sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 29. VE 35. AYETLER

SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA KASAS SURESİ 29. VE 35. AYETLER
16.11.2022
417
A+
A-

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.

29- Musa süreyi bitirince ailesi ile beraber yola çıktı. Tur tarafında bir ateş gördü. Ailesine “Siz durun, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yada bir ateş koru getiririmde ısınırsınız. “dedi.

30- Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki, ağaçtan kendisine şöyle seslenildi; `Ey Musa, muhakkak ki alemlerin Rabb’i olan Allah benim ben!”

31- “Asanı at” Musa attığı kocaman asasının küçük bir yılan gibi hareket ettiğini görünce, dönüp arkasına bakmadan kaçtı. “Ey Musa, dön gel, korkma, sen güvende olanlardansın.

32- Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarını kendine çek. İşte bunlar, Firavun’a ve onun adamlarına karşı Rabb’inin verdiği iki delildir. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdirler” denildi.

33- Musa; “Rabb’im! Ben onlardan bir cana kıydım, beni öldürmelerinden korkuyorum. dedi.

34- Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür onuda beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlayacaklarından korkarım. dedi.

35- Allah; “Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklar. Ayetlerim sayesinde onlar size erişemeyecekler. l:kiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz. dedi.

Kıssanın bu halkasında yer alan bu iki sahneyi sunmadan önce, geçen bu on sene içinde, bu yolda gerçekleşen gidiş ve dönüşte yüce Allah’ın Musa ile ilgili planı karşısında bir süre durmak istiyoruz.

Kudret eli, Musa’nın -selâm üzerine olsun- hayat çizgisini, beşikten hayatının bu aşamasına kadar adım adım belirlemiştir. Kudret eli, Firavun ailesi tarafından bulunsun diye onu suya atıyor. Düşmanın himayesinde yetişsin diye Firavun’un karısının sevgilisini ona yöneltiyor. Sonra içlerinden birini öldürsün diye halkın farkında olmadığı bir sırada şehre girmesini sağlıyor. Ardından kendisini uyarsın ve şehirden çıkması yönünde öğüt versin diye Firavun ailesine mensup mü’min bir adamı yanına gönderiyor. Sonra Mısır’dan Medyen’e doğru azıksız, hazırlıksız, yalnız ve kovulmuş biri olarak çöllerde yol alırken ona eşlik ediyor. Sonra on yıl hizmet etmesi karşılığında ücretle tutsun, ardından dönüp peygamberlik yükümlülüğünü üstlensin diye onu yaşlı adamla karşılaştırıyor…

İşte ilahi seslenişten ve görevlendirmeden önce gözetmeden, yönlendirmeden, eğitmeden ve denemeden ibaret uzun çizgi… Gözetim, sevgi ve nazla büyüme deneyimi. İçe atılan, kinin baskısı ile tepki gösterme deneyimi. Korku, kovalanma ve endişe deneyimi. Gurbet, yalnızlık ve açlık deneyimi! Saray hayatından sonra hizmetkârlık ve koyun çobanlığı deneyimi. Bu büyük deneyimler esnasında geçirilen küçük çapta değişik deneyimler, karmaşık duygular, düşünceler, depreşmeler, kavramalar ve bilgilenmeler. Bunların yanı sıra erginlik çağına alıştıktan sonra yüce Allah’ın kendisine bahşettiği bilgi, eşya ve olayları gereği gibi ve yerinde değerlendirebilme yeteneği.

Hiç kuşkusuz peygamberlik değişik ve ağır yükümlülükleri bulunan büyük ve meşakkatli bir görevdir. Bu yüzden peygamber olacak kişinin, yüce Allah’ın dolaysız bağışlarının, vahyinin, kalbe ve vicdana yönelik ilahi direktiflerine ihtiyacı vardır. Bununla birlikte hayatın pratiğinden edinilen deneyimlerden, kavrayışlardan, bilgilenmelerden ve bizzat tatmalardan oluşan büyük bir birikime gerek duyar.

