SEYYİD KUTUB’UN (RH.A.) BAKIŞ AÇISIYLA FATIR SURESİ 15 VE 17. AYETLER
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
Hamd kendisinden başka ilah olmayan, mutlak manada tek güç ve kudret sahibi olan Allah(Celle Celaluhu)’a mahsustur. Salat ve selam tüm peygamberlerin ve onları takip eden tabilerinin üzerine olsun.
15- Ey insanlar, siz Allah’a muhtaçsınız; oysa Allah hiç kimseye muhtaç değildir ve övgüye lâyıktır.
16- Eğer dilerse sizi yok eder ve yerinize başka bir canlı türü getirir.
17- Bunu yapmak, Allah için zor değildir.
İnsanları hidayete çağırırken, onları içinde yüzdükleri karanlıklardan Allah’ın aydınlığına ve doğru yoluna çıkarmaya çalışırken, onlara bu gerçeği hatırlatmaya ihtiyaç vardır. Başka bir deyimle, insanlar kendilerinin fakir ve Allah’a muhtaç zavallılar olduklarını, buna karşılık Allah’ın kelimenin her anlamı ile “zengin” ve ihtiyaçsız olduğunu hatırlamaya ihtiyaçları vardır. İnsanlar iyice bilmelidirler ki, gerçi onlar Allah’a inanmaya, O’na kulluk etmeye, O’nun verdiği nimetlere hamd etmeye çağırılıyorlar, ama bu çağrı Allah’ın onların ilgilerine muhtaç olduğu anlamına gelmez; yüce Allah’ın onların ibadetlerine ve övgülerine ihtiyacı yoktur, O özü itibarı ile övgüye lâyıktır. Bunun yanı sıra onlar Allah ile başa çıkamazlar, O’nu zor duruma düşüremezler. Çünkü eğer O, eğer onların kökünü kurutup yerlerine kendileri gibi ya da kendilerine hiç benzemeyen başka bir canlı türü geçirmek isterse bunu yapmak O’nun için son derece kolaydır.
İnsanların bu gerçeği hatırlamaya ihtiyaçları vardır. Yoksa yüce Allah’ın kendileri ile ilgilendiğini, onlara peygamberler gönderdiğini, bu peygamberlerin onları sapıklıktan döndürüp doğru yola iletmeye, karanlıklardan aydınlığa çıkarmaya çalıştıklarını görünce Allah için çok önemli varlıklar olduklarını, doğru yolda olmalarının, ibadet etmelerinin Allah’ın rakipsiz egemenliğine bir şey kattığını sanarak gurura kapılabilirler.
Yüce Allah, insanlara peygamberler gönderiyor. Bu peygamberler insanların sırt dönmelerine ve eziyetlerine göğüs geriyorlar. Bu sırt çevirmelere ve eziyetlere rağmen Allah’a çağırma görevini ısrarla sürdürüyorlar. Bu yolla yüce Allah insanlara ilgi gösteriyor, onlara rahmetini oluk oluk akıtıyor, onları lütfu ile kuşatıyor. Yüce Allah’ın insanlara yönelik bu tutumu O’nun tek yanlı rahmetinden, lütfundan, kereminden ve bağışlayıcılığından kaynaklanıyor. Çünkü tek yanlı bağışlayıcılık, O’nun özü ile bütünleşmiş bir niteliğidir. Yoksa şu kulların doğru yola girmeleri O’nun ortaksız egemenliğine bir şey katacak, ibadet etmeleri O’nun egemenliğinden bir şey eksiltecek değildir. Ayrıca şu kullar, eşleri bulunmaz varlıklardır da, yerlerine başkalarını koymak zor olduğu için bütün küstahlıklarına göz yumuyor, yerleri doldurulamayacağı için şımarıklıklarına katlanıyor değildir.
Gerçekten şu zavallı, küçük, önemsiz, yetersiz, güçsüz ve bilgisiz insan, yüce Allah’ın bunca yoğun ilgisine ve gözetimine mazhar olunca yüce Allah’ın bu bağışı, bu lütfu ve bu karşılıksız keremi karşısında başı dönüyor, hayrete kapılıyor.
Oysa insan şu yer yuvarlağının küçük, önemsiz bir konuğudur. Yeryuvarlağı da güneşin küçük bir uydusudur. Güneş ise, uzayda ışık saçan sayısız yıldızlardan biridir. Yıldızlara gelince; onlar da bütün görkemli iriliklerine rağmen sınırlarını yüce Allah’dan başka hiç kimsenin bilmediği engin uzay boşluğuna serpiştirilmiş birer küçük noktadırlar. Engin boşluğuna serpiştirilmiş yıldızları birer kaybolmuş nokta gibi gördüğümüz uzay ise, yüce Allah’ın yaratıklarının sadece bir bölümünden ibarettir.
