘dünya’yı, farklı ölçüde sevenlere göre değerlendiriyor.
Ahireti hesaba katıp güzel bir hayat yaşayanlar için ‘dünya’ övülmüş, sefihçe ve Ahireti hiç düşünmeden, nefsinin arzularına uyarak yaşayanlar, dünyayı Allah’a kulluk yapmaya tercih edenler için de yerilmiştir.
Kur’an, Ahireti unutturmayan, kişinin kulluk görevlerine engel olmayan, insanı sapıklığa götürmeyen ‘dünya hayatını’ kötülemiyor. Hatta bunun bir mutluluk olduğunu, müminlerin bu anlamda dua etmeleri gerektiğini öğütlüyor.
“Onlardan öylesi vardır ki: ‘Rabbimiz, bize dünyada da hasene (iyilik ve güzellik) ver, Ahirette de hasene (iyilik ve güzellik) ver ve bizi ateş azabından koru’ der.” (Bakara 201)
“Bize, bu dünyada da iyilik yaz ahirette de. Şüphesiz biz sana döndük.” Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf 106-Nahl 122)
Allah’a yakın olanlar (O’nun dostları) hem dünyada, hem ahirette müjdeye kavuşurlar.
“Müjde, dünya hayatında da, Ahiret hayatında da onlarındır. Allah’ın sözleri için bir değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Yunus 64)
Kur’an ‘dünya’ ile Ahiret arasında bir tercih olursa, elbette Ahiretin tercih edilmesini emrediyor. Çünkü Ahiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
‘Dünya hayatını Ahirete tercih edenler, uzak bir sapıklığa düşerler.
“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim 3)
Allah’ın hükümlerine kulak vermeyip, Ahireti unutanlar; dünyaya karşılık Ahireti satanlardır. Böyle bir alış-veriş hiç de kârlı değildir.
Müslümanlardan bazıları da Ahiretlerini kazanmak için dünyalarını satarlar. Kur’an, Allah yolunda cihad etmenin bu anlama geldiğini ve böylelerinin büyük bir sevaba kavuşacaklarını haber veriyor. Allah yolunun şehitleri, bu çok kârlı alış-verişin canlı örneğidir. “
“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa 74)
Allah (c.c) yeryüzündeki her şeyi insanlar için yaratmıştır. Öyleyse onların bu maddî nimetlerden faydalanması, onlara sahip olmaya çalışması ve onlarla beraber dünyada bir mutluluk araması kötü ve haram değildir. Yani, ‘dünya mutluluğu’ Ahiret mutluluğunun karşıtı olamaz. Bir başka deyişle, Ahiretteki sonsuz saadeti yakalamak için, insanın dünyadaki mutluluğu ve nimetleri terk etmesi gerekmez.
Kur’an, insana verilen dünyalık emanetlerin esas amacının ahirete yatırım olduğunu şöyle vurguluyor:
“…Allah’ın sana verdiklerinden yararlanarak yalnızca ahiret yurdunda [iyi bir yer tutmanın] yolunu ara; bu arada, pek tabii, bu dünyadaki nasibini de unutma;…” (Kasas 77)
Öyleyse ne dünyalıklara sahip olmak yanlış, ne de onları kullanmak. Yanlış olan onlara bağlanıp insanlık görevini ve ölümü, yani ahiret hayatını unutmaktır.
Yanlış olan emanet olarak verilen malı kendi üzerine tapulu görmek, o malı onu kendisine Vere’nin işaret ettiği gibi kullanmamaktır.
Yanlış olan misafir olunan eve sahip olmaya kalkışmaktır.
Yanlış olan ölüp gitmek üzere olunduğu anda bile gözü arkada olmaktır.
Sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi bütün endişeleri, planları, çalışmaları, hassasiyetleri, sevgi ve bağlılığı; mal, servet, dünyalık çıkarlara ayarlamaktır. Allah’ı sever gibi dünya menfaatlerini sevmektir.
Yanlış olan hakiki Müslümanlar gibi iki dünyalı yaşamak yerine tek dünyalı yaşamaktır.
İşte… Gaye iyi bir kul olarak yaşamak ve iyi bir kul olarak yaşamı sonlandırabilmektir. Ancak şurası hakikattir ki bizler Allah’a ibadet için ayırmaya çalıştığımız dar vakitler dışında kendimizi dünyaya kaptırmış olmakla mağlup durumdayız.
Allah’a kullukta tehdid oluşturan bu dünyevileşme halinin en bariz göstergesi kişin inanç ve değerlerinden uzaklaşarak yaratıcıyı hatırdan çıkarması yaratılış gayesinin aksine dünyaya bağlanmasıdır. Bu ise içerisinde bulunduğumuz imtihan sürecini doğru idrak etmemiz ve yaşadığımız her bir anı ilahi mobese sisteminin gözetiminde olduğumuz bilinciyle geçirmemizle alakalıdır.
Nitekim her sorumluluk beraberinde de hesap vermeyi getirir. Ve her insan günü geldiğinde yükümlü olduğu hususları hakkıyla yerine getirip getirmediği noktasında sorgulanıp bunun karşılığında inkâr edilmesi yalanlanması mümkün olmayacak bir ceza veya mükâfat ile karşılaşacaktır. Orası öyle bir mahkeme ki hâkimi de şahidi de bizatihi Allah (c.c) olacaktır.
Kendisini İslam’a nispet eden biz Müslüman şahsiyetler! Serzenişe düşmeden ahu vah etmeden önce İslam bilincimizi yineleyip Allah’ın bizlere sunduğu kurtuluş kervanlarına tutunmaya hazır mıyız?
Kuran kervanına, Sünnet kervanına, Tevhidi yaşama ve yaşatma kervanına, Mücadele ve Cihad kervanına…
Hem de öyle ucundan kıyısından tutunmakla yetinmeyip bu kervanlara hakiki anlamda sarılmaya… Hazır mıyız?
Selam ve dua ile…