KELİMELER VE KAVRAMLAR (61) İNSAN-NAS
İNSAN-NAS
Ruh ve bedenden meydana gelen Allah’ın yeryüzündeki halifesi. Âdem, beşer. Canlılar arasında en üstün olanı.
İslâm, insanın temel özelliğinin yaratılmış bir varlık olduğunu bildirir. İnsan kendiliğinden, tesadüfen veya sebeplerin birleşmesiyle var olan bir canlı değil, bilâkis Allah’ın yaratmış olduğu bir varlıktır. Böylece insandaki yaratılma özelliğini de ortadan kaldırmaktadır. O’nun ilâhlık veya kendiliğinden olma özelliğini de ortadan kaldırmaktadır. Çünkü Ezelî ve Ebedî olan sadece Allah’tır. Diğer canlı-cansız bütün her şey sonradan var edilmiştir. İnsanın yaradılışı O’nun gereksinimi olan bütün her şeyin yaratılmasından sonra gerçekleşmiştir. Böylece insan, yeryüzünde bulunan bütün yaratılmışların üzerine halife tayin edilmiştir.
Deniyor ki: İnsan neslinin, birbirleriyle uyumlu bir yakınlaşmadan başka ayakta kalma şansları olmayacak bir şekilde yaratıldığından, bu İsmi almıştır. Bu açıdan, insan doğası gereği medenidir denmiştir. Yani: İnsan cinsi birbirine dayanmadan edemez ve hayatı için gereken tüm şartlan kendisi oluşturamaz. Uyuştuğu herkesle kaynaştığından bu ismi almıştır diyenler de vardır. İnsan kelimesinin aslı kalıbında gelmiştir; bu ismi almasının nedeni, Yüce Allah ‘in kendisiyle yaptığı anlaşmayı unutmasıdır, diyenler de vardır.[1]
Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene , Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun), Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur, Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems 7 – 10)
Yani, biz insana sadece akıl ve düşünme yeteneği vererek kendi kendine yol bulsun diye bırakmadık. Ayrıca yol da gösterdik. Düşünerek ve anlayarak dilediğini seçmesi için ona iyilik ve kötülük, doğruluk ve sapıklıktan oluşan iki yol açıkladık. Aynı konuyla ilgili olarak Dehr suresinde de şöyle buyurulmuştur: “Biz insanı katışık bir nutfeden yarattık, onu deneriz, bu yüzden onu işitir ve görür kıldık. Şüphesiz ona yol gösterdik, kimi buna şükreder kimi de nankörlük eder.
İnsanoğlu gönderilişinin hikmetlerini ve başına gelen olumsuz olayların hikmetlerinde hakka ulaşmasını sağlayan durumları insana fayda veren bal be süt gibidir.
İnsanın olumlu yönleri: Yeryüzünde halife olması, kula kölelikten kurtulup Allah’a kul olması, yeryüzünde adaletin sahipleri olması, Allah’tan gayrisi için boynunu bükmeyişi, Rabbinden gelen emirlere göre bir hayat kurması, Dünyadan uzaklaşıp ahirete yönelmesi, kalpleri sürekli Allah’ı zikirle dolması, namazla zekatı ayırmadıkları gibi dünya ve ahiretide ayırmamış olmaları vb.
İnsanın olumsuz yönleri: Yeryüzüne niçin gönderildiğini farketmeyip dünyaya kul olması, ahirete yönelmesi gerekirken dünyaya doğru meyledişi, Allah’tan gayrisini İlah edinmemesi gerekirken nefsini İlah edinmesi, şeytanın adımlarını terketmesi gerekirken ona tabi olması, Yüzünü Rahman’a dönmesi gerekirken sırtını dönmesi, nasıl bir evrelerden yaratıldığını unutup Rabbine karşı kibirlenmesi, asıl hayatına değilde geçici hayata önem vermesi tabiri caizse bal ve süt yerine zehir içerek hayatını sürmesi.
İşte insanı bu iki halden hayır olana gitmeyişinin durumu aşağıdaki Ayeti Kerimede belirtildiği üzeredir
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır. (Araf 179)
Akılları ve duyuları olmayan bu kimseler, yemek içmek ve dünya lezzetlerinden yararlanmaktan başka düşünceleri bulunmayan dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan daha sapıktırlar. Çünkü hayvanlar, faydalarına olan şeyleri ister, zararlarına olan şeylerden nefret ederler. Yemede içmede israf etmezler, öbürleri ise, inatlarından kendilerini ateşe atarlar, bütün lezzetlerde aşırı giderler, sevap olana yönelmezler. Hayvanların, faziletler elde etmek için kudretleri yoktur. Fakat insanoğluna, fazilet elde etme kudreti verilmiştir. Bu tip insanlar, Allah’ın ayetlerinden, şuurlarını ve akıllarını yaratılış amaçlarına Yani duyulanlardan, görülenlerden istifade etmek uygun olarak kullanmaktan tam bir gaflet içindedirler. İstikbâle bakmayan, sadece dünya hayatına yönelen, ahiret hayatında ebedî kalmayı hak ettirecek çalışmayı terkeden cahil ahmak kimselerdir. Bu manada onların gafleti, düşünmeyi terk, cennet ve cehennemden yüz çevirmek manasına olur.[2]
“Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan da daha sapıktırlar. Onlar gaflet içindedirler.”