Bununla birlikte insan yüce Allah’ın ilgisine mazhar oluyor. Bu yoğun ilginin başlıca göstergelerini şöyle sıralayabiliriz: Yüce Allah, insanı yaratıyor. Onu halifesi, sözcüsü, sıfatı ile yeryüzüne yerleştiriyor. Onu bu halifeliğin gerektirdiği bütün araçlarla donatıyor. Yapısını ve bileşimini bu göreve göre düzenliyor. Gerekli bütün evrensel güçleri ve enerji kaynaklarını yararına sunuyor. Sonra bu varlık sapıtıyor, şımarıklığa kapılıyor. Öyle ki, Rabb’ine ya ortaklar koşuyor ya da büsbütün inkâr ediyor. Bunun üzerine Allah ona ardarda peygamberler gönderiyor. Bu peygamberlere kitaplar indiriyor, onları olağanüstü mucizeler ile destekliyor.
Yüce Allah’ın insana yönelik bağışı zaman içinde artarak devam ediyor. Öyle ki, indirdiği son kutsal kitabında insanlara tarihe ışık tutan hikâyeler sunuyor. Bu hikâyelerde onlara atalarının başlarından neler geçtiğini anlatıyor. Yine bu kitapta onlara kendi özlerini anlatıyor. Benliklerinin güçleri ile enerjileri yanında zayıf ve güçsüz yanlarını tanıtıyor. Kimi zaman bu kitapta falan oğlu filancadan söz ediyor ve belirli bir kişiye “şunu yaptın, şunu yapmadın” derken, bir başka belirli kişiye “senin probleminin çözümü şöyledir, sen içinde bulunduğun sıkıntıdan şöyle kurtulursun” diyerek somut direktif veriyor.
Oysa ki, yüce Allah’ın bunca yoğun ilgisine mazhar olan bu yeryuvarlağının küçük bir konuğudur. Yeryuvarlağı da güneşin bir uydusudur. Güneş ise, şu evrenin uçsuz-bucaksız enginliğinde varlığı belirsiz bir yıldızdır. Buna karşılık Allah, göklerin ve yeryuvarlağının yoktan var edicisi; üzerindeki tüm canlı cansız varlıklar ile şu evrenin yaratıcısıdır. Bu yaratmanın, bu yoktan var etmenin tek itici faktörü kendi iradesidir. İşte bu engin evrenin bir başka türlüsünü de yaratabilir. Bunun için bir tek sözü ve o amaca yönelmiş dileği yeterlidir.
İnsanlar bu gerçeği kavramalıdırlar. Ancak o zaman yüce Allah’ın kendilerine yönelik lütfunun, gözetiminin ve merhametinin çapını kavrayabilirler. Ancak o zaman bu katıksız lütufkârlığa, bu tek yanlı ilgiye, bu taşkın merhamete yüz çevirme ile, inkârcılıkla ve nankörlükle karşılık vermenin utancını içlerinde hissedebilirler.
Ayetteki bu açıklama yalın ve somut bir gerçek olması yanında, bu yönü ile vicdanın ham telini titreten uyarıcı bir darbedir. Zaten Kur’an, insanların kalplerini gerçeklerin elleri ile okşar. Çünkü belirgin hale gelen gerçek, vicdanı daha derinden etkiler. Çünkü Kur’an gerçektir ve gerçeği içererek inmiştir. Bu yüzden O gerçekten başka bir şeyden söz etmez, gerçekten başka hiçbir inandırma yöntemine başvurmaz, gerçekten başka bir şey sunmaz, gerçekten başkasını göstermez.
BİREYSEL SORUMLULUK
Şimdi de başka bir gerçeğin vicdanları okşayan yumuşak dokunuşu ile karşı karşıyayız. Bu gerçek sorumluluğun ve cezanın bireyselliği ilkesidir. Hiç kimse bu konuda başkasının yerine geçemez, kendini başkasının yerine koyamaz. Öyleyse Mekkeli müşrikleri doğru yola iletmeye çalışan Peygamberimizin onların doğru yola girmelerinde doğrudan kendisi hesabına bir kazancı yoktur. Nasıl onlar kendi davranışlarından dolayı hesaba çekilecekler ise, Peygamberimiz de sadece kendi davranışlarının hesabını verecektir. Herkes sorumluluk yükünü kendi sırtında taşır. Hiç kimse bu konuda ona yardımcı olamaz. Kim kötülüklerden arınırsa, bu arınmayı kendi hesabına gerçekleştirmiştir. Kazançlı çıkan kendisidir, başkası değildir. Her iş sonunda Allah’ın huzuruna varacaktır.