Hz. Muhammed’in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliği hariç, Musa’nın peygamberliği, bir insanın yüklendiği en büyük görevdir. Çünkü Hz. Musa -selâm üzerine olsun- kendi zamanının en zorba , en azgın, en despot, en büyük güce sahip en sağlam egemenliği elinde bulunduran, en köklü uygarlığa sahip yeryüzünde büyüklük taslayarak insanları en çok kendisine kul yapan zalim Firavun’a gönderilmiştir.

Hz. Musa, zillet kadehinden içen, gittikçe de bundan zevk almaya başlayan, uzun bir zaman boyunca kendini kaybedip aşağılanmaya razı olan bir kavmi kurtarmaya gönderilmiştir. Zillet, insan fıtratını dejenere eder, çürütür, kokuşturur. İçindeki iyiliği, güzelliği ve uyanıklığı giderir. Kokuşmuşluktan, çirkeften, pislikten ve iğrençlikten tiksinme özelliğini yok eder. Bu yüzden bu tür toplumları içine düştükleri durumdan kurtarmak zor ve meşakkatli bir iştir.

Hz. Musa eski bir inanç sistemine inanan ancak bu inançtan sapan, bu inancın kalplerindeki gerçek görünümü bozulmuş bulunan bir kavme gönderilmiştir. Bunlar yeni inanç sistemini içtenlikle ve zahmetsiz olarak kabul edebilecek işlenmemiş kalpler değildir. Öte yandan eski inançlarına da bağlı değildirler. Bu tür kalpleri yola getirmek çok zor ve yorucu bir uğraştır. Bu kalplerin eğrilikleri, yamuklukları ve sapıklıkları, görevi daha da zorlaştırır, ağırlaştırır.

Kısacası Hz. Musa yeniden bir ümmet kurmak için daha doğrusu temelden bir ümmet oluşturmak için gönderilmiştir. Çünkü İsrailoğulları ilk kez peygamberliğin egemen olduğu kendine özgü bir hayat biçimi olan bağımsız bir halk oluyordu. Ümmet kurma işi ise büyük, ağır ve zor bir iştir.

Belki de Kur’an-ı Kerim’in bu kıssaya bu kadar özen göstermesi bundandır. Çünkü bu kıssa, bir dava temeline dayalı olarak bir ümmet meydana getirmenin; bu işi gerçekleştirirken karşı karşıya kâlınan iç ve dış engellerin; bu esnada meydana gelen sapmaların, donuklaşmaların, deneyimlerin ve yıkımların eksiksiz bir örneğidir.

On yıllık süre içinde yaşanan deneyim ise, Hz. Musa’nın yetiştiği saray hayatı ile davet için sarf edilen yoğun ve yorucu çalışmalarla, ağır yükümlülüklerle dolu hayatı birbirinden ayırmak için yer almaktadır bu kıssada.

Hiç kuşkusuz sarayın kendine özgü bir havası, alışkanlıkları, insan ruhunu etkileyen özel bir atmosferi vardır. Bu ruh ne kadar bilgili, kavrayabilen ve şeffaf olsa da bu ortamdan etkilenir. Peygamberlik görevi ise, zengini-fakiri, varlısı yoksulu, temizi-kirlisi, süslüsü-kabası, güzeli-çirkini, iyisi-kötüsü, güçlüsü-zayıfı, sabırlısı-telaşlısı ile halk kitlelerini muhatap alır. Fakirlerin kendilerine özgü yeme, içme, giyim, kuşam ve yürüyüş tarzları vardır. Olayları anlama yöntemleri, hayatı düşünme tarzları, konuşma ve davranış biçimleri, duygularını ifade etme yolları kendilerine özgüdür. Bu gelenekler, bolluk içinde büyüyenlerin, saray eğitimi görenlerine özgüdür. Bu gelenekler, bolluk içinde büyüyenlerin, saray eğitimi görenlerin duygularına ağır gelir. Bunlara katlanmaları, eğitmeleri bir yana; görmeye bile tahammül edemezler. Bu yoksulların kalpleri iyilikle bezenmiş, doğruluğu, güzelliği kabullenmeye yatkın da olsa, görünüşleri ve alışkanlıklarının özellikleri saray mensuplarının gönüllerinde yer etmelerine engel olur.