Bunlar etraflarını kuşatan Allah’ın evrendeki ve hayattaki ayetlerini umursamamışlardır. Kendilerinin ve başkalarının başından geçen olaylardan habersiz yaşamışlar ve bu olaylardaki Allah’ın elini görmemişlerdir. İşte bunlar hayvan gibidirler. Hatta onlardan da daha sapıktırlar. Çünkü hayvanların doğuştan gelen yol gösterici içgüdüleri vardır. Cinler ve insanlar ise, anlayışlı bir kalple, görebilen bir gözle ve derleyebilen bir kulak ile donatılmışlardır. Onlar gereği kavramak için kalplerini, gözlerini ve kulaklarını açmadıklarından, hayatın önünden aldırmadan geçip kalplerini onun asıl anlamını ve amacını kavramak için kullanmadıklarından, gözleri hayatın manzaralarını ve gerçeklerini görmediğinden, kulakları hayatın duygularını ve mesajlarını derleyip toplamadığından, değerlendirmediğinden… Evet bu durumda onlar, sadece yönlendirici fıtratlarından kaynaklanan içgüdüleri ile başbaşa bırakılan hayvanlardan daha sapıktırlar! Sonra da onlar cehennemin yakıtı olurlar! Allah’ın takdiri, dilemesine uygun olarak onları cehenneme sürükler. Zira Allah’ın dilemesi, onları bu yeteneklere uygun biçimde yaratmış ve onların ceza yasasını bu şekilde belirlemiştir. Dolayısıyla onlar Allah’ın ezeli ilminde olduğu gibi varoldukları zamandan itibaren cehennemin yakıtı olurlar!
“Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan da daha sapıktırlar. Onlar gaflet içindedirler.”
Bunlar etraflarını kuşatan Allah’ın evrendeki ve hayattaki ayetlerini umursamamışlardır. Kendilerinin ve başkalarının başından geçen olaylardan habersiz yaşamışlar ve bu olaylardaki Allah’ın elini görmemişlerdir. İşte bunlar hayvan gibidirler. Hatta onlardan da daha sapıktırlar. Çünkü hayvanların doğuştan gelen yol gösterici içgüdüleri vardır. Cinler ve insanlar ise, anlayışlı bir kalple, görebilen bir gözle ve derleyebilen bir kulak ile donatılmışlardır. Onlar gereği kavramak için kalplerini, gözlerini ve kulaklarını açmadıklarından, hayatın önünden aldırmadan geçip kalplerini onun asıl anlamını ve amacını kavramak için kullanmadıklarından, gözleri hayatın manzaralarını ve gerçeklerini görmediğinden, kulakları hayatın duygularını ve mesajlarını derleyip toplamadığından, değerlendirmediğinden… Evet bu durumda onlar, sadece yönlendirici fıtratlarından kaynaklanan içgüdüleri ile başbaşa bırakılan hayvanlardan daha sapıktırlar! Sonra da onlar cehennemin yakıtı olurlar! Allah’ın takdiri, dilemesine uygun olarak onları cehenneme sürükler. Zira Allah’ın dilemesi, onları bu yeteneklere uygun biçimde yaratmış ve onların ceza yasasını bu şekilde belirlemiştir. Dolayısıyla onlar Allah’ın ezeli ilminde olduğu gibi varoldukları zamandan itibaren cehennemin yakıtı olurlar![3]
İnsanoğlu varlık sebebini anlamak için Kur’an’a yöneldiğinde şu ayetlerle karşılaşıyor;
Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler Hamdi’nle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.(Bakara 30)
“Bizim, sizi boş bir amaç uğruna yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sanmıştınız?”(Mu’minun 115)
Siz kendinizi boş yere yani oyun olarak batıl yere, maksatsız ve bizim tarafımızdan hiçbir hikmet olmaksızın yaratılmış olduğunuzu mu zannediyorsunuz? Bilâkis biz sizi ibadet, terbiye, eğitim ve Allah Teâlâ’nın emirlerini ihya etmek için yarattık. Siz ahiret yurdunda hesap görülmesi ve amellerin karşılığının verilmesi için bize dönmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz?
