EBU’L A’LÂ MEVDUDİ’NİN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA HADİD SURESİ 1. VE 2. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1- Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir.(1) O, üstün ve güçlü (aziz) olandır,(2) hüküm ve hikmet sahibidir.
2- Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye güç yetirendir.
AÇIKLAMA
1. Yani, kâinat nizamı içerisinde bulunan her şey, kendisini yaratan Zat’ın her türlü kusur, zaaf ve noksanlıktan münezzeh olduğunu açıkça ispatlamaktadır. Çünkü o Zat’ın sıfat ve fiilleri mükemmeldir. Yaratılış ve yarattıklarının idaresi ile ilgili emirlerinin tümü, her türlü kusur, zaaf ve noksandan berîdir.
“Sebbeha” fiili burada mazi sîgasıyla (geçmiş zaman kipiyle) kullanılmıştır. Fakat bazen muzari sîgasıyla (geniş zaman kipiyle) kullanıldığı yerler de vardır. Bu farklılık, kâinattaki her zerrenin Allah’a hamd etmiş olduğuna, hâlâ etmekte ve gelecekte de edeceğine delalet eder.
2. “Huve’l-Aziz’ûl-Hakim” (O azizdir, hakimdir) ifadesinde geçen “huve” zamiri, tekid için başa getirilmiştir. Yani aziz ve hakim ancak O’dur. Aziz; kuvvet sahibi, kâdir ve kâhir anlamına gelir. Hiç kimse O’nun emirlerine karşı koyamaz ve herkes O’nun emirlerini yerine getirmek zorundadır. O’na karşı çıkan, O’ndan kaçıp kurtulamaz. Hakim ise hikmet sahibi demektir. Yani O’nun yaptığı her şeyde bir hikmet vardır. O’nun yaratışı, idaresi, emirleri ve yol göstermesi yine bir hikmete dayanmaktadır. Yaptıkları akla ve mantığa ters değildir, hiçbirinde bir bilgisizlik yoktur.
Burada ince bir nokta dikkate değer. Kur’an’da Allah’ın “aziz” sıfatı ile birlikte Kuvvetli, Cebbar, Muntakim, Kahhar gibi sıfatları pek nadir olarak ve zalimlerin, asilerin azabla korkutulduğu yerlerde kullanılmıştır. Dolayısıyla bu kullanımlardan, Allah’ın mutlak iktidar sahibi olduğu anlamı çıkar. Ancak bu gibi yerlerin dışında Aziz sıfatı yanında, Hakîm, Alîm, Rahîm, Gafûr, Vehhâb, Hamîd gibi başka sıfatlar da kullanılmıştır.
Böylece, bu kadar güçlü ve kuvvet sahibi olan Zat nasıl akılsız, merhametsiz, affetmeyen, kötü vasıfları bulunan biri olabilir? Zulüm ve insafsızlık varsa şayet, bunun temelinde yatan neden, başkaları üzerinde iktidar sahibi olan insanların, Allah’ın yukarıda zikredilen güzel sıfatlarına haiz olmayışlarıdır. Kuvvet ve iktidar sahibi olan bir kimsede, bu güzel sıfatlar ne kadar az bulunuyorsa, bu kimsenin idaresinde zulüm ve fesadın derecesi de o kadar yüksek olur. Dolayısıyla Kur’an’da nerede Allah’ın “Azîz” sıfatı zikredilmişse hemen onun yanında Hakîm, Alîm, Rahîm, Gafûr, Hamîd, Vehhâb sıfatları eklenmiştir. Böylece insanlar, kendilerini yaratan Allah’ın mutlak iktidar sahibi olduğunu, yeryüzünden gökyüzüne kadar tüm kâinatta O’nun emirlerinin geçerli olduğunu ve O’na karşı koymaya kimsenin gücünün yetemeyeceğini anlasınlar. O hakîmdir; her emri bir hikmete dayalıdır, Alîmdir; her şeyi bilir, dolayısıyla emirlerinde yanılma ihtimali yoktur. Rahîmdir; kuvvetini merhametsizce kullanmaz. Gafûrdur; yarattıklarına hoş görülü davranır ve affedicidir. Vehhâbtır; emri altındakilere cimri değil, cömert davranır. Hamîddir; tüm mükemmel sıfatlara haizdir ve hem de bunlara lâyık olan da sadece O’dur.
Kur’an’ın bu açıklamaları siyaset ve hukuk bilimcileri tarafından daha iyi anlaşılır; zira “Hakimiyet”, hakimiyet sahibinin, sınırsız yetki ve gücü elinde bulundurmasını gerektirir. Dahili veya harici hiç bir güç, hakimiyet sahibinin kararlarına karşı çıkmadığı gibi, onları değiştirmeye çalışmamalı, uygulamalarına mani olmamalı ve sonuçta O’nun kararlarına uymaktan başka bir çare aramamalıdır. Ayrıca böylesine sınırsız bir iktidar sahibi, kusur ve noksandan beri, ilim ve hikmette mükemmel olmalıdır. Aksi taktirde bu sınırsız iktidar, ahmak, cahil, merhametsiz ve kötü vasıflara sahip bir kimsenin elinde bulunursa, ortada zulüm ve fesaddan başka bir şey olmaz. Bu yüzden, düşünürler siyasal sistemlerle ilgili teorilerini öne sürerlerken, idarecileri kesin iktidar sahibi farzederek, onları her türlü noksandan münezzeh kabul etmek zorunda kalmışlardır. Ancak hiç bir kulun hatasız ve sınırsız, mutlak bir yetki sahibi olamayacağı apaçık ortadadır. Ayrıca bir önderin, bir meclisin, bir milletin, bir partinin sınırlı iktidarının hatadan beri olması mümkün değildir. Dolayısıyla yanılgıya düşmeyen bir hikmete, ihata etmediği hiç bir şey olmayan bir ilme, tüm insanlık bir araya gelse sahip olamaz. Bu yüzden bir parlemento iktidarının böylesine bir bilgi ile mücehhez olması tasavvur dahi edilmez. Çünkü insan, insan kaldığı müddetçe bencillik, heva, heves, korku, taassub, muhabbet, nefret vb. zaaflardan tamamen arınamaz. İşte bu gerçeği dikkate alırsak Kur’an’da öne sürülen yönetim felsefesinin en doğru ve en mantıklı olduğunu hemen kavrarız. Kur’an, aziz olan Allah’tan başkasının, mutlak iktidar sahibi olamayacağını, Allah’ın ise Hakîm, Alîm, Rahîm, Gafûr, Hamîd, Vehhâb ve her türlü kusur ve noksandan münezzeh olduğunu söyler.