BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd âlemlerin Rabbi ALLAH (Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve Selam âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimize aline, ashabına ve tüm Müslümanların üzerine olsun.
Dünya kelimesi denev kökünden gelip dünyanın mastarıdır, “deni” edna aynı köktendir. Adi, bayağı, sıradan ve alçak manasına gelir. Dünya bir imtihan sebebidir. Dünya ve içindekiler hatta dünya nimetleri bir yönüyle fitnedir. Dünya nimetlerine çok sahip olunduğu vakit insanlar çoğunlukla azgınlaşır. Sıkıntıya girdikleri vakit de Rabbine yalvarırlar, insan dünya nimetlerine ne kadar çok sahip olursa doymaz fazlasını ister. Bu durumların tamamı da fitnedir.
Bu tavra karşı ALLAH(Celle Celaluhu) Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor;
“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra tarafımızdan ona bir nimet ihsan ettiğimizde der ki; “Bu, bana ancak bir bilgim dolayısıyla verildi. Hayır, bu bir fitne kendisini bir denemedir. Ancak onların çoğu bilmiyorlar.”
Dünya da insanı aldatan fitnelerin başkalarından biri de şüphesiz ki dünya nimetleri yani mal ve mülktür. Dünya nimetlerinin çokluğuna sahip olup da şımarmayan kimseler çok azdır. Zira dünya nimetleri nefsin azgınlığına sebep olabilir. İnsanın onunla meşguliyeti ve ona karşı sevgisi, kişiyle ALLAH (Celle Celaluhu) arasında perde oluşturmak suretiyle ubudiyetten uzaklaşmasına tul-i emel ile ahiret hayatını uzak görecek çoğu kez onu unutmaya vesile olur. Kişinin ahiret hayatını kendine uzak görmesi yönü etkili olduğu için takvasından ödün vermeden yaşamak bilhassa takvasını arttırmak mümkün olmakla beraber gayet zordur, dünya nimetleri gerek mal, mülk gerekse saltanat olarak birer at gibidir. O’na sahip olarak düzgün gidebilmek dizginleri elinde sağlam bir şekilde tutabilmek oldukça zordur. İnsanın dizginleri elinde tutabilmesi ALLAH(Celle Celaluhu) ile bağının çok kuvvetli olmasına ve hiçbir zaman takvasında gevşeklik göstermemesine bağlıdır. Saltanat sahipleri oldukları halde ALLAH(Celle Celaluhu) ile bağlarını gevşetmeden gittikçe kuvvetlenerek devam edenler sayı bakımından azda olsa mevcuttur. Peygamberlerden Hz. Davud (a.s) ve Süleyman (a.s) yine Peygamberimiz ve büyük velilerden Hulefa-i Raşidin bunlara örnek verilebilir. Lakin bu imkanlara sahip olup da azgınlaşan sahip olmadan önce çok takvalı bir kul iken mala, mülke sahip olduktan sonra ALLAH(Celle Celaluhu) ile arasını açarak sapıtan kimseler ise çoğunlukta olmuştur.
