SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA ANKEBUT SURESİ 61. VE 63. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
61- Eğer müşriklere “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı insanların yararına sunan kimdir?” diye sorarsan kesinlikle “Allah’tır”derler. Öyleyse nasıl gerçekten saptırdıyorlar?
62- Allah, dilediği kulunun rızkını bol verir, dilediği kulunun rızkını da kısar. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir.
63- Eğer müşriklere “Gökten yere su indirerek onun aracılığı ile ölmüş toprağı canlandıran kimdir?” diye sorarsan kesinlikle “Allah’dır” derler. De ki, “Hamd olsun Allah’a”Aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir.
Bu ayetler o zamanki Arapların bağlı bulundukları inanç sisteminin bir tablosunu çiziyor. Bu da gösteriyor ki, Araplar’ın inanç sistemlerinin temeli tevhidi, yani Allah’ın ilahlıkta ve Rabb’lıkta birliği ilkesiydi. Sapmalar daha sonra baş göstermişti. Bunda şaşılacak bir şey yok. Çünkü Araplar Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’in soyundan geldikleri gibi İbrahim’in dinine bağlı olduklarına da inanıyorlardı. Bu noktadan harekétle bağlı bulundukları inanç sistemini üstün görüyorlardı. Yine Hz. İbrahim’in dinine bağlı olmakla övünerek yarımadada kendileri ile birlikte yaşayan Yahudi ve Hristiyanların inançlarını küçümsüyorlardı. Tabii kendi inançlarındaki çelişki ve sapmaları görmüyorlardı.
Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş’i ve Ay’ı insanların yararına sunanın, gökten su indirip bu su aracılığı ile ölü toprağı canlandıranın kim olduğu sorulduğunda bütün bunları yapanın yüce Allah olduğunu söylüyorlardı. Buna rağmen onlar kendi elleriyle yonttukları putlara ya da cinlere yahut meleklere kulluk sunuyorlardı. Bu saydıklarımızı yaratma işleminde Allah’a ortak koşmamakla beraber kulluk sunarken bunları O’na ortak koşuyorlardı. Bu ise, tuhaf bir çelişkiydi. Yüce Allah bu çelişkinin tuhaflığını bu ayetlerde dile getiriyor. “Öyleyse nasıl gerçekten saptırılıyorlar” Yani nasıl oluyor da gerçek inançtan saptırılıp böylesine karmaşık, tuhaf bir inanca bağlanıyorlar? “Aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir.” Çünkü böylesine karmaşık, böylesine çelişkili bir inancı kabul eden birinin aklı çalışmıyor, düşünme yeteneğinden yoksun demektir.
Gökleri ve yeri yaratanın, Güneş’i ve Ay’ı insanların yararına sunanın kim olduğuna ilişkin soru ile gökten su indirip bu su aracılığı ile ölü toprağı canlandıranın kim olduğuna ilişkin olarak yöneltilen soru arasında yüce Allah’ın kullarından dilediğinin rızkını bollaştırdığı, dilediğinin de daralttığı vurgulanıyor. Böylece rızıkla ilgili ilahi yasa ile göklerin ve yerin yaratılışı ve diğer ilahi güç ve yaratmanın etkin olaylar arasında bağlantı kuruluyor. Bu da Allah’ın büyük küçük her şeyi kapsayan bilgisine dayandırılıyor: “Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilir.”
Rızıkla gök cisimlerinin dönmesi arasındaki bağlantı; hayatla su ile ekin ve bitkilerle ilgisi açıktır. Rızkın bollaşıp daralması da yüce Allah’ın elindedir. Bu da yukarıdaki ayetlerde sözü edilen gerçekler, evrensel gizli olaylara uygun olarak gerçekleşir. Çünkü gökten inen su, akarsular, yeşeren bitkiler, üreyen hayvanlar, yer altı madenleri ve cevherler, kara ve deniz avcılığı gibi genel rızık kaynakları bütünüyle gökleri ve yeri yönlendiren evrensel yasalar sistemine, güneşin ve ayın insanların yararına sunulmuş olmasına bağlıdırlar. Bu bağlılık açık ve dolaysızdır. Bu evrensel yasalar sisteminde en ufak bir değişiklik meydana gelecek olursa, bu değişikliğin etkileri tüm yeryüzündeki hayata ve yer altındaki doğal zenginlik kaynaklarına anında ve aynı oranda yansır. Hatta yer altındaki bu kaynakların oluşumu, bir yerde toplanması, bir yerden diğerine aktarımı yeryüzünün yapısından kaynaklanan sebeplere ve yerin güneş ve ayın hareketlerinden etkilenmesine bağlantılı olarak gerçekleşir.(Daha geniş bilgi için Furkan suresinin 2. ayetinin tefsirine bakınız)
Kur’an-ı Kerim, kendi gerçekliğinin kanıtı ve delili olarak dikkatleri koskoca evrene ve onun görkemli sahnelerine çeker. Kendi içerdiği gerçeği düşünmenin, gözlemlemenin sergi alanı olarak evreni gösterir. İnsan kalbinin bu evren karşısında durup etraflıca düşünmesini, evrendeki dehşet verici gelişmeler karşısında uyanık bulunmasını, yaratıcı eli ve sonsuz gücünü hissetmesini, O’nun koyduğu olağanüstü ahenge sahip yasalar sistemini kavramasını sağlar. Bunun için düzgün ve basit bir bakış yeterlidir. Zor ve yorucu bilimsel araştırmaya da gerek yoktur. Sadece uyanık bir duyguya, basîretli bir kalbe ihtiyaç vardır. Kur’anı Kerim evren içinde Allah’ın ayetlerinden birini somut olarak belirginleştirdiği zaman insanı bu sahne karşısında durdurur. Allah’ı överek tesbih etmesini sağlar. Sonuçta bütün kalpleri Allah’a bağlar: De ki; “Hamd olsun Allah’a aslında onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksun kimselerdir.”
Dünya hayatından, dünyadaki rızıkların bollaşıp daralmasından söz edilmişken Kur’an-ı Kerim insanın özüne bütün değer yargıları için son derece duyarlı bir ölçü koyuyor. Birden bütün nimetleriyle rızıklarıyla dünya hayatı, ahiret yurdundaki hayatla karşılaştırıldığında bir oyun ve eğlence olarak beliriyor!