Peygamberliğin meşakkat çekme, soyutlanma ve kimi zaman zorluklarla şiddetle karşılaşma gibi yükümlülükleri vardır. Saray mensuplarının kalpleri ise, alıştıkları konfordan, bolluktan ve zevki sefadan fedakârlık etmeye hazır olsalar bile hayatın realitesinde fiilen yaşadıkları zaman uzun süre sertliğe, yoksunluğa ve meşakkatlere karşı sabredemezler.

Bu yüzden Musa’nın -selâm üzerine olsun- adımlarını yönlendiren Kudret eli onun alıştığı konforlu saray hayatından uzaklaşmasını, çobanlar topluluğuna katılmasını, böylece bir süre, korku, kovulma, meşakkat ve açlık çektikten sonra bir lokma ekmeğin ve başını sokacak bir sığınağın değerini bilen bir çoban olup yüce Allah’ın kendisine bahşettiği nimeti hissetmesini istemiştir. Bunun yanı sıra duygularından, yoksulluktan ve yoksullardan tiksinme; onların geleneklerinden, ahlaklarından, kabalıklarından ve basitliklerinden rahatsız olma ruhunu gidermek istemiştir. Onların cahillikleri, fakirlikleri, çirkin görünümleri ve her türlü gelenek ve görenekleri karşısında büyüklük kompleksine kapılma duygusunu içinden söküp atmak istemiştir. Henüz peygamberlik görevini yüklemeden önce bu görevin yükümlülüklerine alışması için onu küçükken nehrin dalgaları arasına attıktan sonra büyüyünce de hayatın dalgalarının içine atmak istemiştir.

Musa’nın -selâm üzerine olsun- ruhunun denenmesi tamamlanınca, gurbet diyarında geçirdiği bu son deneyimle psikolojik olarak sıkıntılara, zorluklara alışınca, kudret eli adımlarını tekrar yurduna; ailesinin ve kavminin yaşadığı bölgeye; peygamber olacağı, mücadele edeceği yere yöneltiyor. Daha önce kovulmuş biri olarak korka korka ve yalnız başına geçtiği yoldan yürütüyor. Acaba aynı yolda gerçekleşen bu gidiş ve geliş hangi amaca yöneliktir? Hiç kuşkusuz bu, yolun ayrıntılarına varana kadar Musa’yı alıştırmak, deneyimden géçirmek, eğitmek amacına yöneliktir. Rabb’inden başka yol rehberliği bakımından hiç kimseye güvenmemesi için bir öncüde bulunması gereken nitelikleri kazanması, gerekli deneyimi tamamlaması bir zorunluktu. Çünkü Musa’nın kavmi zillet, baskı ve aşağılanma yüzünden bütünüyle dejenere olup düşünme ve bir hareketi planlanma yeteneklerini kaybettikleri için büyük-küçük her konuda kendilerine yol gösterecek bir öncüye muhtaçtı.

Böylece Hz. Musa’nın -selâm üzerine olsun- yüce Allah’ın gözetimi altında nasıl yetiştiğini, sorumluluk almak üzere ilahi kudret tarafından nasıl geri döndürüldüğünü kavramış oluyoruz. Şimdi Hz. Musa’nın yüce kudret eli tarafından belirlenen bu büyük sorumluluğa doğru yol alışını izleyelim.

ALLAH’LA İLK KARŞILAŞMA

“Musa süreyi bitirince ailesi ile beraber yola çıktı. Tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine `Siz durun, ben bir ateş gördüm; belki oradan size bir haber yada bir ateş koru getiririmde ısınırsınız! dedi.”

