KELİMELER VE KAVRAMLAR (62) İNZAR
İNZAR
Adakta bulunma, aslında vacip olmayan bir şeyi, herhangi bir münasebetle kendine vacip kılma manasına gelen “nezere” kökünden türemiş bir kavram. Kelime anlamı, bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, uyarmak, dikkatini çekmektir. Korku verip uyanık kılmak demektir. Sevinç haberi vererek müjdelemek demek olan “tebşîr”in zıddıdır.[1]
Dînî bir kavram olarak “inzâr”; Cenâb-ı Allah’ın, peygamberleri aracılığıyla kullarını uyarması onları kötü akibetten sakındırmasıdır. “İnzâr” görevini ifa etmeleri sebebiyle peygamberlere de “nezîr-münzir” denir.
“Âlemlerin Rabbi” olması hasebiyle kullarım en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitab edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah Teâlâ, insanlık tarihi boyunca, hak yoldan saparak şirk ve inkâr bataklığına saplanan kavimleri “inzâr” etmeleri için, zaman zaman “nezîrler” göndermiş ve bunların uyarılarına kulak asmayanları, kendilerinden sonrakilere ibret olacak şekilde cezalandırmıştır.[2] Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:
“Âd kavminin kardeşini an ki, o, Ahkâf’ta kavmini uyarmıştı. Kendinden önce ve sonra uyarıcılar gelmiş olan kavmine; Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin, büyük bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum, demişti” (el-Ahkâf, 46/21).
“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; ülkelerde benzeri yaratılmamış olan İrem’e; vadilerde kayaları yontan Semûd’a; kazıklar sahibi Fir’avn’a! ki, hepsi ülkelerinde azgınlık ederek fesadı yaymışlardı. Bunun için Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı” (el-Fecr 89/6-14).
Müminlerin Uyarılması
“Sen, ancak görmeden Rab’lerinden korkanları ve namaz kılanları uyarırsın.” (Fâtır, 18)
“Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahmân’dan korkan kimseleri uyarabilirsin. İşte böylesini mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.” (36/Yâsin, 11)
“Kulları içinden ancak bilginler, Allah’tan korkar” (35/Fâtır, 28)
“Sen ancak, huşu sahibi, Allah’tan korkanları uyarırsın.” (79/Nâziât, 45)
“Kur’an-ı Kerim, huşu sahibi, Allah’tan korkan kimseler için bir öğüttür.” (20/Tâhâ, 3)
“Ey Muhammed, sen ancak gözleriyle bizzat görmedikleri halde kıyamet gününün azabından korkandan ve namazlarını kılanları uyarırsın. Kim, inkarcılıktan ve günahlardan kendini arındırıp iman eder ve yaptığı kötülüklerden vazgeçecek olursa o bunu kendisi için yapmış olur. Zira onun bu hali ancak kendisini cehennem azabından kurtarmış olur. Ey insanlar, dönüşünüz Allah’adır. O her birinizi yaptığı ile cezalandıracak veya mükafatlandıracaktır.”[3]
Uyarının Fayda Vermediği Kafirler
“Hiç şüphesiz kâfirleri ha korkutmuşsun, ha korkutmamışsın; onlara göre birdir. Onlar iman etmezler.” (2/Bakara, 6)
“De ki: Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)» Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.”(Yunus/101)
“Allah’ın ayetlerini inkâr edip kâfir olanları, Kur’an-ı Kerim’i ve Muham-med’i (s.a.) yalanlayanları uyarmak veya uyarmamak fark etmez, kalpleri bu uyarıdan dolayı etkilenmez. Çünkü kalpleri îlahî nurun erişmesine imkan vermeyecek şekilde örtülüdür. O kalplerde iman nuru parlamaz. Çünkü onlar hakka karşı, Allah’ın ayetlerine karşı görmezlikten gelmişlerdir. Hidayet ve öğüdün etkileri onlara ulaşmaz. Çünkü onlar bilmenin, düşünmenin, tefekkürün, işitme ve görme duyularını kullanmanın bütün yollarını işlemez hale getirmiş, bunun sonucunda hakkı görmez duruma düşmüşlerdir. O bakımdan hakka uymazlar. Hakkı işitmezler, onu anlamazlar. Dolayısıyla onların cezaları da -Yüce Allah’ın ayetlerini yalanlamalarından dolayı- sonu gelmez, çok çetin büyük bir azaptır.”[4]
Toplumların Peygamberlerle Uyarılması
“Her toplumun bir yol göstericisi vardır.” (13/Ra’d, 7)
“Her toplum içinde mutlaka bir uyarıcı geçmiştir.” (35/Fâtır, 24)
