sohbetlerözlü sözleryazarlarmakalelervideolartefsir derslerikavram derslerimedaricus salikin

KELİMELER VE KAVRAMLAR (51) İBADET

KELİMELER VE KAVRAMLAR (51) İBADET
A+
A-

İBADET

Tapmak, kulluk yapmak, itaat etmek, boyun eğmek. Niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan, Cenab-ı Hakka yakınlık ifade eden ve özel bir şekilde yapılan taat ve fiillerden ibarettir. Bu, bizi yoktan var eden, bize sayısız nimetler bahşeden yüce Allah’ı ta’zîm (ululamak, yüceltmek) amacıyla güden bir kulluk görevidir.[1]

Aynı anlama gelen abd (Kulluk) ise ;

Kul, köle, mahlûk, insan. İtaat etmek, boyun eğmek, tevâzu göstermek, daha açık bir ifade ile kişinin bir kimseye, ona isyan etmeden ve ondan yüz çevirmeksizin itaat etmesidir. Abd kelimesinin masdarı olan ubudiyyet (kulluk etmek) insanın sıfatıdır. Sâmî menşeli olduğu için; İbrânîce’de ve diğer akraba dillerde de görülen Abd kelimesi, Arapça’da bazı hususiyetler ifade etmektedir. insanın yaratılış hikmetinin Allah’u Teâlâ (c.c.)’ya kulluğa dayandığı kat’i nasslarla sabittir.

Kur’ân-ı Kerim’de: “Cinleri ve insanları, bana ibadet etmeleri için yarattım” (ez-Zâriyât, 51/56) hükmü beyan buyurulmuştur. Bütün peygamberler abd olduklarını övünerek söylemişlerdir. Hristiyanlar tarafından ilâh olduğu ileri sürülen Hz. İsa (a.s.) bu iddiayı kesinlikle reddederek Kur’ân-ı Kerim’in tabiriyle şöyle der: “Ben Allah’ın bir kuluyum.” (Meryem, 19/30). Hz. Davud (a.s.) için “O ne güzel bir kuldu” (Sâd, 38/30) diye buyrulurken Hz. Eyyüb (a.s.) hakkında da sabrından dolayı şöyle ifade edilmektedir: “Gerçekten biz onu sabırlı bulmuştuk. O ne güzel kuldu” (Sâd, 38/44). Kur’ân-ı Kerim’de birçok isim ve sıfatla anılan Hz. Peygamber (s.a.s.) için en şerefli isim olarak “abd” tabiri kullanılmaktadır. Cenâb-ı Allah’a en yakın bulunduğu Mîrac gecesinde kendisinden “abd” diye sözedilmektedir (el-İsra, 17/1; en-Necm, 53/10) .[2]

Arapça “İbadet” kelimesi üç anlamda kullanılır: a) Tapma ve bağlılık; b) Boyun eğme ve itaat etme; c) Hükmü altına girme ve kulluk yapma. Burada bu üç anlama da gelir; yani: “Biz yalnız sana ibadet ederiz, yalnız senin kulların ve köleleriniz.” “Yalnız Sen’le bu tür bir ilişki içindeyiz” ve “Bu üç anlamıyla da Sen’den başka hiç kimseyi mâbud kabul etmiyoruz.”[3]

Allah’a kulluk edenlerin, ilâhî duygular içinde, yeni ve mânevî bir ortamın rengini alacakları, âyette şöyle ifade buyurulur: “Allah’ın boyası ile boyandık, Allah’ın boyasından (din) daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O’na kulluk ederiz deyin”(Bakara/138).

Maddî ve manevi bütün temizlik çabalarımız ve güzelliklerimiz hep ilk oluştan, doğuştan gelen temelin muhafazasına yöneliktir. İslâm dini ve tevhidi iman, insanların Allah tarafından boyanmasıdır. İman en güzel Allah boyasıdır. Ve işte böylece biz ancak O’na ibadet ederiz, yalnızca O’na kulluk eyleriz. O’nun kulları, O’nun köleleriyiz. Diğer bütün peygamberlere inanmamız, O’nun gerçek peygamberleri olmalarından ve O’nun emirlerini bildirmelerinden dolayıdır. Yoksa biz onları ilâhlaştırıp ilah yerine koymayız. Hele hele hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptığı gibi, şirke sapmayız hatta kendi peygamberimize de tapmayız. Onun hakkında da “Şahitlik ederiz ki, Muhammed Allah’ın kulu ve Resulüdür.” diyerek kelime-i şehadet getiririz.[4]

Allah (cc) Fatiha Suresi’nin 4. Ayeti kerimesinde mealen şöyle buyurmaktadır ;

“Ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz.”