Acaba Hz. Musa ne düşündü de korkarak çıktığı Mısıra geri dönmek istedi? Ne gibi bir düşünce, bir insanı öldürdüğü bir yerde, kendisini bekleyen tehlikeyi ve orada kendisini öldürmek için kavminin ileri gelenleri ile toplantılar düzenleyip kararlar alan Firavun’u unutmasını sağladı?

Hiç kuşkusuz Musa’nın tüm adımlarını yönlendiren Kudret eli bu sefer de üstlenmek üzere yaratıldığı ve ilk andan itibaren onun için gözetildiği görevi yerine getirmesi için fıtri bir eğilimle onu ailesine, aşiretine, yurduna ve yetiştiği çevreye yöneltmiş O’na korkusundan tek başına yollara düştüğü tehlikeyi unutturmuş olabilir.

Her neyse! İşte O, dönmek için yola koyulmuş bile. Yanında da ailesi var. Vakit de gece. Ortalık kapkaranlık. Bu yüzden yolu da kaybetmiş. Ayrıca bir haber ya da ısınmak için bir kor getirmek amacıyla gördüğü ateşe koşmasından da anlaşıldığı gibi soğuk bir kış gecesinde yol alıyor. Kıssanın bu halkasında yer alan ilk sahne budur.

İkinci sahne ise büyük bir sürprizdir!

“Oraya gelince, o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan kendisine şöyle seslenildi.”

İşte O, gördüğü ateşe doğru gidiyor. İşte Tur dağının yanındaki vadinin kenarında, vadiyi sağına alacak şekilde “mübarek bölgede” yol alıyor. Musa’nın yürüdüğü ve ateşi gördüğü bu yer, bu andan itibaren mübarektir, kutsaldır. Ve bütün evren “bir ağaçtan” Musa’ya yöneltilen yüce çağrıyla yankılanıyor. Belki de Musa’ya seslenilen bu ağaç o yörede tekti.

“Ey Musa, muhakkak ki alemlerin Rabb’i Allah benim ben!

Musa bu çağrıyı, doğrudan ve dolaysız duyuyor. Tek başına derin bir vadide ve sessiz gecenin içinde algılıyor. Çevresindeki tüm evrende yankılanan, gökleri ve yerleri kaplayan bu çağrıyı duyuyor. Algılıyor ama nasıl algıladığını, hangi organıyla kavradığını ve hangi yoldan algıladığını bilmiyoruz. Çevresindeki evren bu olağanüstü çağrıyı algılamaya güç yetirebiliyor. Çünkü O, bu büyük an için Allah’ın gözetimi altında hazırlanmıştır.

Varlık aleminin vicdanı bu olağanüstü çağrıyı tescil etmiştir. Yüce Allah’ın göründüğü (tecelli ettiği) bu bölge kutlu ve bereketli kılınmıştır. Bu olağanüstü görünme ilé onurlandırılan vadi seçkin bir yer haline geliyor. Ve işte Musa bir insanın gelebileceği en yüksek noktada duruyor.

Bu olağanüstü çağrı kuluna direktifler vermeye devam ediyor.

“Âsanı at.” Musa yüce Rabb’inin emrine itaat etmek amacı ile asayı bırakıyor. Ama o da ne? Bu, uzun süre yanında taşıdığı ve kesinlikle tanıdığı asa değildir. Çabucak kıvrılan ve hızlı hareket eden bir yılandır. Büyük bir yılan olduğu halde küçük yılanlar gibi kıvrıla kıvrıla gidiyor.

“Musa attığı kocaman asasının küçük bir yılan gibi hareket ettiğini görünce bakmadan kaçtı.”

Bu olay, Hz. Musa’nın ilk anda kendisini gösteren heyecanlı tabiatı ile hazır olmadığı bir sürprizdi… “Dönüp arkasına bakmadan kaçtı.” Ne olduğunu görmek için, bu büyük ve olağanüstü olayı anlamak için düşünme gereği duymadan kaçtı. Bu, yeri gelince kendini gösteren heyecanlı tiplerin en belirgin özelliğidir.