“Andolsun biz her toplum içinde Allah’a kulluk edin, tağuta kulluktan kaçının diye bir peygamber gönderdik.” (16/Nahl, 36)
“Andolsun senden önce, evvelki (toplum)ların kolları içine de elçiler gönderdik” (Hıcr,10)
“Kendi elleriyle yaptıkları (günahları) yüzünden başlarına bir felaket geldiği zaman: ‘Ey Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de ayetlerine uyup mü’minlerden olsaydık’, diyecek olmasalardı (seni göndermezdik. Bu bahanelerine fırsat vermemek için seni gönderdik.)” (28/Kasas, 47; Taha, 134)
“Bunları müjdeleyici ve uyarıcı elçiler olarak (gönderdik) ki, elçiler geldikten sonra insanların Allah’a karşı bahaneleri kalmasın.” (4/Nisâ, 165)
“Yani insanlar ve dolayısıyla Araplar küfürlerine karşı bir azap musibeti isabet ettiği zaman onlar: “Ey Rabbimiz! Bize sahih itikad ve tevhidi, hayatın şer’î nizamını beyan eden bir peygamber gönderseydin, biz de tek Rab olarak sana iman etseydik ve şeriatinle amel etseydik.” diyecek olmasalardı insanlara hiçbir peygamber göndermezdik. Fakat biz onların üzerine hücceti ortaya koyacak, akide, ahlâk ve hayat düsturu konusunda Rablerinin risaletini tebliğ edecek, mazeretlerini ortadan kaldıracak ve kendilerine hiçbir peygamber ve uyarıcı gelmedi diye delil ileri sürmelerini enlgelleyecek bir uyarıcı peygamber olarak seni gönderdik.”[5]
Peygamber Gönerilmeyen Topluluk Helak Edilmezler
“Biz hiçbir kenti helâk etmedik ki, onun uyarıcıları olmasın (helak etmeden önce mutlaka uyarıcı gönderdik.)(Uyarıcılar) uyarırlardı. Biz zulmedici değildik.” (26/Şuarâ, 208-209)
“Bu böyledir. Çünkü Rabbin, halkı habersiz iken ülkeleri zulüm ile helak edici değildir.” (6/En’âm, 131)
“Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.” (17/İsrâ, 15)
Yüce Allah, yaratılış sırasında bütün bir insanlıktan, kendisini birlemeleri ve kendisine kulluk yapmaları hususunda söz almıştır. Zaten insan bizzat yaratılışı (fıtratı) gereği yaratıcı ve bir olan Allah’ın varlığını hisseder. Yeter ki fıtratları bozulmasın ve sapmasın. Yüce Allah imanın delillerini evrene serpiştirmiştir. Bu delillerin hepsi de bir olan yaratıcıyı göstermektedir. İnsanlar yaratılış sırasındaki sözleşmeyi unutup ve imanın delillerinden habersiz hale geldiğinde kendilerine bir peygamber gelir. Unuttuklarını kendilerine hatırlatır. Habersiz kaldıkları konular karşısında onları uyarır. Peygamberlik bir hatırlatmadır. Unutanların hatırına getirir. Habersizleri uyandırır. Bu da Allah’ın adalet ve merhametinin bolluğundandır. “Biz zalim değiliz” Buna rağmen şehirlerin halklarını yok etmiş ve cezalandırmışsak artık onlara zulmetmiş olmayız. Zira doğruluk çizgisinden ve iman yolundan ayrılmalarının bir cezası olarak kendilerini bu şekilde cezalandırıyoruz.[6]
Allah suçlulara, “Sen bize gerçeği bildirmedin, bize doğru yolu gösterecek birini de göndermedin. Ve şimdi de, bilmeden yanlış yolu tuttuğumuz için de bizi cezalandırmaya kalkıyorsun” deme fırsatı vermek isteğinde değildir. Böyle bir itirazın olmaması için, Allah hükmünün icrasından önce insanlar ve cinler uyarılsın diye elçiler ve kitaplar göndermiştir. Eğer buna rağmen insanlar yanlış yolları benimser ve bu nedenle de cezalandırılırlarsa, bu durumda Allah’ı değil, kendilerini suçlamalıdırlar.[7]
Liderlerin Toplum Üzerindeki Sorumluluğu ve Etkisi
“Rabb’imiz bunlar bizi saptırdılar. Bunlara bir kat daha ateşten azap ver!” (7/A’raf, 38)
“Rabb’imiz, bunu bizim önümüze kim getirdiyse, onun ateşteki azabını bir kat daha artır!’ dediler.” (38/Sâd, 61)
“Ey peygamber kadınları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa, onun azabı iki kat yapılır. Bu Allah’a göre kolaydır. Fakat sizden kim Allah ve elçisine itaata devam eder ve iyi işler yaparsa, ona da ödülünü iki kat veririz ve onun için bol bir rızık hazırlarız. Ey peygamber kadınları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz.” (33/Ahzab, 30-32) (Çünkü peygamber kadınları kadınlar için önder vasfı taşıyorlardı.)
