sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KELİMELER VE KAVRAMLAR (50) HÜKÜM-HÂKİMİYET

KELİMELER VE KAVRAMLAR (50) HÜKÜM-HÂKİMİYET
A+
A-

Hüküm: Hükmetmek, menetmek, ata gem takmak, idare, yönetim, iktidar, ilim, hikmet, anlayış. Hakkında âyet, hadîs veya icmâ bulunan, veya temelde bu delillere dayanan amelî prensipler. Hükümler İslâm’ın pratik yönünü oluşturur. Çoğulu ahkâm’dır.

Hakemenin aslı bir şeyi ıslah etmek için bir tür alıkoymak/engellemektir. Bunun için gem hayvanın hakemesi diye adlandırılmıştır ve hayvanı yular ile kontrol ettim denmektedir. Hayvana bir yular takmayı ifade eder.[1]

Hakimiyet: Arapça’da “el-Hukm” kelimesi sözlükte yargı ve yargıda bulunmak anlamındadır. Kelime bütün kökleriyle, taraflar arasında ister anlaşmazlık bulunsun isterse bulunmasın belirli bir konunun gerçek değerinin anlaşılması için, bu konuda yetkili kabul edilen bir makama başvurma mânâsını ihtiva etmektedir: Kur’ân-ı Kerîm’de de kelimenin bu anlamı göz önünde bulundurularak kullanıldığı görülmektedir. Bu kelimenin Türkçe’de “egemenlik” anlamında kullanılan “hâkimiyet” şeklindeki söylenişi ise, hüküm koyma, hüküm verme yetkisi, yüksek egemenlik (sovereignty) anlamıyla Arapça’da da yenidir.

Bu iki izahtan sonra şunu söyleyebilirizki geçmiş dönemlerde ve  günümüzdeki problem hiçbir zaman insanlar arasında cereyan eden olaylarda hükümlerin var olup olmaması meselesi değildi. Ancak bu hükümlerin kaynağı ve hakimi kim olacak. İslam akidesine iman etmiş ve Müslüman olmuş bir kimse için artık ikinci ihtimal zaten yoktur. Fakat Müslüman olduğunu söylediği halde Allah azze ve cellenin hakimiyetinden uzak yaşayan insanların bu konuda uyarılması ve uyanması gerekmektedir ki, tasdik edilince, sahih ve makbul bir imanın varlığından ancak ozaman söz edilebilir.

Kur’an’ı Kerimde Allah azze ve celle ; (Kevni ve şer’i hakimiyet)’ ten bahsederken;

Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?(Araf 185)

“İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun, sana gelen bu ilimden sonra, onların heva (istek ve tutku) larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir yardımcı, dost, ne de bir koruyucu vardır.”(Rad 37)

“Bu, İndirdiğimiz ve hükümlerini farz kıldığımız bir suredir; içinde umulur ki, öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.”(Nur 1) buyurmaktadır.

‘Ha-ke-me’ fiilinin masdarı olan hükm kelimesi; Karar vermek, güç ve tahküm altına alma, terbiye etme boyun eğdirme manası vardır. Hüküm sahibi(Hakimiyet) dendiği zaman Türkçede, belirlemiş olduğu hükümlerle toplumu idare eden merci akla gelir. Bu İslam toplumu için olduğunda, Asrı saadet döneminde olduğu gibi hükmü gerektiren bir meselede  ilk ve son karar merci Allah ve Rasuludur. Çünkü Kuranı kerimde Allah cc;

“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.”(Nisa 65)

Dolayısıyla Müslüman bir fert ve toplum karşılaştığı ihtilaflı meselelerde ve problemlerde Allah ve Rasulune başvurmalıdır, iman bunu gerektirir.