Sonra yüce Rabb’inin seslenişini duyuyor!

“Ey Musa, dön gel, korkma; sen güvende olanlardansın.”

Korku ve güven duyguları bir anda ve peş peşe Musa’nın ruhunu sarıyor. Bu duygular bütün hayatı boyunca onu hiç yalnız bırakmamışlardı. Onun hayatına egemen olan atmosfer baştan sona korku ve güvendir. Hiç kuşkusuz Musa’nın ruhunun bu sürekli heyecanlılığı bir amaca yöneliktir. Musa’nın yaşadığı hayat için planlanmıştır. Bu özellik, İsrailoğulları’nın taşlaşmış ruhlarına, uzun süredir aşağılanmaya ses çıkarmayışlarına karşıt bir sayfadır. Bu, ilahi kudretin bir planı, derin ve incelikli bir taktiridir.

“Dön gel, korkma, sen güvende olanlardansın.”

Adımları Kudret eli tarafından yönlendirilen, Allah’ın gözetiminde olan biri güvenlikte olamaz mı?

“Elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıksın.”

Musa emre uyuyor ve elini göğsünün yanında elbisesinin cebine sokup çıkarıyor. Bir an içinde ikinci sürpriz. Eli bembeyaz, parlak, hastalıksız ve aydınlık saçıyor. Oysa onun eli esmere yakın buğday rengiydi. Bu, olay hakkın aydınlığına, ayetin açıklığına ve kanıtın kesinliğine bir işaretti.

Musa olayın mahiyetini kavrıyor. Bulunduğu konumun dehşetinden ve peş peşe ortaya çıkan mucizelerin etkisinden titremeye başlıyor. Ama kendisini sakin olmaya çağıran bir direktifle birlikte bir kez daha koruyucu eli imdadına yetişiyor. Elini kalbinin üzerine koymasını, böylece atışlarını yavaşlatmasını, heyecanını yatıştırmasını istiyor:

“Korkudan açılan kollarını kendine çek.”

Sanki eli göğsünün üzerinde kavuşturduğu bir kanattır. Tıpkı kanatlarını kavuşturup süzülen bir kuş gibi. Burada kanatları çırpmak, heyecana, korkuya benzetiliyor, kavuşturmak da sakinleşmeye, güvencede olmaya benzetiliyor. Ayetin ifadesi bu tabloyu Kur’an’ın eşsiz yöntemi uyarınca çiziyor.

Şimdi Hz. Musa algılayacağını algılamışken, aynı şekilde göreceğini görmüşken… Nitekim iki olağanüstü mucize görmüştü. Bunlardan dolayı korkmuş, sonra da sakinleşmişti. Şimdi ise mucizelerin ötesindeki mesajı öğreniyor… daha çocukluğunun ilk günlerinden itibaren üstlenmeye hazırlandığı sorumluluğu alıyor.

“İşte bunlar, Firavun’a ve onun adamlarına karşı Rabb’inin sana verdiği iki delildir.”

Şu halde bu mucizelerin arka planındaki mesaj, Firavun ve kurmaylarına peygamber olarak gönderilmedir. Bu, Musa daha kundakta bir çocukken Musa’nın anasına verilen sözdür: “Biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamber yapacağız.” Bu, üzerinden yıllar geçmiş bir sözdür. Yüce Allah’ın verdiği bir sözdür ve Allah sözünden dönmez. En doğru sözü O söyler.

Burada Hz.’ Musa -selâm üzerine olsun- onlardan bir kişiyi öldürdüğünü, oradan kovularak çıktığını, kendisini öldürmek için toplanıp karar aldıklarını, bu yüzden onlardan uzaklara kaçtığını hatırlıyor. Ama şu anda Rabb’inin huzurundadır. Rabb’i O’nu kendisiyle buluşturmak suretiyle onurlandırmıştır. Onu kurtarmak ve mucizelerini göstermekle onurlandırmıştır. Bu yüzden Hz. Musa öldürülüp yüce Allah’ın risaletinin kesilmesinden endişelenerek dikkatli davranıyor.