Nitekim Cenab-ı Hak bir başka ayette şöyle buyurmaktadır:” insan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyamet,75/36)
“Mülkün gerçek sahibi Allah pek yücedir! O’ndan başka ilâh yoktur. O şanlı arşın Rabbidir.” Şu geniş mülkün sahibi olan, sabit olan, devamlı olan Allah boş yere bir şey yaratmaktan münezzehtir, mukaddestir. Çünkü O bundan münezzeh olan, hak olan, mülkün gerçek sahibi olan Allah’tır. O kâinatın nizamının hikmetle ve yüce bir maksatla idare edildiği güzel, şanlı ve göz alıcı arşın sahibidir.[4]
İnsan yeryüzünün halifesidir. Eğer şeriat ahkamı yaşanıyor ise devamı ve bekası için çalışan eğer İslam’ın gereği olan akidevi, içtimai ve ameli nizam yaşanmıyor ise yaşanması için mücadele eden kimsedir. Kısaca halife yeryüzünü Allah cc kitabına göre imar eden memurdur. Bu memurun görevi ve gayesi aşağıdaki ayetlerde net olarak bildirilmiştir.
Ben, cinleri de, insanları da, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.( Zariyat 56)
Hatırlatılması gerekli olan vazifenin esasının ne olduğuna gelince; Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet ve kulluk etsinler diye yarattım. İşte hatırlatılması gereken vazife budur. Cin ve insan cinsinin yaratılmasının hikmeti Allah’ı tanıyıp ona ibadet ve kulluk etmektir. Bunun dışında başka şeylere tüketilen ömürler, ameller zayi edilmiş olur, onun için azabı hak eder. Bazıları “bana ibadet etsinler diye…” ifadesinde “beni tanısınlar diye” şeklinde bir tefsir nakletmişlerdir. Bunun mânâsı da “Beni mabud tanısınlar.” demektir. Bu ise benim emirlerimi tutarak bana kulluk ve ibadet etsinler demeye gelir. İbadet ve kulluk, isteyerek yapılan fiillerden olarak istenen fiil oldukları için bazılarının bunu yapmaması insan ve cin cinsi için en mükemmel gaye olmasına aykırı olmaz. Bundan yüce Allah’ın muradının geri kalmış ve yerine getirilmemiş olması manasının çıkarılması da gerekmez. Çünkü bu gibi yerlerde, Fıkıh bilginlerinin dedikleri gibi “Hikmet, fertlerin her biri itibarıyla değil, cins itibarıyla göz önüne alınır.” Kısaca bunun manası ibadet ile mükellef olmak üzere yarattık demektir. Yoksa hepsinin Salih kullardan olmasını tekdir eyledik, demek değildir.[5]
Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.( Ahzab 72)
Kuşkusuz, özgür irade, kavrama yeteneği, kişisel girişim ve sorumluluk yüklenme… İşte bunlardır insanı, yüce Allah’ın yarattığı birçok varlıktan ayrıcalıklı kılan. Yüce Allah’ın yüceler aleminde duyurduğu ve onunla melekleri Ademe secde ettirdiği bu onurun gerekçesi budur. Yüce Allah, insana verilen bu onuru kalıcı kitabı olan Kur’an’da şu sözlerle duyuruyor: “Biz Ademoğullarını gerçekten çeşitli ayrıcalıklarla donattık.” (İsra suresi, 70) Şu halde insan, yüce Allah’ın katındaki ayrıcalığının gerekçesini bilmelidir, göklere, yere ve dağlara sunulan ama onların yüklenmekten kaçınıp, korktukları ve fakat kendisinin isteyerek yüklendiği emaneti yerine getirmelidir…![6]
İnsanın Ölümü
“Ölüm sarhoşluğu bir gün Hakk’ı getirirde «İşte ey insan bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir» denir.” (Kaf/19)
Hak ile gelmekten maksat, ölümün canı söküp alan o başlangıç safhasıdır. Bu sahfada, dünya hayatında üzerine perde çekilmiş olan hakikat açılmaya başlar. Bu noktadaki insan, peygamberlerin haber verdiği öbür alemi berrak bir şekilde görmeye başlayacaktır. Bu anda insan ahiretin tamamen hak olduğunu öğrenecektir ve hayatın bu ikinci safhasına said ve bahtiyar olarak mı, yoksa bedbaht olarak mı giriyor olduğunu da bu arada öğrenmiş olacaktır. Yani bu, senin inanmaktan kaçtığın o hakikattır. Sen istiyordun ki dünyada başıboş sığır gibi gezip dolaşasın. Öldükten sonra da yaptığın işlerin karşılığını göreceğin ikinci bir hayat olmasın. Bu yüzden ahiret düşüncesinden kaçmakta ve bu alemin olacağını da hiçbir şekilde kabul etmeye yanaşmamakta idin. Şimdi bak! Gözünün önüne serilen işte o ikinci alemdir.[7]