“Kıyamet koptuğu günde ‘Firavun ve ailesini azabın en çetinine sokun!’ (denilir). Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, müstaz’aflar (zayıf olanlar, ezilenler), müstekbirlere (büyüklük taslayanlara, sömürenlere) dediler ki: ‘Biz size uymuştuk. Şimdi siz şu ateşin ufak bir parçasını bizden savabilir misiniz?” (40/Mü’min, 46-47)
“Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanları: ‘Siz olmasaydınız elbette biz iman eden insanlardan olurduk’ diyorlardı. Büyüklük taslayanlar da zayıf düşürülenlere dediler ki: ‘Bize hidayet geldiği zaman sizi ondan biz mi çevirdik? Hayır, zaten siz kendiniz suç işliyordunuz. Zayıf düşürülenler, büyüklük taslayanlara: ‘Hayır, gece gündüz dolap (kurar, kötülük aşılardınız). Allah’a nankörlük etmemizi, O’na eşler koşmamızı emrederdiniz’ dediler.” (34/Sebe’, 31-33)
“Rabbimiz, azdırdıklarımız şunlar. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık.” (28/Kasas, 63)
Öyleyse güçsüzler de büyüklük taslayanlarla birlikte cehennemdedirler. Kuyruk oluşları, her gelene paşam demiş olmaları onları kurtarmamıştır! Hiçbir görüşü, iradesi ve tercihi olmayan güdülen bir koyun sürüsü olmaları onların cezalarım-azaplarını hafifletmemiştir! Oysa yüce Allah onlara şeref, onur bahşetmiştir. İnsanlık onuru, bireysel sorumluluk onuru, seçebilme ve özgürlük onuru bağışlamıştır. Fakat onlar bu özelliklerin hepsini hiçe saymışlar. Onlardan vazgeçmişler. Büyüklerin zalimlerin, idarecilerin ve yönetenlerin peşlerine takılmışlardır.. ‘Onlara hiçbir zaman “Hayır” dememişlerdir. Hatta “Hayır” demeyi düşünmemişlerdir bile. Onların kendilerine söyledikleri üzerine düşünmedikleri gibi onların kendilerini sürükledikleri sapıklığı da düşünmemişlerdir. Orada sözleri: “Biz dünyada size uymuştuk” olacak. Doğal olarak onların yüce Allah tarafından kendilerine bağışlanan yeteneklerinden vazgeçmeleri ve büyüklerine uymaları Allah katında kendilerini kurtaracak değildi. Onlar da cehennemliktirler. Önderleri dünya hayatında nasıl onları koyunlar gibi güdüyor idiyse şimdi de tıpkı onları koyun sürüsü güder gibi cehenneme sürüklemişlerdir. İşte şimdi bu insanlar büyüklerine soruyorlar: “Siz şu ateşten küçük bir parçayı bizden savabilir misiniz?” Nitekim dünya hayatı boyunca kendilerini doğru yola ilettikleri bozgunculuktan onları korudukları kötülükten, zararlı şeylerden ve düşmanların tuzaklarından onları kurtardıkları imajını vermeye özen gösteriyorlardı![8]
[1] (bk. İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, nezere mad.).
[2] Şamil İA
[3] Taberi Tefsiri – (Fatır/18)
[4] Tefsiru’l Munir – (Bakara/6)
[5] Tefsiru’l Munir – (Kasas/47)
[6] Fi Zilali’l Kur’an-(Şuara/208-209)
[7] Tefhimu’l Kur’an-(En’am/131)
[8] Fi Zilali’l Kur’an-(Mümin/46-47)