“Musa; `Rabb’im! ben onlardan bir cana kıydım, beni öldürmelerinden korkuyorum’ dedi.”

Bunu mazeret bildirmek için söylemiyor. Amacı görevden kaçınmak, geri durmak değildir. Asıl amacı, dava açısından dikkatli davranmaktır. Korktuğu şeyler başına gelecek olsa bile, davanın süreceğinden, hedefine varacağından emin olmaktır. Hiç kuşkusuz bu, Musa gibi güçlü ve güvenilir bir kişiye yakışır bir titizliktir.

“Kardeşim Harun’un dili benimkinden daha düzgündür. Onu da beni destekleyen bir yardımcı olarak benimle gönder, çünkü beni yalanlayacaklarından korkarım dedi.”

Harun daha açık ve daha anlaşılır bir konuşma tarzına sahipti. Bu yüzden davayı daha iyi yayabilirdi. Hz. Musa davasını güçlendirecek ve eğer öldürülecek olursa kendisinden sonra davayı yürütecek bir yardımcıya ihtiyaç duyuyordu.

Hz. Musa burada olumlu karşılık alıyor, kendisine güvence veriliyor. “Allah; `Seni kardeşiyle destekleyeceğiz, ikinize bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklar. Ayetlerim sayesinde onlar size asla erişemeyecekler. İkiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz’ dedi.”

Rabb’i isteğini kabul etti ve pazusunu kardeşiyle güçlendirdi. İstediği müjdeyi ve güvenceyi fazlasıyla verdi. “İkinize bir kudret vereceğiz ki” Şu halde Musa ve Harun -selâm üzerine olsun- zorba Firavun’un yanına yalnız başlarına ve güçsüz olarak gitmeyecekler. Aksine yeryüzünde hiçbir gücün karşı koyamayacağı bir güçle donanmış olarâk gidecekler. Sahip oldukları bu güç sayesinde hiçbir tağutun, hiçbir zorbanın eli yetişemeyecektir kendilerine “Ayetlerim sayesinde onlar size asla erişemeyecekler.”

Etrafınızda yüce Allah’ın gücünden oluşan bir sur vardır. Bu, sizin için bir kale, bir sığınak işlevini görecektir.

Kendilerine yönelik müjde bununla da bitmiyor. Bir de hakkın üstün geleceği müjdeleniyor. Tağutlara sundukları Allah’ın ayetlerinin galip gelecekleri va’dediliyor. Çünkü tek başına bu ayetler de bir silahtır, bir güçtür. Zafer ve üstünlük sağlayan araçlardırlar. “İkiniz ve size uyanlar üstün geleceksiniz.”

İlahi kudret, dolaysız olarak olayların geçtiği sahnede beliriyor. Dünya menşeli hiçbir gücü perde edinmeksizin gözlerin görebileceği şekilde işlevini yerine getiriyor. Amaç, insanların dünyasında ve insanların bildiği maddi sebepler olmaksızın zaferin gerçekleşmesini sağlamaktır. Ruhlara, güçleri ve değerleri ölçebilecekleri yeni bir kriter yerleştirmektir. Bu ölçü, Allah’a inanmak ve O’na güvenmektir. Bundan sonrası Allah’a aittir.

FİRAVUNLA KARŞI KARŞIYA

Bu göz kamaştırıcı ve çarpıcı sahne sona eriyor. Zaman ve mekan dürülüp atılıyor. Ve birden Musa ile Harun’u Allah’ın açık, net anlaşılır ayetleri ile Firavun’un karşısına çıkmış halde seyrediyoruz. Kendimizi hidayetle sapıklık arasında geçen bir söz düellosu karşısında buluyoruz.

Dünyada boğulma, ahirette de lanete uğrama şeklindeki sapıklığın kaçınılmaz akıbetini gözlüyoruz. Bütün bunlar çok kısa ve öz ifadelerle anlatılıyor:

 

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.