Oysa müslümanın kalbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a bağlı olduğu gibi, ruhu da tüm alemlerin Rabbine boyun eğmiş şu varlık bütünü ile sıkı bir ilişki içindedir.[5]

Kulluk, ibadet ; hayatın tüm alanındaki hal ve hareketleri kapsar. Kalp ile beden ile bedenin tamamıyla ifa edilmesi istenen bir görevdir. Zira bu organlar kullulta vasıta olması, yardımcı olması ve bunlarla kulluk edilmesi için Alemlerin Rabbi tarafından insanlara verilmiştir. Ve bu görev tüm insanlığa verilmiştir.

“Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara/21)

Ey insanlar! Akıl ve erginlik ile insanlığın ilk kemal basamağına basmış olanlar! Bakınız, gerek “ancak sana ibadet ederiz” antlaşmasını vermiş olsun gerek olmasın hepiniz mümin, kâfir, münafık, hangi sınıfa, dünyadaki kavimlerden hangi kavme mensup olursanız olunuz, fakir-zengin, âlim-cahil, hangisinden bulunursanız bulununuz hepiniz her zaman şu emirle sorumlusunuz: sizi ve sizden öncekileri, babalarınızı, analarınızı, bütün atalarınızı, dedelerinizi ve diğerlerini baştan sona yaratan Rabbınıza, âlemlerin Rabb’ine ibadet ve kulluk ediniz, sevgi ve korkunun kemaliyle, en güzel edep ve saygı ile ona boyun eğiniz ve O’nun emirlerine, hükümlerine uyunuz. sözünü verenler onu ifa etsin; vermeyenler, vermeye çalışsın; ona ibadet ve itaat ediniz ki gerçekten korunabilesiniz, gerçek muttakilerden olmanızı ümit edebilesiniz. Yoksa yıldırımlar gibi âlem hadiselerinden, ölümden korkmakla, kulak tıkamakla asla korunamazsınız. Dikkat ediniz. buyuruluyor. Bu ise ümit ifade eder. Bu şekilde de korunmanız bir kuvvetli ümit olarak gösteriliyor da, “korunacağınızdan emin olunuz” denilmiyor. Çünkü ilâhî iradeyi hiçbir şey şarta koşamaz. Siz ibadetinizle onu korumaya mecbur edemezsiniz. Ubudiyet (kulluk) kanunu çoğunluğa ait bir kanundur. Asıl koruyacak olan Allah’ın lütfu ve rahmetidir. İbadet ilk önce yaratılışınızın, terbiyenizin bir teşekkürüdür. Bunun Allah’ı mecbur edecek, minnet altında bırakacak bir gerektirici kudreti yoktur ve zaten Allah’ın layık olduğu şükür ve kulluğu kâmil bir şekilde eda da edemezsiniz. Şu halde “ibadet ediyoruz” diye her sonuçtan emin olmayınız, ancak ümitvar olunuz ve ümidinizi Allah’tan başkasına bağlamayınız ve Allah’ı tanımak için yaratılışınıza ve terbiyenize bakınız. O zaman bilirsiniz ki, bir yaratıcınız ve Rabb’iniz var. Hem sizi ve hem sizden öncekileri yaratan O’dur.[6]

İnsan Allah cc kulluk için yaratılmış bir mahluktur. Ancak nezamanki yaratıldığı gayeden uzaklaşmış işte ozaman Allah cc kulluk etmek ve bu şekilde izzet ve şeref sahibi olmak gibi bir nimetten mahrum kalmıştır. Yinede kulluğun ya da itaatın dışına çıkamaz Allah cc itaat etmiyorsada birine yada birilerine itaat etmek zorunda kalacaktır. Bu durum Peygamberlerin gönderiliş gayeleri aynı zamanda insanların Kur’an’ı Kerimde ağır bir şekilde uyarıldıkları bir mesele dir.Nitekim Kur’an’ı Kerimde;

“Andolsun, biz her ümmete: «Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.” Buyrulmaktadır.

Peygamberlerin çağrılarına dikkat edersek Mekke toplumuna gönderilen Hz.Muhammed(sas)’in o topluma dahil olan insanlara, gelin Allah cc varlığına inanın değil bir ve tek eşsiz olduğuna inanın dediğini tarih kitaplarında görmekteyiz. Ayeti Kelimede;

Andolsun, onlara: «Kendilerini kim yarattı?» diye soracak olsan, tartışmasız: «Allah» diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?(Zuhruf 87)

Bu demektirki o toplum Allah cc bilinmekle beraber yaratılmış olan putlara, insanlara, taşa, önderlere, idarecilere itaat (Kulluk) etmekteydi, o kimselerin sözleri ve istekleri Allah cc emirlerinin önüne geçiyorsa o kimselere kulluk ediliyor demektir. Yine Kur’an’ı Kerimde Allah azze ve celle ;

Onlar Allah dışında hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu İsa’yı ilah edindiler. Oysa onlara sadece tek ilaha, kendisinden başka ilah olmayan ve onların yakıştırma ortaklarından uzak olan Allah’a kulluk etmeleri emredilmişti.(Tevbe 31)

İnsanların şeytanında tesiriyle aldandıkları temel mesele burası. Bir insanın başkasına kulluk ettiğinin göstergesi ben onun kuluyum demesiyle değil, Rahman’ın cc hükmünün yerine onlara itaat etmesi yeterlidir.

İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.( Zümer 3)

“Dini yalnızca Allah’a halis kılarak kulluk etmek” şeklindeki ilke, kesin ve değişmez bir gerçek olarak ortaya konmuştur. Çünkü bu, yalnız ve yalnız Allah’ın hakkıdır. Kulluk edilmeye layık olan sadece O’dur ve sadece O’na itaat edilmesi gerekir. Allah’a kulluk etmeyi reddedip de başkalarına itaat eden kimse dalâlettedir. Şayet Allah’a kulluk etmekle birlikte, başkalarına da kulluk ediyorsa, bu da şirktir. Nitekim bu ayeti kerimenin en güzel izahını Hz. Peygamber (s.a) yapmıştır. İbn Merduye’nin Yezid el-Kursî’den naklettiğine göre bir şahıs Hz. Peygamber’e, “Şayet bizler mallarımızı şan, şöhret olsun diye tasadduk edersek, Allah bize bir mükafat verir mi?” diye sormuştur. Hz. Peygamber, “Hayır” diye cevap verince, bu sefer o şahıs, “Hem Allah rızası, hem de şan, şöhret için tasadduk edersek?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Allah, hâlisane olarak sadece kendi rızası için yapılmamış hiçbir ameli kabul etmez” dedi ve bu ayeti okudu.

Mekkeli kâfirler ve genelde tüm müşrikler, “Biz başka kimselere yaratıcı oldukları için kulluk etmiyoruz. Biz sadece Allah’ı yaratıcı olarak kabul ediyor ve O’na itaatte bulunuyoruz. Ancak O’nun yüce makamına doğrudan ulaşamadığımız için, arada bulunan mübarek zatlara dua ediyor ve dualarımızı Allah’a çabucak ulaştırsınlar diye onlara müracaatta bulunuyoruz” demektedirler.

Yani, “İttifak ancak tevhid üzerinde sözkonusudur, şirk üzerinde ise ittifak etmek mümkün değildir.” Hiçbir müşrik hangi ilâhın, hangi aracının Allah’a daha yakın olduğu konusunda hemfikir değildir. Bazıları aya, güneşe ve yıldızlara vs. aracı olarak tapmaktadır ama, aralarında, bunlardan hangisinin Allah’a daha yakın olduğu konusunda bir birliktelik yoktur. Yine bazıları ölmüş bulunan muhterem zevatın Allah indinde kendilerine şefaat edeceğine inanmalarına rağmen hangisinin orada daha etkili olduğu konusunda ayrılık içindedirler. Dolayısıyla bu tür inançların hiçbiri bir ilme dayanmaz. Çünkü kimin ilahî yetkiyle donatıldığı, kimin sözlerinin Allah indinde geçerli olduğu, Allah tarafından bir liste halinde gönderilmiş değildir.

Tüm bunlar cahilce inanışlar ve ataları körü körüne taklidin bir sonucu olduğu için, ihtilafın vukû bulması kaçınılmazdır.Allah Teâlâ, bu kimseler için “Kâzip” ve “Kâfir” olmak üzere iki tür ifade kullanmıştır. Kâzip denmesinin nedeni onların Allah’a yalan ve iftira uydurmuş olmalarıdır. Kâfir ifadesi ise, ilki, hakkı reddetmeleri ve tevhidi bildikleri halde batıl inançları üzerinde ısrar etmeleri, ikincisi ise, “Allah’ın nimetleri için başkalarına şükretmeleri ve Allah’ın verdiği rızık ve nimetlerde, O’nun yanında sözü geçtiğini zannettikleri kimselerin payı olduğuna inanmaları” dolayısıyla iki anlamda kullanılmıştır.[7]

[1] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1935, I, 95

[2] Şamil İA

[3] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, Fatiha/4 Tefsiri

[4] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili,Bakara/138 Tefsiri

[5] Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an, Fatiha/4 Tefsiri

[6] Elmalılı Hamdi Yazır , Hak Dini Kur’an Dili, Bakara/21 Tefsiri

[7] Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, Zümer 3 Tefsiri

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.