Akide Yönünden İnsan Çeşitleri
Mü’min : Allah’tan gelen her şeyi mutlak anlamda tasdik eden, doğrulayan kimseler için kullanılan Kur’ânî bir terim.(Bakara/1-5)
Kafir : İslâm’ı inkâr eden, nimete nankörlük eden, uzak kalan, kaçınan, örten kimse. “Kefere” fiilinin ism-i fâili. Terim olarak, imanı olmayan kimseye verilen isimdir.(Bakara/6-7)
Müşrik : Allahü teâlâya şirk (ortak) koşan. Allahü teâlâyı mâbûd bildiği hâlde isim ve sıfatlarının herhangi birinde Allah’a şirk koşan.(Yusuf/106)
Münafık : İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından müslüman görünen kimse, aslî mânâsını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi İslâm toplumu içinde -çeşitli sebeblerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstererek Allah’a, Rasûlüne ve mü’minlere düşmanlığını gizleyen kimsedir (el-Bakara, 2/8-20; Âli İmrân, 3/167; el-Mâide, 5/41)
Fasık : Allah’ın emirlerine aykırı davranan, günahkâr, kötü huylu, kötülük yapmayı alışkanlık hâline getiren kimse.(Tevbe/24, Saff/5, Tevbe, 8; Mâide 81;Âl-i İmran, 110)
İnsan Diğer Varlıklara Üstün Tutulmuştur
Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.(Tin 4)
İsa b. Musa el-Haşim’i hanımını çok seviyordu. Bir gün ona “Eğer aydan daha güzel değilsen üç talâkla boşsun, dedi. Kadın doğruldu ve kendisini kenara çekerek: Beni boşadın, dedi. Geceyi sıkıntılı olarak geçirdi, sabahlayınca da Mansur’un evine gitti. Olayı ona anlattı. Mansur’a çok sıkıntılı olduğunu söyledi. O da, fukahayı getirtip görüşlerini sordu. Bulunanların hepsi, boş olmuştur dediler. Sadece Ebu Hanife’nin ashabından birisi sessiz kalmıştı. Mansur ona: Niçin konuşmuyorsun, dedi. Adam şu cevabı verdi: Bismillahirrahmanirrahim. “Andolsun incire, zeytine, Sina dağına Ve şu emin şehre ki. Biz hakikat, insanı en güzel bir biçimde yarattık. ” Ya Emirelmüminin! İnsan eşyanın en güzelidir. Ondan güzeli yoktur.
Mansur, İsa b. Musa’ya: Durum, bunun dediği gibidir. Al hanımını. Ebu Cafer Mansur, adamın hanımına da, eşine itaat et, isyan etme seni boşamadı şeklinde haber gönderdi.
Kurtubi bunu yorumlayarak şöyle diyor: Bu, insanın iç ve dış olarak Allah’ın yarattığı en güzel mahlûk olduğunu gösteriyor. Bütün azalarıyla en güzel bir terkib halindedir. Bunun için de “o küçük dünyadır, mahlukatta ne varsa onda toplanmıştır”, demişlerdir.[8]
Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.( İsra 70)
Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine, karşı aldatan nedir?( İnfitar 6)
İnsanoğluna maddi ve manevi nimetleri oluk oluk akıtan ihtiyacı olduğu zamanlarda ihtiyacını karşılayan, kendini ihtiyaçsız zannedip Rabbine isyan ettiğinde, yinede ikramlarını kesmeyen Allah azze ve celleye karşı bizleri aldatan nedir. Yaratılışında mükemmel, hayat ölçüleri belirgin, yol haritası açık, iç ve dış alemde bağlantı kurmakta ileri seviyelere çıkan, yeryüzünün sunduğu çeşitlilikten istifade eden, ey insan bunların sana ulaşması senin ellerinle mi oldu sanıyorsun?
Dolayısıyla hakların en büyüğü Allah cc karşı olandır. İnsanın asıl vazifesi öncelikle haddini bilmesidir. Etrafında gelişen olayların kendiliğinden olmadığını bilerek ve verilen nimetlerin şükrünü eda hususunda kusur etmemelidir.
[1] Ragıp el isfehani (El müfredat) Çıra yay. Sh 104
[2] Vehbe Zuhayli/Tefsiru’l Munir (Araf 179)
[3] Fi Zilali’l Kur’an (Araf 179)
[4] Fi Zilali’l Kur’an (Mu’minun 115)
[5] Hak dini Kur’an dili Elmalılı H.Yazır( Zariyat 56)
[6] Fi Zilali’l Kur’an (Ahzab/72)
[7] Tefhimu’l Kur’an (Kaf/19)
[8] Kurtubi, XX/114.