Bu hususu izah eden birçok Ayet-i Kerime vardır. Biz burada o Ayet-i Kerime’lerin hepsini zikretmekten ziyade Kur’an-ı Kerim’de ifade olunan bir kıssadan misal vermeyi daha uygun bulduk. Kıssa malum olduğu halde bir kere daha okuyalım;
“Gerçek şu ki, Karun, Musa’nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: “Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez.” (KASAS, 76)
“Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez.” (KASAS, 77)
Dedi ki: “Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir.” Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. (KASAS, 78)
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: “Ah keşke, Karun’a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir” dediler. (KASAS, 79)
Kendilerine ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size, Allah’ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz” dediler. (KASAS, 80)
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. (KASAS, 81)
Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: “Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkâr edenler felah bulamaz” demeye başladılar. (KASAS, 82)
İşte ahiret yurdu; biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (KASAS, 83)
Mal, mülk, can, hayat ve kâinatta olan her şey ALLAH(Celle Celaluhu)’ındır. İnsan mevcudattan bir zerre yaratmaya muktedir değildir. Lakin dünya nimetleri kendisine verilen insan çoğu kez gaflete düşecek, nefsin ve şeytanın hilesine aldanarak bunu kendisinden zanneder. Oysa bunlar imtihan için kendisine verilmiş ve bununla sınanmaktadırlar. Kişi isterse bu imkânları ALLAH(Celle Celaluhu) yolunda sarf etmek suretiyle sevap kazanır, dilerse de bunu kendisinden bilip aldanarak kendisi ile ALLAH(Celle Celaluhu) arasında perde oluşturmak suretiyle azgınlaşır ve sapıtır. Bu haliyle dünya nimetleri kişi için bir fitne oluşturur. Tefsirlerde geçen rivayetlere göre;
Karun önceden fakir aynı zamanda abid bir zat idi, Hz. Musa (a.s)’ya “Ey ALLAH(Celle Celaluhu)’ ın peygamberi benim için Rabbine dua et ki bana dünya da çok nimet versin ki bununla çok sevap kazanayım, fakirlerin ihtiyaçlarını gidermek ve mücahitleri desteklemek suretiyle ALLAH(Celle Celaluhu)’ın dinine hizmet edeyim dedi.” Hz. Musa (a.s); “Ey Karun! Şükrünü yaptığın az mal, şükrünü yapamadığın çok maldan hayırlıdır.” Diye uyarıda bulundu. Karun ise bu dilediğini ısrarla tekrar tekrar Hz. Musa (a.s)’ya iletti. Hz. Musa (a.s) ise kimya ilmini ona öğretti. O’da bu ilimle çok altın hazinelerine sahip oldu. Bir rivayette hazinelerinin anahtarlarını 60 katır güçlükle taşıyordu. Hz. Musa (a.s) zekat için görevlendirdiği memurları Karun’a gönderdi. Karun malının zekatını ayırdığında büyük bir harman oluşturduğunu görünce ( vermek istemeyerek) ALLAH(Celle Celaluhu)’a yemin ederim ki Musa’nın (a.s) bu isteği haraçtır ve zulümdür, vermiyorum diyerek zekat memurlarını geri çevirdi. Karun’un altın yaldızlı işlemeli eğerlerle süslemeli atına binerek halkın içerisindeki ihtişamını gören ehli dünya “ Keşke ALLAH(Celle Celaluhu) bize de bunun gibisini verseydi diyorlardı. Fakat Karun’un zekat vermeyişinden ve sonra ALLAH(Celle Celaluhu)’ın onu helak ediş şeklini gördükten sonra “Dünya malı ve ihtişam ancak bir fitnedir, Ahiret yurdu hayırlı olandır.” Demişlerdir.
Dünya nimetlerinin, insanların sadece ibadetlerini değil itikatlarını dahi zayi etmeye vesile olmasından dolayı insanların bu fitneye karşı teyakkuzda olmasının zaruretidir. Zira bu zarar sadece ferdi olarak kalmayıp topluma da sirayet edebiliyor. Topluma sirayet eden zararlar ise bulaşıcı hastalıklar gibidir.
Rabbimizin dünya nimetlerini ve dünyaya ait bütün göz kamaştırıcı güzelliklerini insanların hizmetine sunması bir deneme sebebidir. Ancak inanan kişi bu geçici güzelliklere ve zenginliklere aldanmamalıdır. Çünkü ALLAH(Celle Celaluhu) katında olan güzellikler ve iman edip salih amel işleyen kulları için hazırladıkları daha çok ve daha kalıcıdır. Dünya nimetlerinin fitne oluşu insanlar için eğitici bir denemedir. Bu denemeyi kazananlar dünya ve ahiret saadetini elde ederler. Kaybedenler ise bazen dünyada biraz imkânlara sahip olsalar da ebedi hayatta ebediyen hüsrana uğramış kimselerden olurlar. ALLAH(Celle Celaluhu) bütün Ümmet-i Muhammed’i bu durumdan muhafaza etsin. AMİN
SELAM VE DUA İLE