Bu durum beşeri ideolojilerde olduğu zaman değişkenlik göstersede “.nefs, heva, tağut, şeytan” en nihaye İslam dışında olmaktadır. Yine Kur’an’ı Kerimde;

“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah’tan daha güzel olan kimdir?”(Maide 50)

“…Hüküm, yalnızca Allah’ındır…” (Yusuf 40)

Allah cc kitabında hâkimiyetin ancak kendisine ait oluğunu ve başkasının asla olmadığını ve olamayacağınıda diğer ayetlerde de bilidiriyor.(Furkan 2)

 

 

“Cenâb-ı Allah, her türlü hayrı kapsayan ve her türlû şerden uzak tutan Allah’ın sapasağlam hükmünü bırakıp onun dışında kalan ve şahıslar tarafından Allah’ın şerîatine dayanmaksızın konulmuş görüş, hevâ ve ıstılâhlara yönelen kimselerin bu davranışını reddetmektedir. Nitekim câhiliye dönemi insanları da böyle yapıyor, kendi görüş ve hevâlarından hareketle ortaya attıkları dalâlet ve cehâletlerle hüküm veriyorlardı. Moğolların da yaptıkları bu idi. Onlar kendilerine yasak (yasa) koyan kralları Cengiz Han’ın hükümlerine göre yönetiyorlardı. Bu Yasak’ı ise Cengiz, yahudi ve hristiyan şerîatlerinden, İslâm dininden ve başka dinlerden yararlanarak meydana getirmişti. Orada sırf kendi görüşü olan ve hevâsından kaynaklanan hükümler de vardı. İşte onun bu Yasak’ı (Yasası) soyundan gelenler arasında uyulan bir şerîat olmuştu. Onlar Allah’ın kitabı ve Rasûlünün sünneti ile hükmetmeyi bir kenara bırakıp “Yasak” ile hükmediyorlardı. Her kim böyle yaparsa o kâfirdir; Allah’ın ve Rasûlünün hükmüne geri dönüp, az ya da çok hiçbir konuda onların dışında hiçbir şeyle hükmetmemek çizgisine gelinceye kadar onunla savaşmak farzdır’.[2]

 

İslam dini ile diğer beşeri ideolojiler arasındaki kesin çizgi, aynı zamanda ayırıcı çizgi islamın; Yaratıcı ve her şeyi bilen Allah azze ve celle katından, Laik sistemin ise mahluk ve hiçbirşey bilmeyen insanlar tarafından ortaya konması kadar açıktır. Dolayısıyla bu hakikati Kitabullahta Allah azze ve celle ;

Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Gerçek şu ki, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır; bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir. (Bakara 256)

 

İman edenlerden hiç kimse cahiliye ile hükmetmezler.

İnanç özgürlüğü, insanı “insan” yapan, ona bu vasfı gerçek anlamda sağlayan ilk “insan hakkı”dır. İnsanın elinden inanç özgürlüğünü alan kimse, her şeyden önce onun insanlık niteliğini elinden almış demektir. Baskıya ve işkenceye uğramama güvencesi altında inancı yayma ve tanıtma özgürlüğü, temel inanç özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Yoksa inanç özgürlüğü, pratikte hiçbir anlam taşımayan kuru bir laftan ibaret kalır.[3]

Nihayet şunu da kesinlikle ifade ediyor ki, Allah’ın birliğine inanan bir mümin olmak için, Allah’a imandan önce küfre tevbe etmek şarttır. Ve bu tevbenin şartı da tağutları asla tanımamaya kesin karar vermektir. Bu durumda, “kim tağutu inkar eder de Allah’a iman ederse…” ifadesi, “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir. İşte böyle içi ve dışı ile iman eden mutlaka sağlam kulpa yapışmış olur.[4]

Bir mü’minin hüküm konusunda hiçbir düşünce fikir ve yaşam biçimiyle uyuşması ortada buluşması bereaberce haraket etmesi düşünülemez. Bu hak Allah azze ve celleye aittir böyle inanan ve yaşayan mü’mindir.

Şurası da unutulmamlılıdır ki hâkimiyetin ilgası bir metoda mebnidir. Allah’a savaş açmış sistemlerle (Demokrasi, Laiklik, vs) İslâm’ın hâkimiyetini sağlamak mümkün değildir. Zira bu iki kavram (İslam ve dışındakiler) birbirine zıttır ve her ikisi de mahiyetinin dışında kalanlara meyledilmesine müsaade etmez.

[1] Ragıp el isfehani(el-müfredat)

[2] (İbn Kesîr, Tefsîrü’l Kur’âni’l-Azim, Beyrut 1388/1969, II, 67).

[3]  Seyyid Kutub/Fi Zilali’l Kur’an( Bakara 256)

[4] Elmalılı H.Yazır (Bakara 256)

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.